Kategoriler
Faydalı Bilgiler Kültür/Sanat

C Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

Osmanlı Türkçesi Sözlüğü ( C Harfi)

Bu yazımızda C harfi ile başlayan bazı Osmanlıca kelimelerin Türkçe karşılıklarına yer verdik. Türk tarihinin büyük bir kısmının Osmanlı Türkçesi ile kaleme alınmış olması,  günümüzde Osmanlı Türkçesini öğrenmenin ne kadar önemli olduğunu göstermekte. Gerek Osmanlı tarihine ilgi duyanlar için, gerekse bilgilerini geliştirmek isteyenler için faydalı olmasını umuyoruz…

Sponsorlu Bağlantılar

Anlamını merak ettiğiniz Osmanlıca kelimeyi  ctrl+f  kombinasyonu ile aratarak kolaylıkla bulabilirsiniz…


CÂFÎ: Cefâ çektiren, eziyet eden.

CÂH: İtibar, makam, mevki.

CÂHİLİYYE: Kelime olarak cahilliğe ait mânâsına gelir. Terim olarak İslâmiyetten önceki putperest dönemi ifade eder.

CAHÎM: Cehennem.

CÂİL: "Ceale" kökünden yaratıcı, yapıcı.

CÂİLU’N-NÛR: Nûr’un yaratıcısı.

CÂİZE: Armağan, övücü şiirleri için eskiden şairlere devlet büyükleri veya aşiret büyükleri tarafından verilen para veya mal.

CA’L: Yapma, meydana getirme, yaratma.

CA’LÎ: Sahte, yapmacıklı, düzme.

CÂLİB-İ DİKKAT: Dikkat çekici.

CÂMİ: 1. Toplayan, derleyen. 2. İçerisinde namaz kılınan ve mescidden büyük olan ibadethane.

CÂMİD: 1. Donmuş, hareketsiz. 2. Gelişmeyen, gelişme kabiliyeti olmayan.

CÂNİB: Cihet, yön, taraf, yan.

CÂRİYE: 1. Savaşta gayr-i müslimlerden esir olarak alınan kız ve kadınlar. 2. Hizmetçi kız.

CÂY-İ İŞKÂL: Güçlük, zorluk, müşkülât noktası.

CÂZİBE: Cezbeden, çeken, yer çekimi.

CÂZİBE-İ FÂNİYE: Geçici güzellik, fânî güzellik.

CÂZİBE-İ MUTLAKA: 1. Mutlak çekici kuvvet. 2. Yegane çekici kuvvet. 3. Geçici güzelliğin zıddı olan ebedî güzellik.

CÂZİBE-İ UMÛMİYYE KANUNU: Yerçekimi kanunu.

CEBÂBİRE: Cebredenler, zorbalar, zâlimler.

CEBBÂR: 1. İlâhî isimlerdendir. Dilediğini yapan, kudret ve güç sahibi Allah. 2. Zalim, müstebit kişi. 3. Gökyüzünün güneyinde bulunan bir yıldız kümesi.

CEBBÂRÂNE: Cebbârcasına, zorbalıkla.

CEBEL: Dağ.

CEBR U İKRAH: Zorlama ve baskı yapma.

CEBR-İ MAHZ: Sırf cebir, mutlak cebir.

CEBRİYYE: Cüz’î iradeyi inkâr eden mezhep.

CEDİD: Yeni.

CEHD: Çalışma, çabalama.

CEHELE: Cahiller.

CEHL U DALÂLET: Cehalet ve sapıklık.

CEHL: Bilmezlik, cehalet.

CEHR: Açıktan söyleme, açık olarak okuma.

CELÂDET: Kahramanlık, yiğitlik.

CELÂL: Büyüklük, ululuk. Zü’l-celâl: Celâl sahibi Allah.

CELÂL-İ KİBRİYÂ: Allah’ın büyüklüğü.

CELB-İ MASLAHAT: İyilik, dirlik ve düzeni sağlayıcı, fayda getirici.

CELB-İ MENFAAT: Menfaat celbedici, çekici, fayda sağlayıcı.

CELDE: Kamçı ile vücuda vuruşlardan her bir vuruş. (Fıkhî ıstılah) .

CELÎ: Aşikar, belli, parlak, açık.

CEM U TEVFİK: Toplama ve uygunlaştırma, uzlaştırma.

CEMAAT: Topluluk, imam arkasında namaz kılan topluluk.

CEMAAT-I NÂCİYE: 1. Cehennemden kurtulacak ehl-i sünnet cemaatı. 2. Selâmete, kurtuluşa erecek cemaat.

CEMÂDÂT: Cansızlar.

CEMÂL: 1. Allah’ın lütf ve ihsan sıfatıyla tecellisi. 2. Yüz güzelliği.

CEMÂL-İ HAK: Allah’ın güzelliği ki, müminler cennette onu temaşa edeceklerdir.

CEMÂLULLAH: 1. Allah’ın cemâlı, Allah’ın güzelliği. 2. Allah’ın lütfu ihsaniyle tecellisi.

CEMEL: Deve.

CEM’-İ KILLET: Arapça’da türlü vezinlerde cemileri olan isimlerin, bu cemilerinden dokuzdan aşağı mahsus olanları.

