Kategoriler
Din Kültürü

Hz. Muhammed’in (s.a.a) Hayatı

Hz. Muhammed (s.a.a) Kimdir?

Hz. Muhammed (s.a.a) İslam dininin peygamberidir.Hz. Muhammed (s.a.a), Kuarn-ı Kerim’de de geçtiği üzere yeryüzüne ve bütün alemlere gönderilmiş son peygamberdir.Hz. Muhammed (s.a.a) 571 yılında Mekke’de dünyaya geldi.Annesinin ismi Amine’dir.Babası ise Abdullah’tır.Peygamber efendimiz daha dünyaya gelmeden babasını kaybetmiştir ve yetim olarak dünyaya gelmiştir.Doğduktan yaklaşık 6 ay sonrada annesini kaybeden Hz. Peygamber hem yetim hem öksüz kalmıştır.Bundan sonra dedesi Abdulmuttalip’in himayesi altına girmiştir.

Sponsorlu Bağlantılar

Kısaca Hz. Muhammed’in (s.a.a) Hayatı

Hz. Muhammed (s.a.a) Sözleri

Hz. Muhammed’in Kutsal Emanetleri

Hz. Muhammed, peygamber, islam, din, kuran

Hz.Muhammed’in (s.a.a) Hayatı Özet

Hz. Muhammed (S.A.A) 571 yılında Mekke de dünyaya geldi. Doğmadan önce babası vefat etti. Doğduktan kısa bir süre sonra annesini kaybetti. Sonra dedesi Abdulmuttalip in himayesini girdi. Onun ölümünden sonra da amcası ebu talibin yanında kalmaya başladı. Küçük yaşlardan itibaren ticarete atıldı. Mekkede yaşayan ve puta tapan insanlara karşı çıkıyordu. Bu nedenle o insanlardan uzak kalmak için sürekli gözlerden uzak hira mağrasına çekiliyordu. Bu arada ilk eşi Hz. Hatice (sa) ile evlendi. Hz. Hatice’den Kasım, Abdullah, Zeynep, Rukiye, Ümmü Gülsüm, Fatıma adında altı çocuğu oldu Kasım ve Abdullah küçük yaştayken vefat etti.

Yine bir gün hira mağrasına çekildiğinde vahiy meleği olan Cebrail geldi ve ona ilk vahy oku emrini verdi. Böylece hz. Muhammede  (S.A.A)  40 yaşında peygamberlik verilmiş oldu. Ona ilk eşi hz. Hatice iman etti ardından Hz. Ali (as) sonra. Zeyd bin harise ardındanda 3. halife Ebu Bekir iman etti sonra birçok insan bu mesaja kulak verdi. Müslümanların çok olmasına rağmen mekkenin ileri gelenleri Müslümanlara türlü eziyetler işkenceler ve boykot uyguluyorlardı. Budan korunmak için bir kısım Müslüman habeşistana hicret etti. Daha sonra arkalarında bir kısım Müslüman daha habeşistana hicret etti. Sonunda hz.Muhammedin (S.A.A) emriyle bütün Müslümanlar medineye hicret etti. Önden Müslümanlar gitti arkalarından da Hz. Muhammed (saa) gitti.Medine yerlileri (ensar) Müslümanları çok iyi karşıladılar. Medine yerlileriyle(ensar) mekkeden hicret edenler (muhacir) kardeş ilan edildi. Böylece Medine İslam devleti kurulmuş oldu.

İslam devletinin kurulmasıyla müşrikler Müslümanlara saldırmaya başladı ilk savaş Bedir savaşı oldu. Müslümanlar ticaret için giden bir Mekke kervanını mekkede kalan eşyaları için el koymak istediler bunu duyan Mekkeliler savaş hazırlığı yaptılar ve Müslümanların üzerine geldiler. Bedir kayalıklarında karşılaşan ordular savaştılar. Bedir savaşında Müslümanlar galip geldi bunun sonucunda şam ticaret yolu Müslümanlara açılmış oldu. Savaşta ele geçen esirler 10 müslümana okuma yazma öğretmek şartı ile serbest bırakıldı. Mekkeli müşrikler bedir savaşının intikamını almak için uhud savaşını başlattı uhud savaşının başında Müslümanlar galipken peygamberimizin görevlendirdiği okçuların yerini terk etmesiyle Müslümanlar mağlup oldu. Ama yinede müşrikler kesin bir zafer kazanamadılar. Ardından hendek savaşı oldu çünkü Mekkeliler Müslümanlara ağır bir darbe vurmak istiyorlardı. Müslümanlar bunu duyunca selmanı farisinin önerisi üzerine medindenin etrafına kuyular kazdılar ve şehir savunmasına geçtiler. Böylece savaş Müslümanların zaferiyle sonuçlandı. 628 yılında Müslümanlar hacca gitmeye karar verdiler. Bundan tedirgin olan Mekkeliler onları içeri almayarak hudeybiye anlaşmasını imzaladılar. Hudeybiye anlaşması artık Müslümanların tanındığını gösteren bir anlaşmadır.

629 yılında Müslümanlar hayberi fethetti. Hayberin fethi ile şamın ticaret yolu Müslümanların eline geçti.hayberin fethinden sonra müslüamnlar ilk kez bizansla savaştı mutede savaşan ordular hiçbir sonuç elde edemeden geri döndüler. 630 yılında mekkenin fethi gerçekleşti. Mekkenin fethinden sonra arap yarım adası hızlı bir şekilde Müslümanların kontrolü altına girdi. Müslümanlar ve putperest arap kabileleri arasında yapılan Huneyn savaşınıda başarıyla Müslümanlar kazandı. Huneyn zaferinden sonra taif şehri kuşatıldı. Hz muhammedin son seferi ise tebük seferi olmuştur. Hz. Muhammed (S.A.A) son kez Müslümanlarla beraber hacca gitti ve buna veda haccı adı verildi veda haccında Müslümanlara veda niteliğinde konuşan Hz. Muhammed 632 yılında Medine de vefat etti şu anda kabri Medine de ravza-ı mutahhare da bulunmaktadır.

Peygamber Efendimizin Hayatı

Resulullah (s.a.a), Fil yılı, Rabiulevvel ayının on yedisinde (M.570′de) Cuma günü şafak vakti Mekke şehrinde dünyaya geldi.[1]
Resulullah (s.a.a)’in değerli babası, Abdullah bin Abdulmuttalip bin Haşim bin Abdumenaf idi; değerli annesi ise Veheb bin Abdumenaf’ın kızı Amine idi. Görüldüğü gibi her iki şahsiyetin akrabalık bağı Abdumenaf’da birleşiyor.
Hz. Peygamber’in mübarek ismini, İlahi emir gereği Muhammed[2] künyesini ise Ebu’l Kasım[3] koydular.

İmam Bakır (a.s)’ın buyurduğuna göre, Hazretin doğumunun yedinci günü Ebu Talib, Peygamber (s.a.a) için bir kurban kesti ve akrabalarını misafirliğe davet ederek şöyle dedi: “Bu Ahmed’in akikasıdır.” Misafirler; “Onun ismini neden Ahmed koydun?” diye sorduklarında, Ebu Talib; “Yer ve gök ehlinin övgüsünden dolayı onun ismini Ahmed koydum.” dedi.[4] İşte bundan dolayı Emir-ul Müminin Ali (a.s), Hz. Resulullah (s.a.a)’in de, iki ismi bulunan peygamberlerden olduğunu söylemiştir.[5]
Peygamber (s.a.a) henüz daha dünyaya gelmeden babasını kaybetti;[6]
dünyaya geldikten sonra da onu, süt emmesi için Halime-i Sadiyye’ye emanet ettiler. İbn-i Sad’ın yazdığına göre, Halime Hazreti kucağına alır almaz göğsü sütle doldu; öyle ki, Peygamber ve Halime’nin açlıktan uyumayan çocuğu da o sütten doydular.[7]

Peygamber (s.a.a) üç yaşına kadar annesi Amine’nin de gözetimiyle süt annesi Halime’nin yanında kaldı, daha sonra Mekke şehrine giderek kendi annesinin yanında yer aldı.
Peygamber (s.a.a) altı yaşında iken annesi Amine ve bakıcısı Ümm-ü Eymen’le birlikte akrabalarını görmek için Medine’ye gittiler. Bir ay Medine’de kaldıktan sonra Mekke’ye dönüşte Ebva’ya (Cuhfe’den 37 km. uzak) ulaştıklarında Hazretin değerli annesi vefat edip orada defnedildi. Ümmü Eymen Hz. Peygamber’i Mekke’ye götürdü, orada da Abdulmuttalip onun sorumluluğunu üstlendi.[8] Ama iki yıl sonra Abdulmuttalip de dünyadan göçtü.[9] Onun vasiyeti gereğince Ebu Talib yeğeni Hz. Muhammed (s.a.a)’in sorumluğunu üstlendi.[10]
İbn-i Abbas’ın naklettiğine göre Ebu Talib Hz. Peygamber ile öylesine ilgileniyordu ki, gece ve gündüz ondan bir an olsun ayrılmıyordu, onu kendi yanında yatırıyor ve onun hakkında kimseye güvenmiyordu.[11]

Resulullah (s.a.a) on iki yaşında[12] Ebu Talib’le birlikte Şam’a yolculuğa çıktı. Bu yolculukta Buheyra isminde bir rahiple karşılaştılar. Buheyra, Mesihi (Hıristiyan) alimlerinin en bilginlerindendi. Hz. Peygamber’i görür görmez, O’nun ahir-uz zaman Peygamberi olduğunu hemen anladı. Buheyra Ebu Talib’e dönüp şöyle dedi: “Önceki semavi kitaplarda bu gencin peygamberliğiyle ilgili haber vardır.”[13]
Resulullah (s.a.a) erginlik çağına kadar Ebu Talib’in evinde kaldı. Hazret ahlak, yiğitlik, halkla geçinmek ve emanete riayet etmek bakımından öyle bir ahlaka sahipti ki, halk ona “Emin” lakabını takmıştı.[14]
Resulullah (s.a.a) yirmi yaşında iken “Hilf-ul Fudul” antlaşmasına katıldı. Bu antlaşma Beni Haşim, Beni Zühre ve Beni Temim arasında yapılan en iyi antlaşma idi. Bu antlaşma gereği mazlumlarım hakları zorbalardan alınacak ve gereken yardımlar onlardan esirgenmeyecekti.[15]

* * *

Hz. Hatice asaletli ve serveti olan bir kadındı ve erkekler vasıtasıyla ticaretle uğraşıyordu. Resulullah’ın doğru konuşan ve emanettar biri olduğunu öğrenince O Hazrete, kölesi Meysere ile birlikte ticaret yapmak için Şam’a gitmesini ve kendisine diğer tacirlerden daha fazla pay vereceğini önerdi. Resulullah (s.a.a) Hatice’nin bu önerisini kabul ederek onun malı ile Şam’a doğru yola çıktı. O memlekette mallarını satıp işlerini bitirdikten sonra Mekke’ye doğru hareket etti. Mekke’de ise oradan getirdikleri malları satıp, öncekilere oranla iki kat veya daha fazla kâr elde etti. Üstelik Meysere de yol boyunca Resulullah’tan gördüğü hareket ve davranışları Hatice’ye anlattı.

Hatice, birisi vasıtasıyla Resulullah’a şöyle bir mesaj gönderdi: “Ey amca oğlu, aramızdaki akrabalık bağından ve kavmin arasında yüce, şerefli, soylu, emanettar, iyi huylu ve doğru konuşan biri olmandan dolayı seninle evlenmek istiyorum.”
Hatice’nin bu evlenme teklifi öyle bir zamanda oldu ki, Hatice o zamanlar nesep açısından en köklü, şeref ve mal bakımından da bütün kadınların en üstünü idi; herkes onunla evlenmek istiyordu, ama o hiç kimseyi kabul etmiyordu.[16]
Resulullah (s.a.a) Hz. Hatice’nin evlenme teklifini kabul ederek amcalarını onu istemeye gönderdi.[17]

Resulullah (s.a.a) evlendiği zaman yirmi beş[18], İbn-i Abbas ve bir grup diğer bilginlerin sözüne göre Hz. Hatice de yirmi sekiz yaşında idi.[19]
Hz. Peygamber (s.a.a)’in Hz. Hatice ile evlenmesinden, ikisi erkek, biri kız olmak üzere toplam üç çocuğu oldu. Erkeklerin isimleri; Kasım ve Tahir; kızı Fatıma dır. Ümmü Gülsüm, Rukayye ve Zeyneb Hz. Hatice’nin çocukları değil, onun yanında büyüğen kızkardeşinin çocuklarıydı.
Hatice-i Kubra (a.s) Resulullah (s.a.a) ile ortak yaşantısında çok fedakarlıklar yapmıştır. O bütün mal ve servetini aziz eşinin ihtiyarına bırakmış ve bütün kadınlardan önce Hz. Resulullah’a iman etmişti. Resulullah (s.a.a) onun hakkında şöyle buyurmuştur:
“O, insanlar kafir olduğunda bana iman etti, halk beni tekzip ettiğinde o beni tasdik etti, halk beni mahrum bıraktığında o kendi malıyla bana yardımda bulundu.”[21]

* * *

Hz. Resulullah’ın yaşantısının en hassas dönemi, 40 yaşına girdiği ve Receb’in 27. günü (M.610) peygamberliğe seçildiği andır.[22] O zamandan itibaren üç yıl boyuca halkı gizlice İslam’a davet etti.[23]
Hz. Resulullah’a ilk iman eden Emir-ul Müminin Hz. Ali olmuştur.[24] Ondan sonra da Hz. Hatice iman etmiştir.
Bi’setin üçüncü yılında Resulullah (s.a.a), halkı açıkça İslam’a davet etmeye emr olundu. Bu emir gereği önce kendi yakınlarını misafirliğe davet ederek onlara şöyle buyurdu:

“Allah-u Teala beni, sizi O’na davet etmeye emretmiştir. İçinizden kim beni tasdik edip bu işte bana yardımcı olursa, sizin aranızdaki kardeşim, vasim ve halifem olacaktır.”[25]
Teberi’nin yazdığına göre Ebu Talib oğlu Ali, Peygamber’e yardımcı olacağını ilan eden tek şahıs idi. Peygamber (s.a.a) de oradakilere şöyle buyurdu:
“Bilin ki, bu şahıs, benim sizin aranızdaki kardeşim, vasim ve halifemdir; onun sözlerini dinleyin ve emirlerine itaat edin.”[26]
Resulullah (s.a.a) akrabalarını İslam’a davet ettikten sonra, halktan da putlarını bırakıp sadece Allah’a ibadet etmelerini istedi. Bu söz onlara çok ağır geldi; az bir grup hariç hepsi Hazrete düşman kesilmeye başladı. O kritik anda, Mekke’nin büyüğü ve Peygamber’in amcası olan Ebu Talib, kardeşi oğlunun yardımına koştu ve onu yalnız bırakmayacağına dair yemin etti.[27]

Gerçekten öyle de yaptı. Ebu Talib, hayatta olduğu müddetçe Kureyş Hz. Peygamber’i fazla incitemiyordu.
Kureyş büyükleri, Ebu Talib’in koruması altındaki Hz. Peygamber’i tam baskı altına alamadıklarını görünce, yeni müslüman olanları eziyet ve işkence etmeye başladılar. Peygamber (s.a.a), Müslümanların Kureyş’in zulüm ve eziyetinden kurtulmaları için onlara Habeşistan’a hicret etmeleri için izin verdi.
Hicretin altıncı yılında, Mekke müşrikleri, Peygamber (s.a.a)’i öldürme kararı aldılar. Bu yüzden Muhammed (s.a.a)’i kendilerine teslim etmedikçe Beni Haşim’le muamele yapmayacaklarına ve onlardan evlenmeyeceklerine dair kendi aralarında bir antlaşma imzaladılar. Bu antlaşmayı bir deri sayfasına yazarak Ka’be’nin duvarına astılar. Beni Haşim de canlarını korumak için Peygamber (s.a.a) ile “Şi’b-i Ebu Talib” deresine sığındılar; üç yıl boyunca orada kaldılar. Üç yıl sonra Allah-u Teala Peygamberine, antlaşmayı “Allah” lafzı hariç karıncaların yediğini haber verdi. Ebu Talib bu haberi Kureyişlilere iletti ve onlara; “Eğer Muhammed’in söyledikleri doğru çıkarsa ne yaparsınız?” diye sordu. Onlar da: “Artık el çekeriz” dediler. Kureyşliler Ka’be’ye gidip oraya astıkları antlaşmanın “Allah” lafzı hariç karıncalar tarafından yenildiğini görünce kendi antlaşmalarından vazgeçtiler. Bi’setin onuncu yılında vuku bulan bu olay neticesinde Mekke halkından birçok kimseler İslamiyeti kabul ettiler. Böylece Beni Haşim Şi’b-i Ebu Talib’den dışarı çıkabildi.[28]

Peygamber (s.a.a), bi’setin onuncu yılında iki büyük yardımcısı olan Hz. Ebu Talib ve Hz. Hatice’yi kaybetti.[29] bu iki büyük şahsiyetin ölümü Hazrete çok ağır geldi, bundan dolayı o yılın ismini “Hüzün yılı” koydu.[30]
İmam Zeyn’ul- Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Resulullah (s.a.a), Ebu Talib ve Hatice’yi kaybettiğinde artık Mekke’de kalması güçleşmişti… Allah-u Teala bundan dolayı Hz. Peygamber’in, Mekke’de yardımcısı olmadığından orayı terk edip Medine’ye doğru hareket etmesini emretti.”[31]
Ebu Talib merhum olduktan sonra Kureyş’in Peygamber’e eziyeti gittikçe fazlalaştı, Hazrete defalarca ihanet edip O’nun canına kıymak istediler.[32]

Mekke müşrikleri, bi’setin 13. yılı “Dar’un Nedve” denilen bir yerde toplanıp Peygamber’i öldürme kararı aldılar. Bu karara göre çeşitli kabilelerden oluşan gençler hep birlikte Hazret’e saldıracak ve kimin tarafından öldürüldüğü bilinmeyecekti.[33]
Hz. Peygamber (s.a.a) İlahi vahiyle bu komplodan haberdar oldu ve geceleyin Mekke’den ayrılarak Medine’ye doğru yola çıktı. Emir’ul- Müminin Hz. Ali de Peygamber (s.a.a)’in canını korumak için O’nun yatağında yattı.[34]

* * *

Peygamber (s.a.a), Rabi’ul- Evvel ayının ilk günü Mekke’den ayrıldı ve aynı ayın 12. günü Medine’nin yakınlarında olan “Kuba” denilen yere vardı ve orada yaklaşık on gün Hz. Ali’yi bekledi.[35]
Bu müddet içerişinde de Kuba camisini yaptırdı. Daha sonra Hz. Ali’nin gelmesiyle Medine’ye teşrif buyurdular .
Hz. Peygamber’in hicreti ardınca Mekke Müslümanları da yavaş-yavaş Medine’ye hicret etmeye başladılar. Hz. Peygamber (s.a.a) Muhacir ve Ensar (Medine halkı) arasındaki samimiyet bağını güçlendirmek için onların aralarında kardeşlik bağı oluşturdu.

Peygamber (s.a.a) bu teşebbüsü ile Medine’de İslami bir toplum oluşturmuş ve Muhacirlere yardım için de uygun bir zemin hazırlamıştı.
Bu küçük İslam toplumunun kuruluşundan daha 19 ay geçmemişken Müslümanlarla Mekke müşrikleri arasında savaş ateşi tutuştu. İlk önemli ateş Bedir savaşı idi, onun peşi sıra Uhud, Hendek, Hayber, Tebuk vb. savaşlar da vuku buldu.
Peygamber (s.a.a)’in savaşları iki çeşittir; birincisi, kendisinin katıldığı savaşlardır, bu savaşlara “Gazve” denilir. Diğeri ise kendisinin katılmadığı savaşlardır, bu savaşlara da “Seriyye” deniliyor. Gazvelerin sayısının 28, seriyyelerin sayısının ise 38 tane olduğunu söylemişlerdir.[36] Bunca savaş, dokuz yıldan az bir zamanda vuku bulmuştur.

Bu gazve ve seriyyeler, Müslümanların Hicaz topraklarında azamet ve güçlerinin aşikar olmasına ve birçok Arap kabilelerinin Hz. Peygamberle barış antlaşmaları imzalamalarına sebep oldu.
Bu antlaşmaların en önemlisi, Hudeybiye antlaşması idi. Hz. Peygamber bu antlaşmayı, hicretin altıncı yılında Mekke müşrikleriyle yaptı. Bu antlaşma, Hicaz toprağında nisbi bir emniyet ve huzurun oluşmasına yol açtı ve diğer topraklarda da İslam’ın yayılmasına bir ortam hazırladı.

Peygamber (s.a.a), hicretin yedinci yılında İslam’ın geniş bir şekilde yayılmasını sağlamak için birçok mektuplar yazmış ve bu mektupları İran, Rum, Habeş, Mısır, Yemame, Bahreyn vb. ülkelerin kral ve padişahlarına göndererek kendi mesajını onlara iletmiştir.[37]
Resulullah bu mektuplarda onları İslam’a davet ediyordu. Bu vesileyle Hz. Peygamber’in evrensel risaleti dünyanın her tarafına bildirilmiş ve böylece İslam’ın mesajı uzak memleketlere de ulaşmıştır.

* * *

Hicretin sekizinci yılının Ramazan ayında Mekke şehri Peygamber tarafından fethedildi.[38]
Resulullah (s.a.a) ordusuyla birlikte savaşmaksızın Mekke şehrine girdi, ilk teşebbüsünde Mekke halkının hepsini affetti ve Kabe’de bulunan üç yüz atmış putu oradan temizledi[39] ve sonra minbere çıkarak şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Allah Teala cahiliyet tekebbürünü ve atalarla övünmeyi sizin aranızdan temizledi. Bilin ki siz Ademdensiniz, Adem de balçıktandır. Bilin ki, ALLAH’ın en iyi kulları O’ndan korkan ve günah işlemeyendir.”[40]

Resulullah (s.a.a), Mekke’de kısa bir müddet kaldıktan sonra Medine’ye doğru hareket etti. Bir kaç aydan sonra, Rum ordusunun İslam ülkelerine saldırıp o topraklarda ilerlemeyi amaçladıklarını öğrendi. Hazret bu haberi öğrenir öğrenmez İslam ordusunun, Rum ordusuna karşı koymak için Şam sınırlarına doğru hareket etmelerini emretti, kendisi de ordunun komutanlığını üzerine aldı. Uzun bir mesafeyi kat ettikten sonra Hicretin dokuzuncu yılının Şaban ayında, Şam sınırında bulunan Tebuk topraklarına ulaştılar. Ama Rumlulardan hiçbir eser yoktu. Çünkü Rum ordusu, Hz. Peygamber’in komutanlığındaki İslam’ın güçlü ordusunun hareketinden haberdar olmuş ve Müslümanlar karşısında yenilgiye uğramak korkusundan aldıkları kararlarından vazgeçmişlerdi.

Resulullah (s.a.a) düşman tehlikesinin olmadığını görünce ordunun Medine’ye dönmesini emretti. “Tebuk” ismiyle meşhur olan bu gazve Hz. Peygamber’in en son gazvesi sayılmaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.a)’in Hicaz topraklarındaki en fazla muvaffakiyet elde ettiği yıl, hicretin dokuzuncu yılıdır. Çünkü o yılın hac merasiminde müşriklerden beraat ilan edildi.[41]
Bu önemli mesele, Kurban Bayramında Emir’ul- Müminin Hz. Ali vasıtasıyla düşmanlara duyuruldu ve onlara, İslam’a karşı tavırlarını belirlemeleri için dört ay fırsat tanındı. Bu beraatın ilanı neticesinde çeşitli kabilelerin elçileri Medine’ye doğru akın etmeye başladılar. Hepsi Hz. Peygamber’in huzuruna gelerek İslam’ı kabul ettiklerini veya İslam’ın gölgesinde yaşamaları için cizye ödemeye hazır olduklarını ilan ettiler.
O yıl çok fazla elçinin Medine’ye akın etmesinden dolayı o yıla; “Amm’ul- Vefud” (Elçiler Yılı) ismini vermişlerdir. Böylece puta tapma adet ve geleneği Hicaz toprağından silinmiş ve yerine tevhid dini yerleşmiştir.

* * *

Resulullah (s.a.a), hicretin onuncu yılında hac amellerini yapmak için Mekke’ye yolculuk yapmaya hazırlandı. Müslümanlar da bu haberi duyunca, hac amellerini doğru bir şekilde kamil olarak öğrenmek için yolculuğa hazırlandılar. Resulullah (s.a.a) Zilkade ayının sonuna dört gün kala Medine’den ayrıldı, Zilhiccenin dördüncü günü ise Mekke’ye vardı.[42]

Hac amellerini yaptıktan sonra Müslümanlarla birlikte o şehirden ayrılarak Medine’ye doğru yola koyuldu. Yüz yirmi bin civarında olan hac kervanı “Cuhfe” denilen yere yetiştiğinde, Hz. Peygamber tarafından kervanın durdurulması emredildi. Resulullah (s.a.a) namazını kıldıktan sonra Gadir-i Hum kenarında bir hutbe okudu, sonra Hz. Ali’nin elini tutup her ikisinin koltuk altları görülecek kadar kolunu yukarıya kaldırdı. Herkes onu görüp tanıdı; sonra yüksek bir sesle şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Müminlerin kendilerinden, onlara daha evla kimdir?”

Halk: “Allah ve resulü daha iyi bilir.” dediler.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:
“Allah-u Teala benim mevlamdır; ben de müminlerin mevlasıyım; ben onlara kendilerinden daha evlayım. Öyleyse ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.”[43]
Resulullah (s.a.a), bu cümleyi üç defa tekrarladı. (Hanbelilerin imamı olan Ahmed bin Hanbel’e göre, dört defa tekrarlamıştır.) Daha sonra şöyle buyurdular:

“Allah’ım! Onunla dost olana dost, ona düşman olana düşman ol; onu seveni sev, ona buğz edene buğz et; ona yardım edene yardım et, ondan yardımını esirgeyenden yardımını esirge; o nereye dönerse hakkı onunla döndür. Biliniz ki, bu sözleri hazır olanlar hazır olmayanlara bildirmelidirler.”
Halk henüz dağılmadan Allah-u Teala şu ayet nazil etti:
“Bugün dininizi kemale erdirdim, nimetimi size tamamladım ve din olarak İslam’ı size beğendim.”

Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:
“Allah-u Ekber! Din kemale erdi, nimet tamamlandı, Allah benim risaletime ve benden sonra Ali’nin velayetine razı oldu.”
Daha sonra orada bulunan insanlar Hz. Ali’yi tebrik etmeye başladılar. Ebu Bekir ve Ömer Hz. Ali’yi ilk kutlayan kimselerdendir…
Bu vakıa, Zilhicce’nin on sekizinci günü vuku buldu. Hz. Peygamber’in halife tayin etme işi birkaç defa çeşitli yerlerde tekrarlanmıştır.
Hz. Peygamber (s.a.a) Haccet’ul- Veda yolculuğundan sonra ömrünün son günlerini yaşıyordu, nihayet hicretin on birinci yılı Sefer ayının yirmi sekizinde fani dünyadan ayrılıp ebedi yurda göç etti.[44]

Hz. Peygamber (s.a.a)’in Hatice’den üç çocuğu vardı, onların isimlerini daha önce zikrettik. Mariye’den de İbrahim isminde bir oğlu vardı. Resulullah (s.a.a)’in, Fatıma (a.s) hariç bütün evlatları kendi hayatı döneminde vefat ettiler.[45]
Hz. Peygamber’in nesli, Hz. Fatıma’dan devam etti.

Kaynakça:

[1] – İkbal’ul- A’mal, c. 3, s. 121.

[2] – Kafi, c. 8, s. 301.

[3] – Tabakat, c. 1, s. 106.

[4] – Kafi, c. 6, s. 34.

[5] – Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c. 1, s. 245.

[6] – Kısas’ul- Enbiya-i Ravendi, s. 316.

[7] – Tabakat, c. 1, s. 111.

[8] – Tabakat, c. 1, s. 112-117.

[9] – Sire-i İbn-i İshak, s. 68.

[10] – El- İsabe, c. 4, s. 115. Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 1, 36.

[11] – Kemal’ud- Din, c. 1, s. 172.

[12] – Tabakat-i İbn-i Sa’d, c. 1, s. 121.

[13] – Sire-i İbn-i İshak, s. 73. Sire-i İbn-i Hişam, c. 1, s. 191. Tarih-i Teberi, c. 2, s. 32.

[14] – Tabakat-i İbn-i Sa’d, c. 1, s. 128.

[15] – Tabakat-i İbn-i Sa’d, c. 1, s. 128.

[16] – Sire-i İbn-i İshak, s. 81. Tarih-i Teberi, c. 2, s. 34.

[17] – Tarih-i İbn-i Esir, c. 2, s. 40.

[18] – Misbah’ul- Müteheccid, s. 732.

[19] – Keşf’ul- Ğumme, c. 2, s. 136. Fusul’ul- Muhimme, s. 147. Ensab’ul- Eşraf, c. 1, s. 98. Şezerat’uz- Zeheb, c. 1, s. 14.

[21] – İstiâb, c. 2, s. 721. Usd’ul- Ğabe, c. 7, s. 84. el-İsâbe, c. 4, s. 62. Tezkiret’ul- Havas, s. 303.

[22] – Kafi, c. 4, s. 149.

[23] – Kemal’ud- Din, c. 3, s. 345.

[24] – İstiâb, c. 3, s. 1090-1095.

[25] – Tarih-i Teberi, c. 2, s. 62.

[26] – Tarih-i Teberi, c. 2, s. 62.

[27] – El-Huccet-u Ala’z- Zahib, s. 249.

[28] – Tarih-i Yakubi, c. 1, s. 350.

[29] – Tabakat, c. 1, s. 125.

[30] – Kısas’ul- Enbiya, s. 317.

[31] – Kafi, c. 8, s. 340.

[32] – Tarih-i Yakubi, c. 1, s. 355.

[33] – Tarih-i Yakubi, c. 1, s. 358.

[34] – Tabakat, c. 1, s. 228.

[35] – Kafi, c. 8, s. 339.

[36] – Sire-i İbn-i Hişam, c. 4, s. 256.

[37] – Sire-i İbn-i Hişam, c. 4, s. 254.

[38] – Emali-yi Tusi, s. 342. Tefsir-i Ayyaşi, c. 2, s. 73.

[39] – Emali-yi Tusi, s. 336.

[40] – Kafi, c. 8, s. 246.

[41] – Tefsir-i Ayyaşi, c. 2, s. 72.

[42] – Kafi, c. 4, s. 245.

[43] – Zehair’ul- Ukba, s. 67. Menakıb-i İbn-i Meğazili, s. 18.

[44] – Bihar’ul- Envar, c. 22, s. 514-531.

[45] – Bihar’ul- Envar, c. 22, s. 151.

Hz. Muhammed’in (s.a.a) Katıldığı Savaşlar ve Seferler

BEDİR SAVAŞI (624)

Mekkelilere ait bir ticaret kervanı Müslümanlarca ele geçirilmek istenmişti. Bu şekilde Müslümanların Hicret esnasında Mekke’de bıraktıkları malların karşılığı alınacaktı. Bu durum iki tarafı karşı karşıya getirdi.

1.Bedir savaşı Müslümanların kazandığı ilk askeri zaferdir.

2.Müslümanların kendilerine olan güvenleri artmıştır.

3.Şam ticaret yolu Müslümanların eline geçmiştir.

4.Mekkeli esirlerden okuma-yazma bilenler 10 Müslüman’a okuma-yazma öğretme karşılığında serbest bırakıldılar.

UHUD SAVAŞI (625)

Mekkelilerin Bedir savaşının intikamını alma istekleri.

Mekkelilerin Medine şehrine doğru gelmeleri üzerine iki taraf Uhud dağı eteklerinde karşı karşıya geldiler. Savaşın başlangıcında Müslümanlar üstün iken Peygamber tarafından görevlendirilen okçuların yerlerini terk etmeleri savaşın kaybedilmesine yol açmıştır.

1.Mekkeliler savaştan galip gelmelerine rağmen kesin bir sonuç elde edemediler.

2.Okçuların yerlerini terk etmeleri savaşın kaybedilmesine yol açmıştı. Bu durum Peygamberin emirlerine uymanın ne kadar önemli olduğunu gösterdi.

HENDEK SAVAŞI(627)

Uhud savaşından sonra Medine ‘den çıkarılan Yahudilerin Mekkelileri sürekli kışkırtmaları.

Mekkelilerin Müslümanlara kesin bir darbe vurma istekleri.

Kalabalık bir ordu ile harekete geçen Mekkelilere karşı Medine şehrinin savunulmasına karar verildi. Salman-ı Farisi adında bir İranlı Müslüman’ın önerisi ile şehrin etrafına hendekler kazıldı. Mekkeliler bu hendekleri aşamadılar ve bir sonuç alamadan geri döndüler.

1.Bu savaş Mekkelilerin Müslümanlar üzerine yaptıkları son saldırı olmuştur. Bundan sonra Müslümanlar saldırı, Mekkeliler savunma konumuna geçmiştir.

2.Medine çevresindeki bir çok Arap kabilesi Müslüman olmuştur.

HUDEYBİYE BARIŞI(628)

628 yılında Müslümanlar Mekke’de bulunan Kabe’yi ziyaret etmek istediler.Mekkeliler bu durum karşısında tedirgin oldular ve ziyarete izin vermek istemediler. Bunu üzerine taraflar arasında Hudeybiye Antlaşması imzalandı.

1.Her iki taraf istedikleri kabileler ile ittifak yapabilecekler. Ancak askeri yardım yapmayacaklardı.

2.Müslümanlar o yıl Kabe’yi ziyaret etmeyecekler,ertesi yıl ziyaret yapacaklar.

3.Müslüman olan Mekkeli gençler ailesinin izni olmadan Medine’ye alınmayacak, Mekke’ye sığınanlar ise geri verilmeyecekti.

4.Barış on yıl süre ile geçerli olacaktı.

Bu antlaşma ile Mekkeliler Müslümanları hukuken tanımış oldular.

HAYBER’İN FETHİ (629)

Hayber’de yaşayan Yahudiler Müslümanlar aleyhine işler yapıyorlar, İslam’ı kötülüyorlardı. Bunun üzerine Buranın fethine karar verildi. Hayber kalesi Yahudilerden alındı.

ÖNEMİ : Hayber’in fethi ile Şam ticaret yolunun kontrolü Müslümanların eline geçmiş ve güvenliği sağlanmıştır.

MUTE SAVAŞI (629)

Müslümanlar ile Bizanslılar arasında yapılan ilk savaştır. Çok kalabalık olan Bizans ordusu karşısında Müslümanlar bir sonuç elde edemediler.

MEKKE’NİN FETHİ (630)

Mekkelilerin Hudeybiye Barışını bozmaları üzerine Mekke’nin fethine karar verildi. Mekke şehri hiçbir karşı koyma görmeden kısa sürede ele geçirildi. Mekke’nin fethi ile Arap yarımadasının tamamı kısa sürede Müslümanların kontrolüne girdi.

HUNEYN SAVAŞI (631)

Mekke’nin fethinden sonra İslam’ı benimsemeyen Arap kabileleri Mekke’nin dışında toplandılar. Müslümanlar ve Putperest Arap kabileleri arasında yapılan bu savaşı Müslümanlar kazandı ve ardından Ta’if şehri de kuşatıldı ancak alınamadı. Bir süre sonra Ta’if halkı kendi istekleri ile Müslüman oldular.

TEBÜK SEFERİ (631)

Hzç Muhammed’in (s.a.a) Çocukluğu

Bizans İmparatoru Heraklius’un büyük bir ordu ile Arabistan’a geldiği haberi üzerine Hz. Muhammed Tebük’ e doğru sefere çıktı. Ancak haberin doğru olmadığı anlaşıldı. Tebük Seferi Hz. Muhammed’in son seferi olmuştur.