CEM’İ MAHLUKÂT: Bütün yaratıklar.

CEMM-İ GAFÎR: Büyük cemaat, insan kalabalığı.

CENÂBET: 1. Gusül abdesti almayı gerektiren durum. 2. Gusül gerektiği halde henüz gusül yapmamış kimse.

CENAH: 1. Yan taraf, cihet. 2. Kol, pazu. 3. Kanat, kuş kanadı.

CENNATU’N-NAÎM: Naîm Cennetleri, nimetlerle dolu olan cennetler.

CERAD: "Cerâde"nin çoğulu. 1. Çekirgeler. 2. Yağmacılar.

CERH: Yaralama, yaralatma, çürütme.

CERİME: "Cürm"ün çoğulu. Suçlar, günahlar.

CESTE CESTE: Bölüm bölüm, yavaş yavaş.

CEVAD-I MUTLAK: Şarta bağlı olmaksızın çok ihsanda bulunan, cömertlik eden Cenab-ı Allah.

CEVAHİR: Cevherler, çok değerli olan şeyler.

CEVÂMİU’L-KELİM: Kelimeler topluluğu.

CEVÂRİH: "Cerh"den yaralayanlar, yırtıcı hayvanlar, yırtıcı kuşlar.

CEVAZ: İzin, müsaade, caiz olma.

CEVELAN: Dolaşma, gezme.

CEVF: 1. Boşluk, oyuk, çukur. 2. Orta yarı.

CEVHER: 1. Varlığı için başkasına muhtaç olmayan. 2. Bir şeyin özü.

CEVR Ü ZULM: Ezâ ve zulüm.

CEVR: Ezâ, eziyet, haksızlık, sitem.

CEYB: Yakanın göğüs üzerindeki açık yeri.

CEYŞ-İ USRET: Güçlük ordusu.

CEYYİD: İyi, güzel, hoş.

CEZÂLET: Rekaketsizlik, peltek kekeme veya pepe olmayış.

CEZÎRETÜ’L-ARAB: Arap yarımadası.

CEZM: 1. Kesin karar, niyet. 2. Kesme, katı.

CİBAYET: Câbîlik, vergi, gelir toplama.

CİBİLLİYET: Huy, yaratılış.

CİBRİL: Dört büyük melekten biri, vahiy meleği olan Cebrail.

CİBT VE TAGUT: Haç ve put. Allah’tan başka canlı cansız mabut edinilmiş şeyler.

CÎD: Boyun.

CİDD: 1. Bir işi gerçekten çalışıp işleme. 2. Ciddilik.

CÎFE: Lâşe, leş.

CİHAD: 1. İslâm için düşmanla yapılan maddî, manevî savaş. 2. Nefisle yapılan her türlü mücadele.

CİHAD-I EKBER: 1. Büyük savaş. 2. Benlikle savaş.

CİHANŞÜMÛL: Cihânı içine alan.

CİHAZ: 1. Çeyiz ve avadanlık. 2. Cenazenin kaldırılması için gerekli olan eşya.

CİHET: Yön, taraf.

CİM SECÂVENDİ: Kur’ân-ı Kerim’deki durma yerlerinden biri. Bu secâvendde durmak veya geçmek caizdir.

CİMA: İnsanların cinsî münasebetleri.

CİNÂS: Münasebet, benzeyiş. Birçok mânâlara yorulabilen söz. İmalı, telmihli söz. Telaffuzu aynı anlamı ayrı olan kelimelerin bir söz içinde kullanılması.

CİNNET: Delilik, çılgınlık.

CİNS-İ KARÎB: Yakın cins.

CİRM: 1. Cisim. 2. Büyüklük, hacim cirmi ne kadardır? .

CİSR: Köprü.

CİSR-İ CEHENNEM: Cehennem köprüsü.

CİZYE: Müslüman olmayan teb’a-dan alınan vergi.

CÛD: Cömertlik. Karşılık beklemeden yapılan cömertlik.

CÛDİ: Şırnak şehrinin 6 kilometre güney doğusunda bulunan büyük bir dağ.

CUHÛD: Çıfıt, yahudi.

CUMHÛR: Halk, kalabalık, ahâlî, çoğunluk.

CUMHÛR-İ MÜFESSİRÎN: Müfessirler topluluğu, müfessirlerin çoğunluğu.

CUMHÛR-İ UKALÂ: Akıllılar topluluğu. Akıl sahiplerinin hepsi.

CÜDERÎ: Çiçek hastalığı.

CÜMLE-İ İSMİYYE: İsim cümlesi.

CÜMLE-İ MU’TARIZA: Parantez içinde bulunan cümle, açıklayıcı mahiyetteki cümle. Ara cümlecik.

CÜMLE-İ VECÎZE: Kısa ve öz söz.

CÜNAH: Günah.

CÜND: Asker, asker topluluğu.

CÜNÛD: Askerler.

CÜNÜB: Gusül abdesti gerekmiş kimse.

CÜZ-İ MAKSÛM: Bölünmüş parça.

CÜZ’İ: Az miktar, bir parça.

Sponsorlu Bağlantılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

RenkliNOT