Hz.Muhammed son bir kez Mekke’de kalabalık bir Müslüman kitlesine VEDA HUTBESİNİ söyledi. 632 yılında Medine’de vefat etti. Hz.Muhammed vefat ettiği yere gömüldü. Medine şehrindeki peygamberimizin bu mezarına “Ravza-i Mutahhare” denir.

Tarih sayfaları, Müslümanların ulu önderinin hayatının, çocukluktan peygamberliğe seçildiği güne kadar, birçok ilginç hadiselere sahip olduğuna şahitlik etmektedir.Bütün bu olayları keramet yönüyle de değerlendirmek gerekir.

Tüm bunlar büyük Resul’ün hayatının normal bir alın yazısı ve yaşam tarzı olmadığını doğrulamaktadır.

1-Tarih yazarları, Halime’den şöyle nakleder:

” Ben Amine’nin bebeğinin bakımını üstlendiğim andan itibaren annesinin yanında ona süt vermek istedim. Sütle dolu olan sol göğsümü ağzına verdim; ama bebek benim sağ göğsüme daha meyilliydi.Lakin ben çocuk sahibi olduğum günden beri sağ göğsümde hiç süt görmemiştim.Bebeğin ısrarı üzerine sütsüz olan sağ göğsümü ona vermek zorunda kaldım. Bebek emmeye başlar başlamaz kurumuş damarlar sütle dolmuştu ve bu olay orada bulunanları çok şaşırtmıştı.“[1]

2-Yine o şöyle diyor:

“Muhammed’i (saa) evime götürdüğüm günden beri evimin hayır ve bereketi günden güne çoğalıyordu.”[2]

Biz Kur’ân-ı Kerim’de buna benzer olayları Hz. Meryem (Hz.İsa’nın annesi) hakkında da okuyoruz. Örneğin şöyle buyuruyor:

Meryem’in doğum anı yaklaştığında bir ağaca yaslandı ve sancıların şiddetinden, yalnızlıktan ve iftira korkusundan Allah’tan ölüm istedi.Bu sırada bir ses duydu:

“Üzülme senin Rabbin senin ayakların altında bir çeşme yarattı ve kurumuş hurma ağacını salla, senin için taze hurmalar dökülecektir.“[3]

Hz. Meryem ve Halime arasında fazilet ve makam açısından çok fark vardır. Hz. Meryem’in temizliği ve liyakati ilahi lütfe mahzar olmasını sağlamışsa burada da bu bebeğin Allah katında sahip olduğu yüce makam, ona hizmet edenin ilahi lütfe nail olmasına sebep olmuştur.

Kaynakça:

1-Biharu’l-Envar, 15/345

2-Menakıb-ı İbn Şehraşub, 1/24

3-Meryem Suresi, 24-25. ayetler

Hz. Muhamed’in (saa) Hayatının Son Demleri

Medine’yi baştanbaşa bir ıstırap ve korkulu bir heyecan kaplamıştı. Hz. Peygamber’in (saa) ashabı, durumu yakından izlemek için, yaşlı gözler ve hüzünlü kalplerle evinin etrafını almışlardı. Evden gelen haberler, Hz. Peygamber’in (saa) durumunun ağır olduğu yönündeydi. Haberler, onun iyileşmesi yönündeki umutları yıkıyor ve ömürlerinden kısa bir müddet kaldığını, daha açık bir ifadeyle artık hayatının son demlerini yaşadığını anlatıyordu.

Ashaptan bir grup, eşsiz rehberlerini yakından görmek, ziyaret etmek istiyorlardı. Ancak durumu, yattığı odaya ehlibeyti dışında kimsenin girip-çıkmasına müsaade etmiyordu.

Hz. Peygamber’in (saa) tek yadigarı olan değerli kızı Hz. Fatıma (sa), babasının yatağının yanında oturmuş, nurlu yüzüne bakmaktaydı. O, babasının alnında ve yüzünde tomurcuklanan ölüm terlerini müşahede ediyordu.

Hz. Zehra (sa), kalbi sıkışmış, nefesi boğazına tıkanmış ve gözleri yaşlı bir halde, Ebu Talib’in Hz. Peygamber (saa) hakkında söylemiş olduğu şiiri terennüm ediyor ve şöyle diyordu:

“ Nurlu bir yüz ki, onun hürmetine buluttan yağmur talep edilmektedir.

Bir şahsiyet ki, yetimlerin sığınağı ve dul kadınların bekçisidir.”

Bu sırada Hz. Peygamber (saa), gözlerini açıverdi ve yavaşça kızına şöyle diyordu:

Bu Ebu Talib’in benim hakkımda okuduğu şiirdir. Onun yerine şu ayeti okuman daha uygun olur:

“Muhammed, yalnızca bir elçidir. Ondan önce nice elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölürse ya da öldürülürse, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz? İki topuğu üzerinde gerisin geri dönen kimse, Allah’a kesinlikle zarar veremez. Allah, şükredenleri pek yakında ödüllendirecektir.” [1]

Hz. Peygamber (saa) Kızıyla Konuşuyor

Büyük şahsiyetlerin genel olarak iş yoğunluğu ve fikir karmaşası nedeniyle kendi çocuklarına karşı ilgisiz kaldıkları, duygularının daha sönük olduğu tecrübeyle sabit olmuştur. Büyük hedefler ve dünya çapında endişeler onları öylesine kendisiyle meşgul ediyor ki, artık kendi aileleri ve çocuklarıyla ilgilenme fırsatı bulamıyorlar. Ancak yüce manevî şahsiyetlerin, en büyük hedefler ve dünya çapındaki ideallerine ve her geçen gün meşgalelerinin artmasına rağmen, sahip oldukları büyük ve geniş ruhları sayesinde, bir tarafla meşgul olmaları, diğer tarafı unutmalarına neden olmuyor.

Hz. Peygamber’in (saa) biricik kızına olan alakası, insanî duyguların doruğundaydı. Hz. Peygamber kızıyla görüşmeksizin hiçbir yolculuğa çıkmazdı. Yolculuktan döndüğünde ise, her şeyden önce onu görmeğe giderdi. Hanımlarının yanında ona saygı gösterir ve ashabına şöyle buyururdu:

“Fatıma, benden bir parçadır. Onun hoşnutluğu, benim hoşnutluğum, gazabı da benim gazabımdır.” [2]

Hz. Zehra (sa) ile görüşürken, dünyanın en duygusal ve en temiz kalpli kadını ve kocasının mukaddes hedefi uğruna büyük sıkıntılara katlanan, bütün güç ve servetini bu yolda feda eden Hz. Hatice’yi hatırlatıyordu.

Hz. Peygamber’in (saa) yatakta olduğu günlerin tamamında, Hz. Zehra (sa), onun başı ucundan bir an olsun ayrılmamıştı. Bir ara Hz. Peygamber (saa), kızına kendisiyle konuşmak istediğini ima etti. Fatıma (sa), babasına doğru eğildi ve başını ona yaklaştırdı. Hz. Peygamber (saa) de ona yavaşça bir şeyler söyledi. Kimse söylenenleri duymuyordu. Sözleri bittiğinde, Hz. Zehra (sa), şiddetle, iki gözü iki çeşme ağlamaya başladı. Biraz sonra Hz. Peygamber (saa), kendisine yine işaret etti, yine ona yavaşça bir şeyler söyledi. Bu defa Hz. Zehra (sa) güler yüzle, dudaklarında bir tebessüm belirerek kafasını kaldırdı. Bir anda bu iki zıt durum, etraftakileri şaşırtmıştı. Hz. Peygamber’in (saa) kendisine ne buyurduklarını öğrenmek istediler. Zehra (sa) “Ben, babamın sırrını açamam” diyerek söylemekten çekindi.

Hz. Peygamber’in (saa) vefatından sonra, Aişe’nin ısrarı üzerine Hz. Zehra (sa) onlara olayı açıkladı:

“Babam ilkin bana kendi ölüm haberini verdi ve ben bu hastalıktan kurtulamayacağım deyince, ben iradesiz ağlamaya başladım; ama daha sonra bana dedi ki: Ehlibeytim içinde bana ilk katılacak olan, sensin. Bu haber beni sevindirdi; zira kısa süre sonra babama kavuşacağımı anladım.” [3]

Ömrünün son demleriydi artık, gözlerini açıp şöyle buyurdu: “Kardeşimi sesleyin. Gelip yanı başımda otursun.’ Ali’yi (as) kastettiğini anladılar. Ali gelip yatağın yanında oturdu. Bir ara Hz. Peygamber’in (saa) kalkıp oturmak istediğini hissetti. Onu yatağından kaldırıp oturttu ve kendi göğsüne yasladı.[4]

Çok geçmeden, ihtizar durumu hazretin vücudunu kapladı. Birisi İbn Abbas’a Hz. Peygamber’in (saa) kimin elleri arasında can verdiğini sordu. İbn Abbas dedi ki: “Peygamber Ali’nin (as) kucağında vefat etti.’ O adam, Aişe’nin, Hz. Peygamber’in (saa) başının kendi kucağında olduğu hâlde vefat ettiğini iddia ettiğini söyleyince, İbn Abbas onu yalanladı ve dedi ki:

“Hayır! Hz. Peygamber (saa), Ali’nin (as) göğsünde vefat etti ve benim kardeşim Fazl, Ali (as) ile birlikte ona gusül verdiler.” [5]

Emirü’l-Müminin Ali (as) bir hutbesinde bu konuya işaretle şöyle buyuruyor:

“Hz. Peygamber (saa) başını göğsüme yasladığı bir hâlde ruhunu teslim etti… Ben ona gusül veriyordum ve melekler de bana yardım ediyorlardı.”[6]

Muhaddislerden bazılarının naklettiklerine göre, Hz. Peygamber’in (saa) hayatının en son demlerinde şu sözü söylemişler:

“Hayır, En yüce dost ile…’

Bu cümleden anlaşıldığı üzere, vahiy meleği onu, ruhunu teslim etmeden önce; iyileşip dünya hayatına geri dönmekle ruhunu teslim etmek arasında muhayyer kılmış, Hz. Peygamber de bu sözüyle, ruhunu teslim etmeyi tercih ettiğini ve aşağıdaki ayette bahsedilen kimselere kavuşmayı arzuladığını iletmek istemiştir:

“Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular, şehitler ve salihler ile birliktedirler. Ne güzel arkadaştırlar onlar.” [7]

Hz. Peygamber (saa) yukarıda zikredilen cümleyi söyledikten sonra, gözleri ve dudakları kapanıverdi.[8]

Vefat Günü

Yüce Allah elçisinin büyük ve mukaddes ruhu, hicrî on birinci yılın sefer ayının yirmi sekizi pazartesi günü ortalarında ebediyet âlemine kanat açtı. [9] Onun pak cesedinin üzerine Yemen kumaşından bir parça örttüler. Kısa bir müddet odanın bir köşesine bıraktılar.

Hz. Peygamber’in (saa) hanımlarının ve yakınlarının ağlamalarından, halk vefat ettiğini anladılar. Çok geçmeden, vefat haberi bütün şehre yayıldı.

Ömer bin Hattab, belli olmayan nedenlerle, evden çıkıp, “Peygamber ölmedi! O, aynı Musa (as) gibi Rabbinin yanına gitti.” diye bağırıyordu. Bu konuda o kadar ısrar etti ki, neredeyse bir grubu dahi kendi sözlerine inandıracaktı. Bu arada ashaptan biri [10] gelip, şu ayeti ona okudu:

“Muhammed, yalnızca bir elçidir. Ondan önce nice elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölürse ya da öldürülürse, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz? İki topuğu üzerinde gerisin geri dönen kimse, Allah’a kesinlikle zarar veremez. Allah, şükredenleri pek yakında ödüllendirecektir.” [11]

Emirü’l-Müminin Ali (as), Hz. Peygamber’in (saa) pak bedenine gusül verip, kefenledi; zira Hz. Peygamber (saa) : “Bana en yakın olan kişi, bana gusül verecek ve beni kefenleyecektir.” [12] buyurmuştu. Bu zat, Ali’den (as) başkası değildi. Daha sonra hazretin yüzünü açtı ve gözlerinden boşanan yaşlarla şöyle dedi:

“Anam-babam sana feda olsun, senin vefatınla -hiç kimsenin ölümüyle kesilmeyen- peygamberliğin, ilahî vahyin ve göksel haberlerin ardı arkası kesiliverdi. Bizlere, zorluklar karşısında sabırlı olmayı buyurmamış olsaydın, gözlerimin yaşı kuruyuncaya kadar sana ağlardım. Ancak bizim bu yolda gam ve kederimiz daimidir ve bu miktar bile senin yolunda oldukça azdır. Başka çare yok. Anam-babam sana feda, diğer âlemlerde bizleri hatırla ve hatıralarında bizlere de yer ver” [13]

Hz. Peygamber’e (saa) ilk olarak Hz. Ali (as) namaz kıldı. Daha sonra ashap gruplar halinde ona namaz kıldılar. Bu merasim, Salı günü öğlene kadar devam etti. Daha sonra onu, vefat ettiği kendi hücresinde defnetmeğe karar verildi. Onun kabrini, Ebu Ubeyde b. Cerrah ile Zeyd b. Sehl kazıp hazırladılar. Defin merasimleri de Ali b. Ebu Talip ve Fazl b. Abbas tarafından gerçekleştirildi.

Sonunda onulmaz, yorgunluk bilmez fedakarlıklarıyla insanlığa yeni bir sayfa açan, alın yazılarını değiştiren ve yüzlerine yeni medeniyet kapılarını açan bu büyük şahsiyetin hayat güneşi de böylece batıvermişti….

——————

[1] Âl-i İmrân, 144; el-İrşad, 98.s.

[2] Sahih-i Buhârî, 5/21

[3] İbn Sa’d, Tabakat, 2/247; el-Kâmil, 2/219

[4] age. 263.s.

[5] Tabakat, 2/263.s.

[6] Nehcü’l-Belâğa.

[7] Nisâ, 69

[8] A’lamu’l-Vera, 83.s.

[9] Şii muhaddis ve siyer yazarlarının ortak görüşü bu meyandadır. İbn Hişam’ın Siresi’nde (2/658), bir görüş olarak yer verilmiştir.

[10] Buhari’nin naklettiğine göre bu şahıs Ebu Bekir’di.

[11] Sire-i İbn Hişam, 2/656

[12] et-Tabakatu’l-Kübra, 2/57

[13] Nehcü’l-Belağa, 23. Hutbe

Peygamber Efendimizin (saa) Şefkati

Enes bin Malik şöyle diyor:

“Resulullah (saa), ashaptan birini üç gün görmediğinde, onu sorup araştırırdı, eğer sefere gitmiş olsaydı onun hakkında dua ederdi, ama eğer hasta olmuş olsaydı o zaman onun ziyaretine giderdi.”[1]

İbn-i Abbas şöyle diyor:

“Resulullah (saa) konuştuğunda veya O’ndan bir şey sorduklarında, iyice kavramaları için sözünü üç defa tekrarlardı.”[2]

Cerir bin Abdullah şöyle diyor:

“Resulullah (saa), evlerinden birine girdi, derken o ev (ashapla) dolup taştı, ben de evin dışarısında oturdum, Resulullah (saa) beni görünce elbisesini büküp bana atarak; “Onun üzerinde otur” buyurdular. Ben de onu yüzüme sürüp öptüm.”[3]

Selman-i Farisi de şöyle diyor:

“Bir gün Resulullah’ın (saa) evine gittim, Hazret bir yastığa dayanmıştı, derken onu yaslanmam için bana atarak şöyle buyurdular:” Ya Selman! Kim bir müslüman kardeşinin yanına gittiğinde, kardeşi ona ikramda bulunur ve rahat etmesi için ona yastık verirse, Allah Teala onun günahlarını bağışlar.” [4]

Cabir bin Abdullah da şöyle diyor:

“Resulullah (saa) yirmi bir savaşa katıldı, ben o savaşlardan on dokuzuna bizzat kendim şahit oldum, ama ikisine katılamadım.Bazı savaşlarda Hazretle beraberdim.Bir gece altımdaki devem çöktü, artık hareket etmedi.Resulullah (saa) insanların en arkasında hareket ediyordu. Güçsüz insanları arkasına bindirip onlar için dua ediyordu.Bana yetiştiğinde, benim ah vah ettiğimi görünce ; “Bu adam kimdir?” diye sordu. Ben; “Anam babam sana feda olsun ya Resulullah, ben Cabir bin Abdullah’ım.” dedim. “Ne olmuş” diye sordu.Cevaben, “Devem yorulmuştur, artık hareket etmiyor” dedim. Resulullah (saa) “Asan var mı?” diye sordu. “Evet vardır” dedim. Hazret o asayla deveyi kaldırdı, onu sürdü ve daha sonra onu yatırıp, “Bin” dedi. Ben de ona binip deveyle hareket ettim, benim devem onlardan ileri geçiyordu. O gece Resulullah (saa) yirmi beş defa bana mağfiret diledi.Daha sonra; “Baban Abdullah’ın ne kadar evladı vardır, acaba borcu da var mıdır?” diye sordu….. [5]

——–

1-Bihar’ul-Envar, c.16, s.233

2-Bihar’ul-Envar, c.16, s.235

3-Bihar’ul-Envar, c.16, s.235

4-Bihar’ul-Envar, c.16, s.235

5-Bihar’ul-Envar, c.16, s.233

Hz. Muhammed’e (s.a.a) Salavat

Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

“Hiç şphesiz, Allah ve melekleri Peygambere’e salat etmektedirler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin” .[1]

İmam Sadık (as) şöyle buyurmuştur:

“peygamber (saa) anıldığında, ona çok salat edin.Çünkü kim ona bir defa salat ederse Allah-u Teala ona bin salat eder…” [2]

Resulullah (saa) buyurmuştur ki :

“Kim bana bir yazıda salat yazarsa, ismim o yazıda olduğu müddetçe melekler sürekli olarak ona mağfiret dilerler.” [3]

Salavat çeşitli şekillerde söylenebilir, ama en meşhur olanı, teşehhütte de sürekli söylediğimiz şu cümledir:

“Allahumme salli ala Muhammed’in ve al-i Muhammed.”

Şunu da hatırlatalım ki, Peygamber’in âl’ini söylemeksizin O’na salat etmek, yani “Sallallahu aleyhi ve sellem” demek doğru değildir. Hazretin kendisi böyle bir salavatı nehy etmiş ve onu doğru bilmemiştir. Doğrusu şudur: ” Sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem”

Allah’ım! Muhammed ve al-i Muhammed’e salat eyle ve onların ferecini yakınlaştır.

1-Ahzab/56

2-Kafi, c.2 , s.492

3-Muniyet’ul- Murid, s.347

Hz. Muhammed’in (s.a.a) Eşleri

Soru: Resul-i Ekrem’in (s.a.a) kaç eşi vardı, niçin?

Cevap: Resulullah’ın ilk eşi Huveylid kızı Hatice’ydi. Resul-i Ekrem (s.a.a) Bi’setten 15 yıl önce 25 yaşındayken Hz. Hatice (s.a) ile evlendi. Hz. Hatice (s.a), Allah Resulü’ne (s.a.a) iman eden ilk kadındı. 25 yıl kadar Resulullah (s.a.a) ile ortak bir hayat yaşadı. İbrahim dışında Resulullah’ın (s.a.a) bütün çocukları Hz. Hatice’dendi. İslam’ın bu yüce şahsiyetli hanımı Bi’setin onuncu yılında 65 yaşında dünyadan göçtü.

Hz. Hatice’nin (s.a) irtihalinden sonra Allah Resulü (s.a.a) birtakım toplumsal ve siyasi maslahatlar gereği başka kadınlarla da evlendi. Allah Resulü’nin (s.a.a) irtihali zamanına kadar 9 eşi bulunuyordu .

Resulullah’ın dokuz eşi şunlardı:

1-Ayşe: Ebubekir b. Kuhafe’nin kızı

2-Hafsa: Ömer b. Hattab’ın kızı

3-Ümmü Seleme: Ebu Umeyye’nin kızı

4-Zeyneb: Cahş’ın kızı

5-Meymune: Haris’in kızı

6-Ümmü Habibe: Ebusüfyan’ın kızı

7-Safiyye: Hay b. Ahtab’ın kızı

8-Cuveyriye: Haris’in kızı

9-Sevde: Zem’a’nın kızı

Resulullah’ın (s.a.a) Birden Çok Hanımla Evlenmesinin Felsefesi Neydi?

Hiç kuşkusuz ki Resulullah’ın (s.a.a) evliliklerinin felsefe ve hikmetleri o günün toplumuna hakim zaman şartlarına ve ananelerine dönmektedir. Burada kısaca o şartlardan bazılarına değineceğiz.

1-O günün şartlarında Arabistan halkının büyük çoğunluğu büyük bir sıkıntı ve fakirlik içinde yaşamaktaydılar. Öyle ki dünyaya yeni gelen kız çocukları şiddetli geçim sıkıntısı ve miskinlikten diri diri toprağa gömülüyordu. Kuran’ı Kerim bu durumu şöyle açıklıyor: “Geçim sıkıntısı yüzünden evlatlarınızı öldürmeyin. Biz onları da sizleri de rızıklandırmaktayız.” (İsra-31)

2-Kadınlar ve kızlar o dönemde toplumun aktif bir gücü ve kuvveti olmadıklarından ve cahiliye araplarının savaş meydanlarından firar etmeleri alışkanlık haline gelmiş bir özellik olduğundan kadınlar kolay bir şekilde düşmana esir düşebiliyorlardı. Dolayısıyla da kadınlar tıpkı sıradan ticaret metası gibi alınıp satılmaktaydı. Bu çok olağan bir durumdu ve o günkü araplar arasında sıkça vuku bulmaktaydı. Hatta cahiliye döneminde ailenin büyük çocuğu babasının hanımlarını onun diğer eşyaları gibi miras almaktaydı. Böylesine vahim şartlarda kız çocuğunun olduğu haberini öğrenen herkes bu habere sonra derece öfkeleniyordu. Nitekim Kuran’ı Kerim konuyla ilgili şöyle buyurmaktadır: “Halbuki onlardan birine, kız doğum haberi müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolar, yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğü, dolayısıyla kavminden gizlenir. Şimdi acaba o çocuğu zillet ve horluğa katlanarak saklayacak mı? Yoksa toprağa mı gömecek? Dikkat edin verdikleri hüküm ne kötüdür. (Nahl 58-59)

3-Resul-i Ekrem’in (s.a.a) Mekke’den Medine’ye hicretinden sonra kafirlerin müslümanlar aleyhine saldırı ve savaşları başladı. Bu savaş sürecinde muhacirlerden birçok savaşçı erkek şehit düştü. Onların kadınlarından birçoğu dul ve sığınaksız kaldı. Diğer taraftan İslami gayret kadınların da suffa ehli gibi miskin ve açıkta kalmasına veya hiçbir mahremiyet bağı olmadan ensarın evine yerleştirlmesine müsaade etmiyordu.

Böylesi şartlarda eşlerini savaşlarda kaybetmiş ve sığınağı olmayan kadınların açıkta kalmaları o günkü yeni kurulmuş fakir İslam hükümeti için ciddi sıkıntılar doğurabilirdi. Allah Resulü (s.a.a) dostlarına ve sahabelerine o kadınlarla evlenmerek bakımlarını üstlenmelerini tavsiye ediyordu.

Resul-i Ekrem’in (s.a.a) kendisi de savaşlarda eşlerini kaybetmiş ve sığınağı olmayan bazı kadınların hem geçim ve bakım sorumluluğunu üstlenmek hem de siyasi bir taktikle bazı arap kabilelerini İslam’a cezbetmek maksadıyla o kadınlardan bazılarını nikahladı. Şimdi Resulullah’ın (s.a.a) evlendiği kadınların genel durumuna kısaca bir göz atalım.

Sevde: Kocası Habeşistan’dan döndükten sonra Mekke’de vefat etmiş ve sığınağı olmayan kimsesiz bir kadındı.

Ümmü Seleme: Yaşlı bir kadın olan Ümmü Seleme’nin kocası Uhud Savaşı’nda aldığı yarayla vefat ettiği için bakıma muhtaç bir kadındı.

Cuveyriye: Beni Mustalak Kabilesi’nin emiri olan Haris’in kızıydı. Medine yakınlarındaki bir bölgede yaşıyordu. Müslümanlar Beni Mustalak Kabilesi’ne saldırdıklarında kocası o savaşta öldünce o da müslümanlara esir düştü. Resulullah (s.a.a) onu ensardan olan bir şahıstan satın alarak serbest bıraktı ve daha sonra da nikahına aldı. Bu haber babası Haris’e ulaşınca Medine’ye gelerek İslamiyet’i kabul etti ve kabilesine döndü. Onun dönmesinden sonra da Beni Müstalak Kabilesi’nin büyük çoğunluğu iman etti.

Ümmü Habibe: Babası Ebusüfyan olmasına rağmen Resulullah’a iman etmiştir. Kocasıyla birlikte Habesişistan’a hicret etti. Kocası Habeşe’de vefat etti ve Ümmü Habibe kimsesiz kaldı. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a) onu nikahladı.

Hafsa: İlk önce Huneys’in oğluyla evlendi. Kocası Bedir Savaşı’nda aldığı yarayla yaşamını yitirdi. Kocasının vefatından sonra da Resulullah (s.a.a) onunla evlendi.

Resulullah’ın (s.a.a) Zeyneb binti Cahş ile evlenmesinin başka bir nedeni vardı. O hikmet şudur; Zeyneb, Resulullah’ın (s.a.a) evlatlığı olan Zeyd ile evliydi. Daha sonraları birtakım sebeplerden dolayı Zeyd ile Zeyneb boşandılar. Cahiliyet dönemi adetlerine göre kimse evlatlığının eşiyle evlenemezdi. Resulullah (s.a.a), bu yanliş cahiliye adetini ortadan kaldırmak için Allah’ın emri üzerine Zeyneb’in boşanma iddeti sonra erdikten sonra onunla evlendi ve bu cahiliye adetini ameli olarak ortadan kaldırdı. Resulullah (s.a.a) halkın olası suçlamalarında endişe ediyordu ve “Hem hatırla o vakti ki, o kendisine Allah’ın nimet verdiği ve senin de ikramda bulunduğun kimseye: “Hanımını kendine sıkı tut ve Allah’tan kork” diyordun da nefsinde Allah’ın açacağı şeyi gizliyordun. İnsanlardan çekiniyordun. Halbuki Allah kendisini saymana daha layıktı. Sonra Zeyd o kadından ilişiğini kestiği zaman, biz onu sana eş yaptık ki, oğulluklarının ilişkilerini kestikleri hanımlarını nikahlamada müminlere bir darlık olmasın. Allah’ın emri de yerine getirilmiştir. “ (Ahzab-37) ayetinin inmesiyle endişesi rahalığa dönüştü.

Kısa ve dertli toplu sunmaya çalıştığımız yazımızda Resulullah’ın (s.a.a) ömrünün son 13 yılında gerçekleştirdiği bu evliliklere baktığımızda hazretin evliliklerinin bakıma muhtaç, kimsesiz kadınların sorumluluklarını üstelenip, onların sıkıntılarını hafifletmek, düşmanlarlarla barış ortamını sağlamak ve ilahi hükümleri öğretmek amacıyla gerçekleştirdiğini anlıyoruz. Bu evliliklerin hiçbirinde nefsi ve maddi bir amacın olmadığı açık ve nettir.

Peygamber Efendimizin Veda Hutbeleri

Bu unvan bir çok kimseyi şaşırtabilir belki; zira çoğu insanımız şimdiye kadar “Vedâ Hutbeleri” değil, “Vedâ Hutbesi” ismini duymuştur. Halbuki aşağıda metinlerini vereceğimiz üzere, Allah Resulü (s.a.a) “Vedâ Haccı”nda bir yerde ve sadece bir hutbe değil, birkaç yerde ve birkaç hutbe okumuştur. Allah Resulü’nün Veda haccında, Arafat’ta, Mina’da, “Minada’ki “Hif” mescidinde, ve “Gadir-i Hum” denen yerde hutbe okuduğu elimize ulaşan rivayetler arasında. Ancak bu hutbelerin çoğunun içeriği birbirine yakın olduğu için, bazıları bunların tek hutbe olduğunu, ancak ravilerin bunları naklederken okunan yerin ve bazı bölümlerin naklinde hata yaptıkları için bu değişikliğin ortaya çıktığını söylemektedirler.

Bizce Allah Resulü, çeşitli yerlerde çeşitli hutbeler de okumuş olabilir, ama önemli olduğu için bu hutbelerde benzer konuları, değişik şekillerde ve bazı ilavelerle de buyurmuş olabilir. Nitekim her ayrı hutbede bazı ilavelerin bulunduğunu açıkça görmekteyiz. Ayrıca bu hutbeleri nakleden bazı rivayetlerin sonunda yer alan, “Allah Resulü bu hutbenin benzerini yine okudu ve benzer cümleleri yine tekrarladı.” İlavesi de bizim bu görüşümüzü te’yid etmektedir.[1]

Burada bilinmesi gereken husus şudur ki nakledilen bu yerlerin hepsi kesin olmasa dahi, veda haccında iki yerde hutbe okunduğunda hiçbir şüphe yoktur. Bunlardan birisi Hac zamanı (Arafat, Mina veya Hîf mescidinde), diğeri ise Hac amelleri sona erip Mekke’den ayrıldıkları bir sırada, Mekke yakınlarında yolların birbirinden ayrıldığı nokta olan “Gadir-i Hum” mevkiinde okunmuştur.

Biz burada Bu hutbeleri sırasıyla, sizlere nakledeceğiz. Tabi bu arada özellikle Ehl-i Beyt’ten nakledilen kaynakları dikkate almakla birlikte, Sünni kaynaklarda nakledilenlere değinmeği de ihmal etmeyeceğiz. İnşaallah yeri geldiğinde göreceğiniz gibi bugün “Veda Hutbesi” diye meşhur olan hutbe, hatta bir çok Sünni kaynağa göre bile eksiktir.

Bu hutbelerde en çok dikkati çeken husus, Allah Resulü’nün, ister hac sırasında, ister Gadir-i Hum’da, isterse Medine dönüşünde okuduğu bütün hutbelerde, Ehl-i Beyt’ini ümmete hatırlatıp Kur’an-ı Kerim’in yanı sıra Ehl-i Beyti’ni de ümmete ağır ve paha biçilmez bir emanet olarak bıraktığını ve onlara sarıldıkları müddetçe asla dalalete düşmeyeceklerini ve bu ikisinin kıyamete kadar birbirinden asla ayrılmayacaklarını vurgulamasıdır.

Gerçi bazı Sünni kaynaklarda bu hutbelerin bazısında Ehl-i Beyt yerine “Sünnet” kelimesi zikredildiği görülmektedir. Ancak, evvela, Ehl-i Beyt kelimesinin zikredildiği rivayetler daha çoğunluktadır; saniyen sünnet kelimesini nakleden rivayetler, Kütüb-i Sütte’nin hiçbirisinde nakledilmemiştir; sadece imam Malik’in El-Muvatta’sında senetsiz olarak zikredilmiştir. Oysa Ehl-i Beyt’i zikreden hadisler, Kütüb-i Sitte’den Sahih-i Muslim, Sünen-i Tirmizi, Müsned-i Ahmed b. Hanbel’de, ve Müstedrek-üs Sahihayn, Hasais-i Nesai, Sünen-i Beyhakî, Sünen-i Darimî, Kenz-ül Ummâl, Üsd-ül Gâbe, Dürr-ül Mensur, Müşkil-ül Âsâr, Tarih-i Bağdad, Taberânî, Tefsir-i Fahr-i Râzî, Mecme-üz Zevâid, Feyz-ül Kadir, Tahzib-ül Âsâr, Hilyet-ül Evliyâ, Sevâik-ül Muhrika, gibi onlarca meşhur kaynakta, çeşitli senetlerle nakledilmiştir ki bunların sayısını İbn-i Hacer-i Mekki yirmi küsür olarak zikretmektedir. Bu da bu hadisin mutevatir olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Salisen sünnet kelimesini zikreden rivayetlerin doğruluğunu kabul etsek dahi, bunun öbür rivayetlerle hiçbir çelişkisi yoktur; hatta birbirini tamamlar niteliktedir. Adeta Allah Resulü, sahih İslam’ı öğrenmek için Kur’an ve Sünnet’i kaynak olarak gösterdikten sonra, bunun, yani Kur’an’ın sahih tefsirini ve Resulullah’ın sahih sünnetini öğrenmenin en güvenilir kanalının Ehl-i Beyt’i olduğunu ümmete öğütlemektedir. Nitekim Ehl-i Beyt’i devreden çıkararak, Kur’an’ı ve Sünnet’i öğrenmeğe çalışanların, düştükleri çelişkileri, hem tarih sayfalarında, hem de günümüzde müşahede etmekteyiz. Ümit ediyoruz ki  Müslüman kardeşlerimiz, bir an evvel bu gafletten uyanıp asırlar boyu unuttukları ve ya unutturuldukları Ehl-i Beyt gibi tertemiz ve şaibesiz hazineyi yeniden keşfeder ve Resulullah’ın müekket tavsiyelerine rağmen Kur’an’dan ayırdıkları bu emanete yeniden sahip çıkıp Resulullah’ın sadece kuru bir “sevgi” değil, onlara “sarılmayı” ve böylece yanlışlardan korunmayı istediğini bilmeleridir artık.

Hatırlatmamız gereken bir diğer husus ise şudur ki Allah Resulü’nün “Gadir-i Hum”da okuduğu hutbe Ehl-i Beyt’ten gelen hadislerde çok daha geniş bir şekilde nakledilmiştir. Ancak biz, bu uzun metnin yerine Sünni kardeşlerimizle aynı şeyleri paylaşmak için Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet rivayetlerinde müştereken nakledilen bölümleri almayı tercih ettik ve kimseye itiraz yeri bırakmamak için de her bölümün kaynağını dipnotta ayrıntılı bir şekilde zikrettik.

Şunu da hatırlatmamız gerekir ki bu hutbenin bütün bölümleri bütün Sünni kaynaklarda nakledilmemiştir ve dikkat edeceğiniz gibi biz çeşitli Sünni kaynaklarda nakledilen bölümleri bir araya getirerek vereceğiz. Ancak hutbenin bir bölümü var ki (Ehli Beyt mektebine göre bu, hutbenin en önemli bölümüdür ve hutbenin okunmasındaki asıl amaç da zaten o mesajı vermek içindi) bu bölüm çeşitli Sünni kaynaklarda mütevatiren nakledilmiştir ki Merhum Allame Emini “El-Gadir” isimli 11 ciltlik şaheserinde bu hadisi, 110 sahabiden, seksen küsür tabiiden, 350’yi aşkın Sünni kaynağa dayandırarak nakletmektedir. İsteyen kardeşlerimiz, o eşsiz eserin birinci cildine müracaat ederek bunları en ince ayrıntılarına kadar görüp inceleyebilir. O bölüm şu cümlelerden ibarettir: “Ey insanlar! Allah benim mevlamdır, ben de sizin mevlanız-efendinizim. O halde ben kimin mevlası isem, bu Ali de onun mevlasıdır.” “Allah’ım! Onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol. Ona yardım edene yardım et, onu yalnız bırakanı yalnız bırak…”

Ehl-i Beyt mektebine tabi olanlar, çeşitli karinelere ve delillere dayanarak buradaki “Mevlâ” kelimesinin, Resulullah gibi mu’minler üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahip olan veli-yönetici anlamına geldiğini, dolayısıyla bu nasla Resulullah’tan sonra böyle bir yetkinin Hz. Ali’ye verilip imamet ve hilafete atandığı görüşündedirler. Ehl-i Sünnet ise, buradaki “Mevla” kelimesinin dost anlamında kullanıldığı görüşündedirler. Ancak biraz öncede belirttiğimiz gibi, Ehl-i Beyt mektebi taraftarları çeşitli karine ve delillere dayanarak bunun doğru olamayacağını yerinde açıklamışlardır. Fakat burada bizim amacımız bu konuyu geniş bir şekilde açıklamak olmadığı için, geniş bilgi sahibi olmak ve bu itirazları ve geniş cevaplarını öğrenmek isteyen kardeşlerimizi akaid kitaplarına, özellikle biraz önce ismini verdiğimiz “El-Gadir” kitabının birinci cildine müracaat etmelerini tavsiye ediyoruz.

Şimdi bu hutbelerin metnini sizlere sunmaya çalışacağız. Hak Teala gereğince amel etmeği hepimize nasip buyursun.

1- Arafat’ta Okuduğu Hutbe:

“Hamd Allah’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve bağışlanma diler, O’na tevbe ederiz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden O’na sığınırız. (Yaptığı amellerinden dolayı) Allah’ın hidayet ettiği birisini kimse saptıramaz ve (hak ettiği için) Allah’ın saptırdığı birisini kimse hidayet edemez. Şahadet ederim ki Allah’tan başka bir İlah yoktur; tektir ve şeriki yoktur. Ve şehadet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve Resulü’dür. Ey Allah’ın kulları, size Allah’tan korkmayı ve ona itaat etmeyi tavsiye ediyorum. Hayırlı olanla başlamayı Allah’tan diliyorum.

Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz; sizlere bazı açıklamalarda bulunacağım. Bilmiyorum; belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım. İnsanlar! Bu gününüz, bu ayınız, bu şehriniz Mekke nasıl kutsal ve saygın ise, Rabb’inize kavuşana dek, canlarınız, mallarınız ve namuslarınız da öyle saygındır; (her tür tecavüzden korunması gerekir). Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve O sizleri yaptığınız her hal ve hareketten sorguya çekecektir. Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine iade etsin.

Ey insanlar! Artık faiz ve tefeciliğin kaldırılmıştır. Bu durumda sadece sermayenizi alabilirsiniz. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah’ın hükmü gereği faiz ve tefecilik yasaktır. Kaldırdığım ilk faiz ise (amcam) Abbas b. Abdilmuttalib’in faizidir. O devirde güdülen bütün kan davaları da kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası da (amcam-oğlu) Rabîa’nın oğlu Amir b. Hars b. Abdilmuttalib’in kan davasıdır. Ka’beye hizmet etmek ve hacılara su dağıtmak dışında, câhiliyye döneminden kalma bütün adetler kaldırılmıştır. Kasten adam öldürmenin cezası kısastır. Kasta benzer biçimde; taş ve sopayla adam öldüren ise 100 deve diyet vermelidir. Bundan fazlasını talep etmek câhiliyye adeti sayılır.

Ey insanlar! Şeytan, bu topraklarınızda, kendisine tapılacağından umudunu yitirmiş durumdadır. Ancak bunun dışında, önemsemediğiniz bir takım amellerinizde ona uymanıza razı olmuştur.

Ey insanlar! Haram ayları ertelemek ancak küfrü artırır. Bununla kâfirler büsbütün sapıklığa düşerler. Allah’ın haram kıldığı ayların sayısını denkleştirmek için, erteledikleri o ayı bir yıl helal, bir yıl haram sayarlardı. Zaman, göklerin ve yerin yaratıldığı günkü gibi dönmektedir. Gerçekten Allah katında (kamerî) ayların sayısı, Allah indine, gökleri ve yeri yarattığı gün, Allah’ın kitabında 12 ay olarak belirlenmiştir. Bunların dördü haram aylardır: üçü peşpeşe gelir ki Zilka’de, Zilhicce ve Muharrem’dir; birisi ise Cemaziyelevvel ve Şa’ban’ın arasında yer alan Recep’tir.

Ey insanlar! Sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız olduğu gibi, onların da sizin üzerinizde hakları vardır: Sizin onlar üzerindeki haklarınız, yatağınızı bir başkasına çiğnetmemeleri, izniniz olmadan yuvanıza hoşlanmadığınız birisini almamaları ve bir ahlaksızlıkta bulunmamalarıdır. Böyle bir şey yaptıkları takdirde, Allah size, onlara öğüt verme, yataklarını ayırma ve onlara hafifçe vurma izni vermiştir. Böyle bir şey yapmadıkları sürece, onların da sizin üzerinizdeki hakları, güzel bir biçimde nafakalarını ve giyimlerini temin etmenizdir. Onlar sizin nazik yaratılışlı yardımcılarınızdır. Siz onları Allah’ın birer emaneti olarak aldınız ve yine Allah adına onların ırz ve namuslarını helâl edindiniz. Kadınlar hakkında Allah’tan korkun (onların haklarını gözetin) ve onlara hayrı tavsiye edin.

Ey insanlar! Mu’minler kardeştirler; hiçbir kimseye (mu’min) kardeşinin malı, rızası olmadan helal olmaz. Sakın benden sonra eski günlere dönüp de birbirinizin boynunu vurmayın. Ben sizin aranızda iki ağır-paha biçilmez emanet bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız: Allah’ın Kitabı ve benim Ehl-i Beytim. Bunlar havuz başında benimle buluşuncaya kadar, birbirlerinden asla ayrılmazlar.

Ey insanlar! Rabb’iniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktan yaratılmıştır. Allah katında en değerli olanınız, O’na saygıda en üstün olanınızdır. Arab’ın Arap olmayana, Allah’a göstereceği saygı dışında, hiçbir üstünlüğü yoktur. Unutmayın burada olanlar, olmayanlara da bunları iletsin.

Ey insanlar! Allah her hak sahibine mirastaki payını vermiştir. Onun için vârise 1/3’ten fazla vasiyet hakkı yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona âittir. Zinâ eden taşlanarak öldürülmelidir. Kim babasından başkasının oğlu olduğunu iddia eder, efendisinden başkasına intisâba kalkarsa; Allah’ın, meleklerin ve bütün lanet edenlerin laneti onun üzerine olsun. Allah böyle kimselerin ne farz, ne de nâfile ibâdetlerini kabul eder. Kölelerinizin haklarına da riayet edin; onlara yediklerinizden yedirin, giydiklerinizden giydirin. Bağışlayamayacağınız bir hata işlerlerse elinizden çıkarın, ama cezâlandırmayın.

Ey insanlar! Bu anlattıklarımı burada bulunanlar bulunmayanlara da ulaştırsın. Çünkü burada bulunamadığı için sözlerimi dinleyemeyen nice kimseler, burada bulunup ta dinleyenlerden daha kavrayışlı ve anlayışlı olabilir.

Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar; ne diyeceksiniz?”

Orada bulunan ashâb: “Allah’ın elçiliğini îfâ ettin. Vazifeni yerine getirdin. Bizlere tavsiyelerde bulundun, diye şâhitlik edeceğiz.” Diye cevap verdiklerinde, Allah’ın Rasûlü (s.a.a) şehâdet parmağını kaldırdı ve kalabalığın üzerinde gezdirerek üç defa şöyle buyurdu:

“Allah’ım Şâhit ol! Allah’ım Şâhit ol! Allah’ım Şahid ol!”[2]

2- Minâ’da Okuduğu Hutbe:

Allah’a hamd u senadan sonra şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! sözümü dinleyin ve üzerinde düşünerek (onu anlamaya çalışın) bilmiyorum belki bu yılımdan sonra bir daha sizinle burada buluşamam. Sonra devam şöyle etti:

Acaba, hangi günün en değerli gün olduğunu biliyor musunuz?” İnsanlar: “Bu gün” diye cevap verdiler. “Peki aylardan hangisi?” diye sorunca yine “bu ay” dediler. “Beldelerden hangisi, en değerli ve en hürmetli beldedir?” diye sordu. Onlar da “bu belde (Mekke)” diye cevap verdiklerinde, şöyle buyurdu: “Hiç şüphesiz sizin kanlarınız, mallarınız ve namuslarınız birbirinize aynı bu günün, bu ayın ve bu beldenin hürmet ve saygınlığı gibidir ve bu Rabbimizi mülakat edeceğiniz güne kadar devam edecektir ki o gün amellerinizden sizi hesaba çekecektir. Ey insanlar! Üzerime vazife olanı size tebliğ ettim mi?” “Evet” deyince, “Allah’ım  sen de şahit ol.” buyurdu.

Sonra şöyle devam etti: “Şunu iyi bilin ki cahiliyet döneminin göstergelerini ve bidatlerini veya o zamandan kalan kan ve mal davalarının hepsini ayaklarım altına almış bulunuyorum. Kimsenin kimseye takva dışında bir üstünlüğü yoktur. Gerekeni size ilettim mi?” “Evet” dediklerinde şöyle devam etti.: “Allah’ım sende şahit ol.”

“Şunu bilin ki cahiliyet zamanından kalan her türlü faizli (borç)  kaldırılmıştır. İlk kaldırılan faiz ise (amcam) Abbas b. Abdilmuttalib’in faizidir.

Yine cahiliyet zamanından kalan bütün kanların (kısas hakkı) kaldırılmıştır; ilk kaldırılan kan ise (amcamın oğlu) Haris bin Rabia’nın kanıdır. Acaba gerekeni tebliğ ettim mi?” “Evet” dediler. O zaman “Allah’ım sen de şahit ol” diye ekledi.

“Bilin ki Şeytan sizin bu topraklarınızda tapılmaktan ümidini kesmiştir.  Ama o (çaresiz) iyi amellerinizi küçümseyip onlarda ihmalkarlık yapmanıza razı olmakla yetinmiştir; bilin ki ona itaat etmek, ona ibadet etmektir.

Ey insanlar unutmayın ki Müslüman müslümanın kardeşidir gerçekten. Hiçbir Müslüman’a, Müslüman birisinin kanı helal olmaz. Hiçbir Müslüman’a, Müslüman’ın malı, kendi gönül rızasıyla verdiği hariç, helal olmaz.

Ben, insanlar “Lailahe illallah” deyinceye kadar onlarla savaşmaya emredildim. Ama bu cümleyi söylediklerinde kanları ve mallarını benden korumuş olurlar; (Allah’ın) belirlediği bir hak olursa o başka; (kıyamet) hesapları ise Allah’a aittir. “Ey insanlar gerekeni tebliğ ettim mi?” “Evet” deyince şöyle arz ettiler: “Allah’ım sen de şahid ol!”

“Ey insanlar! Sözümü ezberleyin ki benden sonra ondan yararlanasınız. Onu kavramaya çalışın ki bu vesileyle benden sonra yücelesiniz.

Aman! Benden sonra kafirler olarak geri dönüp dünya için kılıçla birbirinizin boynunu vurmaya çalışmayın!”

Sonra şöyle devam ettiler: “Şunu bilin ki ben, sizin aranızda iki şey (emanet) bırakıyorum ki eğer onlara sarılırsanız asla dalalete düşmezsiniz; Allah’ın kitabını ve Ehl-i Beyt’im olan itretimi. Latif ve her şeyden haberdar olan (Allah), bana haber vermiştir ki bu ikisi, (Kevser) havuzu başında bana varıncaya kadar asla birbirinden ayrılmazlar. Unutmayın ki kim bu ikisine sarılırsa kurtulmuştur ve kim onlara muhalefet ederse, helak olmuştur. Acaba gerekeni tebliğ ettim mi?” Oradakiler “Evet” deyince, şöyle arz ettiler: “Allah’ım, sen de şahid ol!”

Sonra şöyle devam ettiler: “Bilin ki sizden bazı kişiler havuz başında benim yanıma varid olacaklar, ancak tanınıp benden uzaklaştırılacaklar. Ben, “Ya Rabbi, bunlar benim ashabımdırlar!” diyeceğim. Cevabımda şöyle denilecek: “Ey Muhammed, onlar senden sonra yeni şeyler icad ettiler ve senin sünnetini değiştirdiler. O zaman ben de şöyle diyeceğim: “Uzak olsunlar, uzak olsunlar!”[3]

3- Mina’daki Hîf Mescidi’nde Okuduğu Hutbe:

“Allah, benim sözlerimi duyduğunda (onu iyice) dinleyip onu duymayanlara ulaştıranın (yüzünü) nurlandırsın. Ey insanlar, burada olanlar, olmayanlara da ulaştırsın; zira nice fıkıh (idrake layık söz) taşıyan vardır ki, kendisi derinlemesine onu anlamaz. Ve nice fıkıh taşıyan kimse vardır ki onu kendisinden daha derin düşünen kimseye ulaştırır.

Üç şey vardır ki Müslüman bir kimsenin kalbini onlardan hiçbir şey saptırmamalıdır: Allah iç ameli halis kılmak, Müslümanların (hak) imamlarının hayrını isteyip onlara itaat etmek ve onların topluluğundan ayrılmamak. Müslümanların imamlarının daveti bütün Müslümanları ilgilendirir. Mu’minler birbirleriyle kardeştirler ve kan ve ırk açısından eşittirler. Başkalarına karşı tek el gibidirler. Onların en zayıflarının bağladığı ahit ve sözleşmeye bile (herkes) sadık kalmalıdır.”

Ardından şöyle devam ettiler: “Ey insanlar, hiç şüphesiz ben sizin aranızda iki ağır-paha biçilmez emanet bırakıyorum.” “Ya Resulallah, nedir bu iki ağır emanet?” diye sorduklarında şöyle buyurdu: “Allah’ın kitabı ve benim itretim olan Ehl-i Beyt’im; latif ve her şeyden haberdar olan (Allah), bana haber verdi ki (Kevser) havzu başında bana varıncaya kadar bu ikisi asla birbirlerinden ayrılmazlar; (işaret parmaklarını birleştirerek) aynı benim şu iki işaret parmağım gibi. (Yani her yönleriyle eşittirler.) İşaret ve orta parmaklarım gibi demiyorum ki birisi diğerinden farklı olmuş olsun!”[4]

4- Gadir-i Hum’da Okuduğu Hutbe:

Hicretin onuncu yılında, Zilhiccet-il Haram ayının on sekizinde[5] Resulullah (s.a.a) vedâ haccından dönerken[6] Gadir-i Hum bölgesinde, Cuhfe ismindeki bir menzilde,[7] Medine, Mısır ve Şam (Suriye) yollarının ayrımında[8] Resul-i Ekrem’e (s.a.a) şu ayet nazil oldu:

“Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevi) yapmayacak olursan, O’nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.” (Maide, 67)

Bu ayet indikten sonra, Resul-i Ekrem (s.a.a) kervanlara durmalarını ve oracıkta bineklerinden inmelerini emretti. İleridekileri çağırttı, geride kalanlar da gelip yetiştiler.[9]

Sonra ashabını, dağılmamaları için oradaki dikenlerin gölgesinde gölgelenmekten alıkoydu, ağaçların dibini de diken, çör-çöpten temizlemelerini buyurduktan sonra[10] halkı cemaat namazına davet etti.[11]

Ashap bir diken ağacının dalları üzerine elbiseler atarak Resulullah (s.a.a) için bir gölgelik hazırladılar.[12] O hazret öğle namazını o yakıcı sıcaklıkta,[13] o cemaatla birlikte kıldıktan sonra, hutbe için ayağa kalktı. Allah’a hamd-u senâve insanlara öğüt ve nasihatte bulunduktan sonra şöyle buyurdu:

“Yakında ben (İlahî) davete icabet edeceğim; (dünyadan göçüp gideceğim). Ben de, siz de Allah katında sorumluyuz. O gün siz Allah’a ne cevap vereceksiniz?” Oradakiler hep bir ağızdan:

“Senin risaletini tebliğ ettiğine, bize nasihat edip hayrımızı istediğine tanıklık edeceğiz; Allah seni hayırla mükafatlandırsın!” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a), “Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve peygamberi olduğuna, cennet ve cehennemin hak olduğuna şehadet ediyor musunuz? diye sorunca da insanlar, “evet” dediler. “Bütün bunlara tanıklık ederiz.” Bu defa da, “Benim sesimi duyuyor musunuz?” diye sordu. Buna da “evet” cevabını verdiler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Ben sizden önce, sizden ayrılacağım ve siz Kevser Havuzu’nun başında bana geleceksiniz. O öyle bir havuzdur ki, genişliği Busrâ’dan San’â’ya kadardır.[14] O havuzun kenarında, gökteki yıldızların sayısınca gümüş kadehler vardır. Ben orada, sizin aranızda emanet bıraktığım iki paha biçilmez şeyi soracağım. O halde benden sonra o iki şeye nasıl davranmanız gerektiğine dikkat edin!”

Bu arada halkın içinden biri seslenerek, “Ya Resulullah! O iki paha biçilmez şey nedir?” diye sordu. Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu:

“Onlardan biri, bir tarafı Allah’ın elinde ve diğer tarafı ise sizin elinizde olan Allah’ın Kitabı’dır. Ona yapışın; sapmayın ve değiştirmeyin; diğeri ise, İtretim olan Ehl-i Beytim’dir. Latif ve her şeyden haberdar olan (Allah), bu ikisinin (Kevser) Havuzu’nun başında bana ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmayacağını bildirdi. Ben Allah’tan bunu istedim. O halde, o ikisinden öne de geçmeyin, arkaya da kalmayın; yoksa helak olursunuz. Onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın; çünkü onlar sizden daha bilgilidirler.”

Sonra şöyle devam etti:[15]

“Benim müminlere kendi nefislerinden daha evla ve üstün olduğumu (onlar üzerinde tasarruf ve yetki sahibi olduğumu) bilmiyor musunuz?”

Halk “Evet, ya Resulullah biliyoruz!”[16] diyince şöyle buyurdu:

“Benim her mümine kendi nefsinden daha evla olduğumu bilmiyor musunuz?” Halk yine “evet, biliyoruz ya Resulullah!” dediler.[17]

Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) Ali’nin elinden tutarak koltuğunun altındaki beyazlık görününceye kadar kaldırıp[18] şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Allah benim mevlamdır, ben de sizin mevlanız-efendinizim.[19] O halde ben kimin mevlası isem, bu Ali de onun mevlasıdır.”[20] “Allah’ım! Onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol.[21] Ona yardım edene yardım et, onu yalnız bırakanı yalnız bırak.[22] Ona muhabbet edene muhabbet et, ona buğz edene buğz et.”[23] Sonra şöyle buyurdu: “Allah’ım sen de şahid ol”[24]

Ravi der ki, daha bu ikisi (Resulullah ve Ali) birbirinden ayrılmamıştı ki şu ayet nazil oldu: “Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip-beğendim.” (Mâide/3)

Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Dini mükemmelleştiren, nimetleri tamamlayan, benim risaletimden ve Ali’nin velayetinden hoşnut olan Allah en yücedir.”[25]

Yakubi kendi Tarih’inde Medine’de nazil olan ayetlerden bahsederken şöyle yazar: Resulullah’a (s.a.a) nazil olan en son ayet “Bugün size dininizi kemale erdirdim” ayetidir. Bu rivayet sahihtir. Bu ayet, Resulullah (s.a.a) Gadir-i Hum’da Ali b. Ebi Talib’in velayet ve hilafetini açıkça herkese duyurduktan sonra nazil oldu.[26]

Bu törenin ardından Ömer b. Hattab Hz. Ali’yi görerek şöyle dedi: “Ey Ebu Talib oğlu, ne mutlu sana! Erkek ve kadın her mu’minin velisi-efendisi oldun.”[27]

Başka bir rivayette ise şöyle geçer: Ömer b. Hattab Hz. Ali’ye “Ne mutlu sana ey Ebu Talib’in oğlu!” dedi.[28]


[1]- Nâsih-ut Tevârih, Hicret Bölümü, S.499, Bihâr-ül Envâr, C.21, S.405.

[2]- Siret-u İbn-i Hişam, S.605, Nâsih-ut Tevârih, Hicret Bölümü, S.499, Bihâr-ül Envâr, C.21, S.405, El-Hisal, C.2, S.84.

[3]- Bihar-ül Envâr, C.37, S.113. Hutbenin son bölümü (Bilin ki sizden bazi kisiler…), cüzî bir farkla Ehl-i Sünnet’in Şu kaynaklarında da nakledilmiştir:
Sahihi Buhâri, Maide Suresi tefsirinde “… ve kuntu aleyhim şehîdâ…” babında ve Kitab-ül Enbiya “… ve ittehazallahu…” babında ve Sahihi Tirmizi “Saffet-ul Kıyame” ve “…Macâe fî şa’n-il Haşr…” babları ve Tâhâ Suresi tefsiri kısmında. Sahihi Buhari, Kitab-ur Rıkâk, Fi’l Havz bâbı, C.4, S.95 ve Kitab-ül Fiten “Ma-câe fi kavlillahi Teala” babı ve Sünen-i İbni Mâce, Kitab-ül Menâsik, “Hutbet-u yevmin-nehar” babı, 5830. hadis ve Müsned-i Ahmed, C.1, S.453 ve C.3, S.28 ve C.5, S.48. Sahihi Müslim, Kitab-ül Fezâil, “İsbât-u havz-ı nebiyyina” babı, C.4, S.1800, 40. hadis.

[4]- Bihar-ül Envâr, C.37, S.113.

[5]- Hakim Haskani, c.1, s.192-193.

[6]- Mecma-uz Zevaid, c.9, s.105 ve 163-165.

[7]- Mecma-uz Zevaid, c.9, s.163-165; İbn-i Kesir, c.5, s.209-213.

[8]- Mu’cem-ul Buldan, “el-Cuhfe” maddesi.

[9]- Tarih-i İbn-i Kesir, c.5, s.213.

[10]- Mecma-uz Zevaid, c.9, s.105 ve İbn-i Kesir, c.5, s.209’da buna yakın söyler.

[11]- Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.6, s.281; Sünen-i İbn-i Mace, “Fazl-u Ali (a.s)” babı; Tarih-i İbn-i Kesir, c.5, s.209-210.

[12]- Müsned-i Ahmed, c.4, s.372; Tarih-i İbn-i Kesir, c.5, s.212.

[13]- Müsned-i Ahmed, c.4, s.281; Sünen-i İbn-i Mace, “Fazl-u Ali (a.s)” babı; Tarih-i İbn-i Kesir, c.4, s.212.

[14]- Busra Dimeşk’in yakınlarında bir kasabaydı, diğeri ise Bağdat yakınlarında bir yerdi. Elbette Resulullah’ın (s.a.a) bu benzetmesi, etrafındakilerin sadece o havuzun genişliğini düşündükleri içindi. -müt-

[15]- Mecma-ul Beyan, c.9, s.162-163 ve 165. Bazı sözcükleri Hakim Haskanî’nin rivayetlerinde, c.3, s.109-110 ve Tarih-i İbn-i Kesir, c.5, s.209’da geçmiştir.

[16]- Müsned-i Ahmed, c.1, s.118 ve 119 ve c.4, s.281; Sünen-i İbn-i Mace, c.1, s.43, h:116. “Evet öyledir” anlamında olan “belâ” kelimesi yerine Müsned-i Ahmed’de, c.4, s.281, 368, 370, 372’de “Neam” (evet) kelimesi kaydedilmiştir. Tarih-i İbn-i Kesir,de, c.5, s.209 ve c.5, s.210. “Elestu evla bi-kulli imriin min nefsihi” de gelmiştir.

[17]- Müsned-i Ahmed, c.4, s.281, 368, 370, 372; Tarih-i İbn-i Kesir, c.9, s.209, 212.

[18]- Hakim Haskani’nin naklettiği rivayette, c.1, s.190’de “Fe refea yedehu hetta yura beyazu ibteyhi” ve s.193’de “Hetta bane beyazu ibteyhima” tabiriyle geçmiştir.

[19]- Şevahid-ut Tenzil, c.1, s.191; Tarih-i İbn-i Kesir, c.5, s.209 “Ene mevla kulli mümin” lafzıyla geçmiştir.

[20]- Bu konu şimdiye kadar ismini getirdiğimiz bütün kaynaklarda kaydedilmiştir.

[21]- Müsned-i Ahmed, c.1, s.118, 119, c.4, s.281, 370, 372, 373, c.5, s.347, 370; Müstedrek-i Hakim, c.3, s.109; Sünen-i İbn-i Mace, “Fazl-u Ali” babı; Hakim Haskani, c.1, s.190, 191; Tarih-i İbn-i Kesir, c.5, s.209, 210-213. Bu kitapta c.5, s.209’da şöyle geçer: Zeyd’e, “sen bunu Resulullah’tan duydun mu?” diye sordum. Zeyd, “O çölde bunu gözleriyle görmeyen ve kulaklarıyla duymayan kimse yoktur” dedi. İbn-i Kesir daha sonra, bu hadisi Abu Abdullah Zehebî sahih bilmiştir, der.

[22]- Müsned-i Ahmed, c.1, s.118, 119; Mecma-uz Zevaid, c.9, s.104, 105, 107; Şevahid-ut Tenzil, c.1, s.193; Tarih-i İbn-i Kesir, c.5, s.210, 211.

[23]- Şevahid-ut Tenzil, c.1, s.191; Tarih-i İb-i Kesir, c.5, s.210.

[24]- Şevahid-ut Tenzil, c.1, s.190.

[25]- Haskani Ebu Said’i Hudri’den, c.1, s.157-158, h:211 ve 212 ve Ebu Hüreyre’den, s.158, Hadis: 213 ve İbn-i Kesir’in tarihinde bu konu özetle kaydedilmiştir.

[26]- Tarih-i Yakubî, c.2, s.43.

[27]- Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.4, s.281, Tarih-i İbn-i Kesir, c.5, s.210, Sünen-i İbn-i Mace, “Fazl-u Ali” babı; Rıyad-un Nadire, c.2, s.169; Tarih-i İbn-i Kesir, c.5, s.210.

[28]- Şevahid-ut Tenzil, c.1, s.157-158.

Hz. Muhammed (s.a.a)’in Hayatıyla İlgili Sorular ve Cevaplar

S. 1- Hz. Resulullah (s.a.a)’in meşhur lakapları nedir?

C. 1- Resulullah, Hatem’ül- Enbiya.

S. 2- Hz. Resulullah (s.a.a)’in anne ve babasının adları nedir?

C. 2- Babasının adı Abdullah, annesinin adı ise Amine’dir.

S. 3- Hz. Resulullah (s.a.a) ne zaman ve nerede dünyaya geldi?

C. 3- Miladi 571 yılının, Rabiulevvel ayının 17’sinde, Cuma günü, şafak vakti, Mekke-i Muazzama’da dünyaya geldi.

S. 4- Hz. Resulullah (s.a.a)’in iki isimli olmasının sebebi nedir?

C. 4- İki isimli olmasının sebebi şudur: “Muhammed” ismini ceddi Abdulmuttalib, “Ahmed” ismini ise (Abdulmuttalib’den önce) annesi Amine Peygamber için seçmişti.[1] Hz. Peygamber’in kendisi de şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünde övülmüş olduğumdan dolayı “Muhammed” ismiyle, göklerde yeryüzünden daha fazla övüldüğümden dolayı da “Ahmed” ismiyle adlandırılmışım.”[2]

S. 5- Resulullah (s.a.a)’in ismi Kur’ân’da kaç defa zikredilmiştir?

C. 5- Hz. Peygamber’in mübarek ismi Kur’ân’da beş defa zikredilmiştir:

a) “Muhammed yalnızca bir peygamberdir. Ondan önce nice peygamberler gelip geçmiştir.” [3]

b) “Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir, ancak o Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.”[4]

c) “İman edip salih amellerde bulunan ve Muhammed’e indirilene (Kur’ân’a) -ki o Rablerinden olan bir haktır- iman edenlerin, (Allah), kötülüklerini örtüp bağışlamış, durumlarını düzeltip ıslah etmiştir.”[5]

d) “Muhammed, Allah’ın Resulüdür. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler.” [6]

“Hani Meryem oğlu İsa: ‘Ey İsrail oğulları, gerçekten ben, sizin için Allah’tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi “Ahmed” olan bir peygamberin de müjdeleyicisiyim demişti.”[7]

Hz. Peygamber’in ismi, sıraladığımız ilk dört surede “Muhammed”, beşinci surede ise “Ahmed” olarak geçmiştir.

S. 6- Hz. Resulullah (s.a.a)’in şekli, siması ve ahlaki sıfatları nasıldı?

C. 6- Hz. Resulullah (s.a.a)’in siması dolunay gibi nurluydu, gözleri de azametli görünüyordu, boyu çok uzun değildi, saçları ne çok kıvırcık ve ne de çok yatıktı, yüzü beyaz ve nurlu idi, uzun ve keman kaşlı idi, alnının arasında bir damar vardı ki gazaplandığında kabarıp şişiyordu, burnu sivri idi, mehasini (sakalı) gürdü, dişleri parlak ve inci gibiydi, bedenindeki azaların hepsi normaldı, göğsü ve karnı aynı hizada idi, iki omzunun arası genişti, bedeninin eklemlerindeki kemiklerin başı iri idi, (bunlar şecaat ve kuvvet nişanesidir ve Araplar arasında methedilen bir şeydir), teni beyaz ve nurlu idi, parmakları uzundu, kol ve bacakları uzun ve düz idi, ayakları düz taban olmadığından yerle temas etmiyordu.

Vakarla yürüyordu, karşılaştığına selam verirdi, gerek görmeden konuşmazdı, konuştuğunda da az ve öz konuşurdu, kimseyi tahkir etmezdi, az nimeti çok sayardı, hiçbir nimeti kötülemezdi, gülmelerinin çoğu gülümsemekti, ashabından birini görmediğinde onu araştırıp sorardı, onların durumlarından haberdar olurdu, ashabından gafil olmazdı (batıla yönelmemeleri için onları gözetiyordu), temizliğe çok önem verirdi, daima dişlerini fırçaladıktan sonra abdest alırdı, hastaların ziyaretine giderdi, Müslümanların cenazesini teşyi ederdi, misafirleri ağırlardı.[8]

S. 7- Hz. Resulullah (s.a.a) dünyaya geldikten sonra, O’nun bakıcılığını hangi kadın üstlendi?

C. 7- Halime-i Sa’diyye üstlendi.

S. 8- Hz. Resulullah (s.a.a) ne kadar ve nerede süt annesinin yanında kaldı?

C. 8- Dört yıl, çöllerde göçebeler arasında kaldı.

S. 9- Halime, dört yıl boyunca kaç kez Hz. Peygamber’i annesinin yanına götürdü?

C. 9- İki veya üç defa.

S. 10- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a), kaç yaşında iken annesi vefat etti?

C. 10- Altı yaşında.

S. 11- Hz. Resulullah (s.a.a), kaç yaşında iken ceddi Abdulmuttalip vefat etti?

C. 11- Sekiz yaşında.

S. 12- Hangi peygamber, Hz. Resulullah (s.a.a)’in dünyaya gelmesini müjdelemiş ve hangi surede buna değinilmiştir?

C. 12- Hz. İsa Mesih müjdelemiş, Saf suresi altıncı ayette da buna değinilmiştir.

S. 13- Senet’ul- Feth (fetih ve bolluk yılı), hangi yıldı?

C. 13- Hz. Peygamber’in nuru, Hz. Amine’ye intikal ettiğinde, bir kaç yıl boyunca kıtlık sıkıntısına duçar olan halka rahmet yağmuru yağdı; öyle ki o yıla “Senet’ul- Feth” (fetih ve bolluk yılı) ismi verildi.

S. 14- Amm’ul- Hüzn (hüzün ve gam yılı), hangi yıldır ve bu yıla bu ismi veren kimdir?

C. 14- Hz. Ebu Talib, Bi’setin onuncu yılı Recep ayının yirmi altısında vefat ettiklerinde Hz. Resulullah (s.a.a) onun musibetinde çok ağladı ve Ebu Talib için, “Allah sana mükafat versin” buyurdular. Üç (veya bir rivayete göre otuz beş) günden sonra, Hz. Hatice de vefat etti. Resulullah (s.a.a) kendi eliyle onu Hacun (Mekke’de bir yerin ismidir)’da defnettiler. Resulullah (s.a.a) o ikisinin vefatından sonra, öyle bir gam ve üzüntüye kapıldı ki, artık evden dışarı çok az çıkıyordu. Bu yüzden o yıla “Amm’ul- Hüzn” (Hüzün ve gam yılı) ismini verdiler.

S. 15- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a) bi’setten önce halk arasında hangi lâkapla meşhurdu?

C. 15- Emaneti iyi koruduğundan dolayı Muhammed-i Emin lakabıyla meşhur olmuştu.

S. 16- Hz. Resulullah (s.a.a), peygamber olmadan önce hangi dine mensuptu?

C. 16- Hz. Peygamber’in, peygamber olmadan önce hangi dine mensup olduğu hakkında üç görüş vardır:

a) Hz. İsa’nın vasilerindendi (Onun dinine mensuptu)

b) Hz. İbrahim’in dinine mensuptu.

c) İlham ve vahiy yoluyla elde ettiği özel bir şeriata sahipti. Bir çok rivayetler üçüncü görüşü teyit etmektedir. Örneğin Hz. Ali’den şöyle rivayet etmişlerdir: “Hz Peygamber süt emmekten kesildiğinde Allah-u Teala, en büyük meleğini gece-gündüz daima doğru ve güzel yollara sevk etmek için ona eşlik ettirdi.”[9]

S. 17- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a), kaç yaşında peygamberliğe seçildi?

C. 17- Kırk yaşında.

S. 18- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a) ‘in bedenindeki peygamberlik nişanelerinden biri ne idi?

C. 18- İki omuzu arasındaki nübüvvet mührüyle meşhur olan bir ben idi.

S. 19- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a)’in bi’setin ilk yıllarındaki ilkesi neydi?

C. 19- Şu cümle idi: “Kulu la ilahe illellahu tuflihun” (Allah’tan başka bir ilah yoktur deyin ki, kurtuluşa eresiniz.)

S. 20- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a), peygamberliğe seçilmesinin sebeplerinden birini nasıl beyan etmiştir?

C. 20- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a); “Güzel ahlak ve insani değerleri kemale erdirmek için peygamberliğe seçildim.” buyurmuştur.

S. 21- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a)’in zamanında İslam dininin ilerlemesine mani olan en büyük engel ne idi?

C. 21- En büyük engel, cahil Arapların beynini dolduran efsane ve hurafelerdi. Hz. Hz. Peygamber (s.a.a) bundan dolayı, cahiliye eserlerini yok etmek için var gücüyle çalışıyordu. Bu hedefle Muaz bin Cebel’i Yemen’e gönderdiğinde ona şöyle buyurmuştur: “Ey Muaz! Cahiliye eserlerini, batıl fikir ve inançları yok et, düşünmek ve akıl etmekle ilgili İslami ilkeleri ihya etmeye çalış.”

S. 22- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a)’in peygamberliğe seçilmesi ve İslam’ın zuhuru, hangi padişahın dönemine rastlamıştır?

C. 22- İslam’ın zuhuru ve Hz. Peygamber’in biseti, Husrev Perviz’in şahlığı dönemine rastlamıştır.

S. 23- Peygamber-i Ekrem (s.a.a), kaç yıl gizli olarak tebliğ etti?

C. 23- Üç yıl.

S. 24- Peygamber-i Ekrem (s.a.a), ne zamandan itibaren açıkça tebliğ yapmakla görevlendirildi, bu mesele ile ilgili olan ayet hangisidir ve hangi surededir?

C. 24- Bisetin 3. Yılında Allah-u Teala tarafından davetini açıkça tebliğ etmekle görevlendirildi. O görevle ilgili şu ayet nazil oldu:

“En yakın akrabalarını (aşiretini) uyarıp korkut.”[10]

S. 25- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a)’e, ilk iman eden şahıs kimdir?

C. 25- Hz. Ali bin Ebi Talib (a.s)’dır.

S. 26- Hz. Peygamber’e, ilk iman kadın ve kişinin isimleri nelerdir?

C. 26- Kadınlardan ilk iman eden Hz. Hatice, erkeklerden ilk iman eden ise Hz. Ali’dir.

S. 27- Kureyş’in ileri gelenleri, Hz. Peygamber’in dininin yayılmasını önlemek ve ona karşı savaşmak için ne gibi yollara baş vurdular?

C. 27- Kureyş’in ileri gelenleri, İslam dininin yayılmasını önlemek için çeşitli hilelere başvurdular. Onlardan bazıları şunlardır:

a) Hz. Peygamber’e mal ve makam vaadinde bulunmak.

b) Hz. Peygamber’e iman edenleri tahkir, tehdit ve işkence etmek.

c) Hz. Peygamber’e çirkin iftiralarda bulunmak.

d) Kur’ân’a karşı koymak.

e) Kur’ân’ı dinlemeyi yasaklamak.

f) Bireylerin iman etmelerini engellemek.

S. 28- Kur’ân’ın ilk ayeti, nerede Hz. Peygamber’e nazil oldu ve bu ayet hangi surededir?

C. 28- Kur’ân’ın ilk ayeti, Hira Mağarasında Hz. Peygamber’e nazil oldu. Onunla ilgili ayet “Alak” suresindedir.

S. 29- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a), bisetinin ilk yılında, hangi ülkelerin padişahlarıyla mektuplaşıp onları tevhit ve İslam’a davet ettiler?

C. 29- İslam dini evrensel bir din olduğundan ve Hz. Peygamber de halka gönderilen son elçi olduğundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.a), dünyanın büyük şah ve krallarına (Örneğin: İran şahı, Husrev Perviz’e, Rum İmparatoru Hirakl’e, Mısır hükümdarı Mukavkıs’a) mektuplar yazarak onları İslam dinine davet etti. Peygamber’in bu mektupları oldukça kısa ve net idi.[11]

S. 30- Hangi etkenler İslam’ın çok çabuk ilerlemesine sebep oldu?

C. 30- İslam tarihini incelediğimizde on nedenin, İslam’ın ilerlemesinde çok etkili olduğunu görmekteyiz:

1) Kur’ân’ın çekiciliği ve İslam’ın hakkaniyeti.

2) Hz. Peygamber ve Müslümanların direniş ve şecaati.

3) İslam’ın mahrum ve mustaz’aflara teveccüh etmesi.

4) Hz. Hz. Peygamber (s.a.a)’in mantıklı davranış ve taktikleri.

5) Hz. Peygamber’in güzel ahlakı ve şahsiyetinin güçlü çekiciliği.

6) Hz. Peygamber’in Allah Teala’ya derin imanı ve tevekkülü.

7) Müslümanların şahadete ve ibadete aşık olmaları.

8) Hz. Ali (a.s)’ın kahramanca savaş ve fedakarlıkları.

9) Hz. Peygamber’in mucizeleri ve gaybi yardımlar.

10) Hz. Peygamber’in akrabalarının yardımı ve Beni Haşim’in seferberliği.[12]

S. 31- Resulullah (s.a.a), çeşitli ülke ve şehirlerin emir, hükümdar ve önderlerine kaç mektup yazdılar?

C. 31- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a)’in, çeşitli unvanlarla yazdığı mektuplardan 185 mektup bize ulaşmıştır.

S. 32- Resulullah (s.a.a)’in mektuplarını yazanlar kaç kişiydi?

C. 32- Resulullah (s.a.a)’in mektuplarını yazanlar 23 kişiden fazla idi (26, 42 kişi olduğunu yazanlar da vardır); onlardan biri de Hz. Ali (a.s) idi.

S. 33- Resulullah (s.a.a)’e, neden “Ümmi” diyorlar?

C. 33- İmam Cevad (a.s) şöyle buyuruyor:

“Hz. Peygamber’e “Ümmi” denilmesinin sebebi, Mekke’li olduğundan dolayı idi; Mekke de “Ümm’ül- Kura” idi. Kur’ân-ı Kerim de şöyle buyuruyor: “İşte bu, önündekileri doğrulayıcı ve Ümm’ül-Kura (Mekke) ile çevresindekileri uyarman için indirdiğimiz kutlu kitaptır.”[13]

S. 34- Hz. Peygamber’e neden “Dai”, “Beşir” ve “Nezir” diyorlar?

C. 34- Dai, yani davet eden; Hz. Peygamber (s.a.a.), halkı İslam dinine davet ettiğinden dolayı kendisine bu lâkap verilmiştir. Beşir, yani müjde veren; Resulullah (s.a.a), kendisine uyanları cennetle müjdelediğinden dolayı bu lâkapla anılmıştır.

Nezir, yani uyarıp korkutan; Hz. Peygamber (s.a.a), Allah’a ve kendisine uymayan fertleri cehennemin azabından korkuttuğundan dolayı bu lâkapla adlanmıştır.[14]

S. 35- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a)’in kaç çocuğu vardı?

C. 35- İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “Resulullah (s.a.a)’in Hatice’den: Tahir, Kasım, Fatime, Ümm-i Gülsüm, Rukayye ve Zeyneb isminde altı çocuğu oldu.”

Bir rivayete göre, Mariye’den, İbrahim isminde bir oğlu da olmuştur.

S. 36- Hz. Peygamber’in kaç amcası vardı ve isimleri nelerdi?

C. 36- Şeyh Tusi ve diğerlerin naklettiğine göre, Hz. Hz. Peygamber (s.a.a)’in dokuz amcası vardı, isimleri şöyledir: Zübeyr, Ebu Talip, Hamza, Gıydak, Zarrar, Mukavvim, Ebu Lehep, Abbas ve Haris.

Abdulmuttalib’in en büyük oğlu Haris idi, bundan dolayı Abdulmuttalib’e “Ebu Haris” (Haris’in babası) diyorlardı.

S. 37- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a)’in amcalarından hangisi Hazretin en katı düşmanı idi?

C. 37- Ebu Leheb.

S. 38- Hz. Peygamber’in amcalarından hangisinin lakabı “Seyyid’üş- Şüheda” idi ve hangi savaşta şehit edildi?

C. 38- Amcası olan Hz. Hamza’nın lakabı “Seyyid’üş- Şüheda” idi; Uhud savasında ise şahadete erişti.

S. 39- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a)’in müezzininin ismi ne idi?

C. 39- Bilal-i Habeşi.

S. 40- Peygamber-i Ekrem’in şairi kimdi?

C. 40- Hasan bin Sabit.

S. 41- Yeryüzünde Peygamber ve İmamların olması neden gereklidir?

C. 41- İmam Bakır (a.s) şöyle buyuruyor:

“Nebi veya İmam yeryüzünde olduğunda, Allah-u Teala azabı yeryüzünden kaldırır.”

Resulullah (s.a.a) de şöyle buyurmuştur:

“Yıldızlar gök ehlinin emniyet vesileleridir; Ehl-i Beyt’im de yeryüzü ehlinin emniyet vesileleridir.”

Peygamber ve İmamların yeryüzünde olmalarının gerekliğinden maksat, biz insanların hidayeti ve mutluluğu içindir. Masum İmamlar her çeşit günahtan tertemiz olduklarından ve Allah’a isyan etmediklerinden dolayı, onların vücudunun bereketiyle göklerin bereketleri bizlere yağmaktadır.[15]

S. 42- “Güzel örnek” lakabı, Kur’ân’ın hangi sure ve ayetinde Peygamber-i Ekrem’e isnat edilmiştir?

C. 42- Ahzab suresinin 21. ayetinde buna değinilmiştir. Ayetin meali şudur:

“Ant olsun, sizin için, Allah ve ahret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resulünde güzel örnekler vardır.”

S. 43- Kur’ân’da “Güzel örnek” tabiri kaç kişi hakkında söylenmiştir?

C. 43- Kur’ân’da sadece iki büyük şahsiyet hakkında bu tabir kullanılmıştır: Hz. İbrahim ve Hz. Peygamber (s.a.a)

S. 44- Neden Peygamber-i Ekrem (s.a.a), bütün peygamberlerin en üstünü olarak tanıtılmış, oysa ki onların hepsinden sonra peygamberliğe seçilmiştir?

C. 44- Bunun sebebi şudur ki, Hz. Peygamber (s.a.a) Allah’ın vahdaniyetine ikrar eden ilk şahıstır. Zira Allah-u Teala, Peygamberlerden ahit alıp; “Elestu bi rabbikum” (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) buyurduğu gün, Resulullah (s.a.a) Allah’ın birliğini tasdik etmiştir; bu meselede herkesten öne geçtiğinden dolayı bütün peygamberlerden üstün olarak tanıtılmıştır.[16]

S. 45- “Resul” ve “Nebi” arasındaki fark nedir?

C. 45- “Nebi”, hiçbir insan vasıta olmaksızın Allah Teala tarafından haber veren bir kimsedir. Ama “Resul” Allah Teala tarafından halkı hidayet etmek için onlara gönderilen kimsedir. Resul’a elçi, mübelliğ, beşir ve nezir de denilmektedir. Öyleyse her resul nebidir, ama her nebi resul değildir.

S. 46- İslam’ın başlangıç tarihi nedir?

C. 46- İslam tarihi, Resulullah (s.a.a)’in Mekke’den Medine’ye hicret ettiği günden başlamıştır.

S. 47- Neden Hz. Peygamber’in hicreti İslam tarihinin başlangıç yılı olarak belirlendi?

C. 47- İslam Tarihinden önce “Amm’ul- Fil” (Peygamber’in doğduğu yıl) Arapların tarihinin başlangıç noktası idi. Ama Müslümanlar onu, İslam tarihinin ilk sayfası olarak kabul etmediler. Çünkü o gün, İslam ve imandan bir eser yoktu; hatta bi’set yılını da İslam’ın başlangıç tarihi saymadılar. Zira o gün Müslümanların sayısı üç kişiyi aşmıyordu. Ama hicretin ilk yılında, İslam ve Müslümanlara büyük zaferler nasip oldu. Medine’de bağımsız bir hükümet kuruldu, Müslümanlar avarelikten kurtulup bir noktada toplandılar. Hz. Peygamber’in hicreti ile yeni bir tarih sayfası açılmış oldu, Peygamber ve Müslümanlar çok baskılı olan bir muhitten, özgür ve müsait olan bir muhite ayak basmış oldular. Bu hicretin bereketiyle, İslam kendisi için siyasi ve askeri bir teşkilat kurup güçlü bir hükümet oldu. Eğer hicret olmasaydı, İslam Mekke muhitinde defnedilir, insanlık dünyası bu çok büyük feyizden mahrum kalmış olurdu. Bu zaferden dolayı hicret yılı İslam tarihinin başlangıç yılı olarak kabul edildi.[17]

S. 48- Peygamber-i Ekrem’in hicretinden önce Müslümanların tarihsel referansı ne idi?

C. 48- Hicretten önce Müslümanların tarih referansı, “Amm’ul- Fil” idi. Bunun sebebi şudur: Ebrehe’nin ordusu fillere binerek Ka’beyi yıkmak için Mekke’ye gelmişlerdi. Allah Teala Ebrehe ve ordusunu helak etti. Hicaz Arapları o yılı mübarek bildiklerinden dolayı, ismini “Amm’ul- Fil” yani “Fil Yılı” olarak koydular. Peygamber (s.a.a)’in doğumu da o yıla rastlamıştı. O olaydan 71 yıl, yani hicretin 18. Yılına kadar, “Amm’ul- Fil” Müslümanların tarihsel referansı idi. Ama dediğimiz tarihte Hz. Ali (a.s)’ın kılavuzluğuyla, Resulullah (s.a.a)’in Mekke’den Medine’ye hicreti Müslümanların tarihsel referansı olarak kabul edildi.

S. 49- Resulullah (s.a.a)’in, Medine’ye ulaştıktan sonra ilk işi ne idi?

C. 49- Resulullah (s.a.a)’in ilk işi, cami yaptırmak idi.

S. 50- Hz. Resulullah (s.a.a), Medine’ye vardıktan sonra kimin evine gitti?

C. 50- Ebu Eyyub-i Ensari’nin evine gitti.

S. 51- Hz. Resulullah (s.a.a), neden onca davet edenler arasında sadece Ebu Eyyub-i Ensari’nin evini seçti?

C. 51- Bunun iki sebebi olabilir:

1) Ebu Eyyub-i Ensari salih ve dürüst bir müslümandı, halkın açısından onun şahsiyetinde olumsuz bir nokta yoktu.

2) Medine’de ondan daha fakir bir kimse yoktu, bundan dolayı onun evini seçmek şu mesajı veriyordu:

a) Hz. Peygamber (s.a.a) bu işiyle, fakir ve muhtaçları himaye ediyordu.

b) Bu işiyle, Müslümanlara mütevazı olmalarını, fakirleri fakir olduklarından dolayı tahkir, zenginlere de zenginliklerinden dolayı ihtiram edilmemesini öğretiyordu.

c) Bu işiyle, zenginlerin kendisiyle yakın olmakla yoksulları O’nun çevresinden uzaklaştırma ümitlerini suya düşürmüş oluyordu.[18]

d) bu işiyle, servetin Allah katında üstünlük nişanesi olmadığını vurguluyordu.

e) Bu işiyle, Müslümanlara zahitlik dersi veriyordu.

f) O zamanda fakir birinin evine gitmek, bir çeşit alçak gönüllülük ve gururdan uzaklaşmaktı.[19]

S. 52- Hz. Resulullah (s.a.a)’in Medine’deki ilk mucizesi ne idi?

C. 52- Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Medine-i Münevvere’ye hicret ettikten sonra, o şehre girdiğinde Müslümanlar devenin yularını tutup yalvararak O Hazreti evlerine davet ediyorlardı. Resululah (s.a.a) onlara cevaben şöyle buyurdu: “Devenin yularını bırakın, o kimin evinin önünde yatarsa, ben onun konuğu olurum.”

Bunun üzerine deveyi bıraktılar, deve hareket edip Ebu Eyyub-i Ensari’nin evine ulaştığında, onun kapısının önünde yattı. Ebu Eyyub, bunu görünce yüksek sesle: “Ey anne! Kapıyı aç. Zira kalplerin en değerli şahsı olan Hz. Muhammed (s.a.a) geldi” dedi.

Ebu Eyyub’un, gözleri kör olan annesi kapıyı açıp şöyle dedi: “Esef, yüz esef! Keşke gözüm olsaydı da Resulullah (s.a.a)’in nurlu yüzünü görseydim.”

Resulullah (s.a.a) bunu duyunca, lütfedip rahmet elini onun gözlerine çekti. O anda gözleri iyileşerek Hz. Peygamberin nurlu yüzünü gördü. Bu Resulullah (s.a.a)’in Medine’deki ilk mucizesi idi.

S. 53- Hz. Resulullah (s.a.a), ashap ve ailesiyle birlikte kaç yıl ve nerede iktisadi ambargoya tabi tutuldu?

C. 53- Üç yıl, Şi’bi Ebu Talib’de.

S. 54- Hz. Peygamber-in, Medine’ye hicret ettikten sonra ilk teşebbüsleri ne idi?

C. 54- Hz. Peygamber (s.a.a) cami yaptırdıktan sonra, yıllarca birbirleriyle savaşan “Evs” ve “Hazreç” kabilelerini barıştırdı; Muhacir ve Ensar arasında kardeşlik akdi yaptı, İslami tevhidi, itikadi bağlılığı ve kardeşliği, kabilevi ilişkiler yerine geçirdi; verdiği bu emirle gerçekte İslami toplumun anayasasını Medine’de tedvin etti; her şeyden yoksun cahilce sapık insanlardan; fedakar, cömert ve kardeş bir toplum oluşturdu. İkinci yıldan itibaren, İslam düşmanlarının saldırıları karşısında kendilerini savunup onlara karşı koyabilmek için teşkilatlı bir güç kurdu.

S. 55- Hz. Resulullah (s.a.a)’in gazvelerinin (savaşlarının) sayısı kaçtır?

C. 55- Hz. Peygamber’in gazvelerinin sayısı hakkında görüş ihtilafı vardır; On dokuzdan, yirmi yediye kadar diyenler olmuştur; ama sadece dokuz gazvede savaş ve çatışma çıkmıştır.

S. 56- “Gazve” ile “Seriyye” arasındaki fark nedir?

C. 56- Resulullah (s.a.a)’in bizzat kendisinin katıldığı savaşlara “Gazve” diyorlar. Ama Hz. Peygamber’in zamanında O’nun emriyle vuku bulan savaşlara “Seriyye” diyorlar.

S. 57- Resulullah (s.a.a) kaç gazvede şahsen düşmanla savaştı ve o gazvelerin isimleri nedir?

C. 57- Dokuz gazvede düşmanla savaştı; o gazveler isimleri şunlardır:

1-   Bedir.

2-   Uhud.

3-   Hendek.

4-   Beni Kureyza.

5-   Hayber.

6-   Feth-i Mekke.

7-   Huneyn.

8-   Beni Mustalak.

9-   Taif.

S. 58- Müslümanların, İslam’ın ilk yıllarındaki savaşlarda sloganları ne idi?

C. 58- Müslümanların Bedir ve Uhud savaşındaki sloganları; “Ya nasrellah! İkterib!” (Ey İlahi yardım! Yaklaş). Beni Nazir savaşındaki sloganları; “Ya Ruh’ul- Kudüs! Erih” (Ey Ruh’ul Kudüs! Rahatlık ver). Beni Mustalak savaşındaki sloganları; “Ela İlellah’il- Emir!” (Bilin ki bütün işler Allah’a doğrudur!). Tebuk savaşındaki sloganları; “Ya Ehad! Ya Samed!” (Ey tek olan! Ey ihtiyacı olmayan!) Mekke Fethi’ndeki sloganları ise; “Nehnu İbadullahi hâkken” (Biz Allah’ın gerçek kuluyuz) idi.[20]

S. 59- Handek savaşı hangi yılda vuku buldu ve Hz. Peygamber, düşmanın ordusunun saldırısını önlemek için ne gibi bir plan uyguladı?

C. 59- Handek savaşı, Hicretin beşinci yılında, Ebu Süfyan’ın komutanlığında düşmanın saldırısıyla vuku buldu. Müslümanlar, Selman-i Farisi’nin önerisi ve Resulullah (s.a.a)’in kabul etmesiyle, kafirlerin karşısında doğal bir engel oluşturmak için Medine’nin etrafında bir Handek (kanal) kazdılar.

S. 60- Medine etrafında Handek kazmak ne kadar sürdü?

C. 60- Handek kazmak bir ay sürdü, Resulullah (s.a.a)’in kendisi de handek kazmakta onlara yardım ediyorlardı.

S. 61- Hendek savaşının diğer ismi nedir ve neden o isimle meşhur oldu?

C. 61- Hendek savaşının diğer ismi “Ahzab”dır. Çünkü Kureyş bütün Araplardan yardım isteyip her kabileden bir ordu hazırlamıştı; bundan dolayı bu isimle meşhur oldu.

S. 62- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a), hangi savaşta, “Ali (a.s)’ın darbesi, insan ve cinlerin ibadetinden daha üstündür” buyurdular?

C. 62- Hendek savaşında Hz. Ali (a.s ) Amr bin Abduved’e galip gelince, Hz. Resulullah (s.a.a) o sözü buyurdular.

S. 63- Resulullah (s.a.a): “Bugün İslam’ın tümü. küfrün tümüyle karşı karşıyadır” sözünü nerede ve hangi şahsiyeti kastederek buyurdular?

C. 63- Hendek savaşında Hz. Ali (a.s ) düşman ordusunun kahramanı olan Amr bin Abduved’le karşı karşıya geldiğinde, Hz. Hz. Peygamber (s.a.a) mezkur sözü buyurdular.

S. 64- Bedir savaşı hangi yılda vuku buldu?

C. 64- Hicret’in ikinci yılında.

S. 65- Bedir savaşında Hz. Peygamber’in ashabı ve düşmanın ordusu kaç kişi idi?

C. 65- Bedir savaşında düşmanın ordusunun sayısı 950, Müslümanların sayısı ise 313 kişi idi. Bununla birlikte Müslümanlar iman gücü ve tam bir fedakarlıkla savaşıp düşmanları yenilgiye uğrattılar.

S. 66- Uhud savaşı hangi yılda ve nerede vuku buldu?

C. 66- Uhud savaşı Hicretin üçüncü yılında, Medine dağlarının kenarında vuku buldu.

S. 67- Uhud savaşında Müslümanların yenilgisine sebep olan en önemli etkenler nelerdi?

C. 67- Uhud savaşında Müslümanların yenilgisine sebep olan en önemli etkenlerden dördü şunlardır:

1) Münafık bir şahıs olan Abdullah bin Ubey’in, en hassas bir zamanda İslam ordusunun takriben üçte birini oluşturan adamlarıyla Medine’ye geri dönmesi.

2) Askeri disipline riayet etmemek ve işlerde kargaşalık.

3) Müslümanların kaçmasında etkili olan Peygamber’in öldürülme haberinin yayılması.

4) Müslümanların direnişinin kırılması.[21]

S. 68- Müslümanların “Bedir” savaşında galip, “Uhud” savaşında ise yenilgiye uğramalarının sebebi ne idi?

C. 68- Müslümanların Bedir savaşında galip gelmesinin nedeni, onların Allah yolunda cihat etmek, O’nun rızasına erişmek ve tevhit dinini yaymak dışında bir gayelerinin olmamasıydı. Ama Uhud savaşında ilk zaferden sonra bir çok müslümanın hedef ve niyeti değişti. Kureyş’in geride bıraktığı ganimetler, bir çok müslümanın ihlasını bozdu ve Peygamber’in emirlerini unutturdu.

S. 69- Meleklerin kendisine gusül verdiği gencin ismi ne idi ve bu vakıa hangi savaşta vuku buldu?

C. 69- Bu gencin ismi Hanzele idi, meleklerin ona gusül verme vakıası Uhud savaşında vuku buldu. Olay şöyledir: Hanzale’nin evlenme gecesi geldiğinde Resulullah (s.a.a), geceyi evlenmek töreniyle geçirmesi için ona izin verdi. Hanzele o gecenin sabahı gusül etmeden önce savaş meydanına koştu, Ebu Süfyan’ı yere serdikten sonra Kuryş ordusundan mızraklı bir kişi vasıtasıyla şahadete erişti. Resulullah (s.a.a): “Ben meleklerin Hanzele’ye gusül verdiğini gördüm” buyurdular. Bundan olayı ona “Gasil’ul- Melaike” dediler.[22]

S. 70- Uhud savaşında Resulullah (s.a.a)’i savunan fedakar kadınlardan birinin ismi ne idi?

C. 70- Onun ismi “Nesibe”, Künyesi ise “Ümmü Amr” idi. O, İslam askerlerine su ulaştırmak için Uhud savaşına katıldı. Ama Resulullah (s.a.a)’in tehlikede olduğunu görür görmez, su kırbasını yere koydu, elindeki olan kılıçla o hazreti savunmaya başladı.

S. 71- Hicretin kaçıncı yılında ay tutulmasından dolayı Resulullah (s.a.a) ayet namazı kıldılar?

C. 71- Hicretin beşinci yılında.

S.72- Hac hangi yılda farz kılındı ve onunla ilgili ayet hangisidir?

C. 72- Bu konu hakkında iki görüş vardır: Bazılar, hicretin altıncı yılında hac emrinin nazil olduğu, bazıları da hicretin dokuzuncu yılında şu ayetin: “Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer (düşman tarafından) kuşatılırsanız, artık size kolay gelen kurbanı gönderin.” [23] nazil olmasıyla haccın farz kılındığını söylüyorlar.

S. 73- Resulullah (s.a.a) hangi yıl ve hangi savaşta havf (korku) namazı kıldılar?

C. 73- Hicretin altıncı yılında “Zat’ur- Rika” savaşında korku namazı kıldılar.

S. 74- Hz. Resulullah’ın ağzının mübarek suyuyla Hz. Ali (a.s)’ın gözünün ağrısının iyileşme meselesi, nerede ve ne zaman vuku buldu?

C. 74- Hayber savaşı ve Hayber’i feth ettikleri zamanda vuku buldu. Resulullah (s.a.a)’ın ashabından bazıları Hayber’i fethetmeye muvaffak olamayınca hazret şöyle buyurdular: “Bu bayrağı yarın öyle bir kişiye vereceğim ki, o Allah ve Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu sever; Allah, Hayber’i onun eliyle fethedecektir.” Sonra; “Ali nerededir?” diye sordu. “Gözleri ağrıyor, hareket etmeye gücü yoktur.” dediler. Resulullah (s.a.a); “O’nu getirin” buyurdular. Hz. Ali’yi Resulullah (s.a.a)’in yanına getirdiklerinde onun başını dizlerinin üzerine koyup mübarek ağzının suyunu gözlerine sürdüler, o anda ağrısı iyileşti… Nihayet Hayber kalesini fethetti.

S. 75- Fetih suresi ne zaman nazil oldu ve verdiği müjde ne idi?

C. 75- Fetih suresi, hicretin yedinci yılında, Hz. Resulullah (s.a.a) Hudeybiye’den döndüklerinde o hazrete nazil oldu ve Hayber fethini müjdeledi.

S. 76- Mute savaşı ne zaman vuku buldu ve o savaşın çıkmasına sebep ne idi?

C. 76- Mute savaşı, Hicretin sekizinci yılında vaki oldu; sebebi de şu idi: Resulullah (s.a.a) Haris bin Umeyr-i Ezdi’yi bir mektupla Şam’ın etrafında yeralan “Busr’a” kasabasının hakimine doğru gönderdi; Mute bölgesine yetiştiğinde, Kayser dergahının büyüklerinden biri onunla karşılaştı ve onu öldürdü. Bu haber Hz. Peygamber (s.a.a)’e ulaştığında ordunun savaş için hazırlanmasını emretti…

S. 77- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a), savaş zamanları ashabıyla istişare ediyor muydu?

C. 77- Evet, istişare ediyordu. Örneğin: Bedir savaşında, Kureyş’in kervanı Müslümanların elinden kurtulup kaçtığı ve düşmanının da yeterli bir teçhizatla Mekke’den savaş için hareket ettiği bir sırada, Resulullah (s.a.a) savaşmak için ashabının görüşünü aldı, onlarla istişareden sonra savaşmaya karar verdi.

S. 78- “Amm’ul- Vufud” hangi yıldır, bunun manası nedir ve hangi surede buna değinilmiştir?

C. 78- Hicretin dokuzuncu yılında, İslam’ın askeri gücü, Arabistan’ın çoğu yerlerine hakim olduğunda, Arab’ın azgın kabileleri yavaş- yavaş Müslümanlara yakınlaşmayı ve onların dinini kabullenmeyi düşündüler. Bundan dolayı Arab’ın çeşitli kabilelerinin önderleri ve bazı gruplar kendi önderleriyle birlikte Hz. Peygamber’in huzuruna gelerek İslam’ı kabul ettiklerini açıkladılar. Kabilelerin vekilleri Medine’ye o kadar gelip gittiler ki o yıla “Amm’ul- Vufud” adını koydular. Vufud, “heyetler”demektir; “Amm’ul- Vufud”, yani “heyet ve elçilerin geldiği yıl”. Kur’ân-ı Kerim Nasr suresinde, bu heyetlerin gelişi ve İslam’ın zaferinden söz etmiştir.

S. 79- “Tebuk” nedir ve Tebuk gazvesi hangi yılda vuku bulmuştur?

C. 79- Tebuk çeşmenin kenarında yapılan yüksek ve sağlam bir kalenin ismiydi. Bu kale Suriye sınırında, Hicaz ve Şam yolunun arasında yer almıştı. Tebuk gazvesi de hicretin 9. Yılında meydana gelmiştir.

S. 80- “Ceyş’ul- Usre” neyin ismidir ve neden bu isimle meşhur olmuştur?

C. 80- Ceyş’ul- Usre, İslam ordusunun adı idi, Resulullah (s.a.a) ordusuyla Medine ve Tebuk yolu arasında çok zorluklarla karşılaştıklarından dolayı o hazretin ordusuna Ceyş’ul- Usre denilmiştir.

S. 81- Resulullah (s.a.a)’in en son katıldığı gazvenin ismi ne idi?

C. 81- Tebuk Gazvesi’dir

S. 82- Cihad-ı Esğer ve Cihad-ı Ekber’den maksat nedir?

C. 82- Resulullah (s.a.a)’in buyurduğuna göre, “Cihat-ı Esğer” (küçük cihad) yani savaş meydanında düşmanla savaşmak; ama Cihad-ı Ekber (büyük cihad) yani nefsi isteklerle mücadele etmek, demektir.

S. 83- İslam’da yapılan ilk tabut ne zaman ve kimin için yapıldı?

C. 83- Hicretin sekizinci yılında, Resulullah’ın kızı ve Ebu’l As bin Rebi’nin de hanımı olan Zeyneb vefat ettiğinde onun için bir tabut yaptılar ve bu İslam’da yapılan ilk tabuttur.[24]

S. 84- Resulullah’ın miraç kıssası Kur’ân’ın hangi sure ve ayetinde zikredilmiştir?

C. 84- Bu kıssa, “İsra” suresinin ilk ayetinde zikredilmiştir, “Necm” suresinin ayetlerinde de ona değinilmiştir. Allah Teala İsra Suresinin ilk ayetinde şöyle buyuruyor: “Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren O Allah münezzeh (ve yücedir). Gerçekten O, işiten ve görendir.”

S. 85- Resulullah’ın miraçı ne zaman vuku bulmuştur?

C. 85- Hicretten altı ay önce, diğer bir nakle göre bi’setin ikinci yılında vuku bulmuştur. Ama İbn-i İshak ve İbn-i Hişam Hz. Peygamber (s.a.a)’in miracının bi’setin onuncu yılında vuku bulduğunu söylüyorlar. Beyhaki de miracın, bi’setin on ikinci yılında vuku bulduğunu vurgulamaktadır.

S. 86- Resulullah (s.a.a) kaç defa miraca gitti?

C. 86- İmam Sadık (a.s)’ın rivayetine göre 120 defa miraca gitti.[25]

S. 87- Miraç’ta Hz. Resulullah’a ne gibi şeyler tavsiye edildi?

C. 87- Bütün miraçlarda Allah Teala, Hz. Ali ve ondan sonraki İmamların velayet ve imametini, diğer farzlardan daha çok tavsiye etti.

S. 88- Resulullah (s.a.a)’in miracı, ne şekilde idi?

C. 88- Pek çok rivayetler, Hz. Peygamber’in miracının ruhani değil cismani olduğunu bildirmekteler.

S. 89- Resulullah (s.a.a)’in miracının sebebi ne idi?

C. 89- İmam Seccad (a.s) bu hususta şöyle buyuruyor: “Allah Teala’nın Hz. Peygamber’i miraca götürmesi; hakikatleri, cennet ve cehennemi, ilginç ve harika yaratıklarını, onların sır ve remizlerini, hilkat aleminin genişliğini ve sonsuz kudretinin eserlerini O Hazret’e göstermek ve O’nu bunlardan haberdar kılmak içindi.”

S. 90- miraç gecesinde Resulullah (s.a.a)’in kendisiyle miraca gittiği bineğin ismi ne idi?

C. 90- Burak idi.

S. 91- Resulullah (s.a.a) miraç yolculuğuna nereden başladı?

C. 91- Peygamber-i Ekrem (s.a.a) miraç yokluğuna bacısı Ümmü Hani’nin evinden başladı, Filistin’de vaki olan Beyt’ul- Mukaddes’e doğru hareket etti, Beyt’ul- Lehm’i (Hz. İsa’nın doğum yerini), peygamberlerin ev ve eserlerini gördükten kısa bir süre sonra o noktadan göklere doğru üruç etti (yükseldi).

S. 92- “Menzilet” hadisini kim buyurmuş ve kimin hakkında buyrulmuştur?

C. 92- Menzilet hadisini Resulullah (s.a.a) Hz. Ali hakkında buyurmuştur. Hadis şöyledir: “Ya Ali, sen bana nispet, (mevki ve makam açısından) Harun’un Musa’ya olan nispeti gibisin; şu farkla ki, benden sonra bir peygamber olmayacaktır.”

Bu hadiste “menzilet” lafzı geçtiğinden dolayı menzilet hadisiyle meşhur olmuştur.

S. 93- Resulullah (s.a.a)’in çocuklara selam vermesinin sebebi ne idi?

C. 93- Resulullah (s.a.a) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Çocuklara selam vermeyi, benden sonra sünnet olması için ölünceye kadar terk etmeyeceğim” [26]

S. 94- Ramazan ayının orucu ne zaman farz kılındı?

C. 95- Ramazan ayının orucu, hicretin ikinci yılı Şaban ayının sonunda farz kılındı. Bakara Suresinin 183. ayeti orucun farz kılınması, 184 ve 185. ayetleri de orucun zaman ve süresi hakkındadır.

S. 95- Neden Allah Teala, Hz. Peygamberin ümmetine otuz gün, diğer ümmetlere ise otuz günden fazla oruç farz kıldı?

C. 95- Resulullah (s.a.a) bir Yahudi’nin sorusunun cevabında şöyle buyurdular: “Hz. Adem cennette nehy edildiği ağaçtan bir miktar yediğinde, o yediği şey otuz gün onun karnında baki kaldı. Bundan dolayı Allah Teala onun nesline otuz gün aç ve susuz kalmayı farz kıldı. Daha sonra o otuz günü, “Oruç” adıyla benim ümmetime farz kıldı.”

Resulullah (s.a.a) sözünün devamında şu ayeti okudu: “Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki, sakınırsınız” [27]

S. 96- Fıtra zekatı, ne zaman farz kılındı?

C. 96- Hicretin ikinci yılında Fıtır (Ramazan) bayramı günü, Fıtra zekatı farz kılındı.

S. 97- İlk fıtır ve kurban bayramı namazı, ne zaman ve kimin vasıtasıyla kıldırıldı?

C. 97- Hicretin ikinci yılında Hz. Hz. Peygamber (s.a.a) vasıtasıyla kıldırıldı.

S. 98- Resulullah (s.a.a) neden erkek evlat sahibi olamadı (erkek evlatları yaşamadı)?

C. 98- İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sebebi şudur ki, Resulullah (s.a.a) nebi ve resul olarak yaratıldı, Ali (a.s) da O’nun vasisi ve halifesi (yerinde oturanı) olarak yaratıldı. Eğer Resulullah (s.a.a)’in erkek çocuğu olsaydı, O hazretten sonra O’nun halifesi olup, Hz. Ali’den öne geçmiş olurdu; neticede Hz. Ali (a.s)’ın vasilik ve halifeliği gerçekleşmiş olmazdı.” [28]

S. 99- Hz. Peygamber (s.a.a)’in en büyük kızının ismi ne idi ve hangi yılda vefat etti?

C. 99- Hz. Peygamber (s.a.a)’in en büyük kızı Zeyneb idi, bi’setten önce teyzesi oğlu Ebu’l As’la evlenmişti, hicretin sekizinci yılının sonlarında vefat etti.

S. 100- Hz. Peygamber (s.a.a)’in yakın ashabından bir kaç kişinin ismi ne idi?

1.C. 100- Hz. Peygamber (s.a.a)’in yakın ashabının isimleri şunlardır:

Selman-ı Farisi. (Hz. Ali onu Lokman-ı Hekim’den üstün biliyordu.)

a) Ebuzer-i Gifari. (Hz. Peygamber (s.a.a) onu ümmetin sıddıkı ve zühtte de İsa bin Meryem’in bir benzeri kabul ediyordu.)

b) Ebu Ma’bed Mikdad bin Esved.

c) Bilal bin Riyah-i Habeşi. (Hz. Peygamber (s.a.a)’in müezzini.)

d) Cabir bin Abdullah-i Ensari. (Bedir savaşına katılan ve “Erbain günü” İmam Hüseyin’in kabrini ilk ziyaret eden şanı yüce sahabedir.)

e) Huzeyfe bin Yemani.

f) Ebu Eyyub-i Ensari. (Resulullah (s.a.a) Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde onun evine misafir oldular.)

g) Halid bin Said bin As. (İlk iman edenlerdendir. Onun Müslüman olmasının sebebi şudur: Uykuda bir ateşin alevlendiğini görüyor, babası onu o ateşe atmak istiyor, fakat Resulullah onu kendisine doğru çekip ateşten kurtarıyor. Bundan dolayı uykudan uyanınca gidip Müslüman oluyor.)

h) Huzeyme bin Sabit-i Ensari.

i) Zeyd bin Harise.

j) Ebu Ducane.

k) Abdullah bin Mes’ud-i Huzeli.

l) Ammar bin Yasir.

m)  Kays bin Asım-i Minkari.

S. 101- “Beni Selim” kabilesinden bin kişilik bir grubun imanına sebep olan kertenkele meselesi ne idi?

C. 101- Bir gün göçebe bir Arap kertenkeleyi elbisesinin kolunda saklayıp Hz. Peygamber (s.a.a)’in yanına gelerek yüksek bir sesle: “ Bu kertenkele sana iman etmedikçe ben iman etmem.” deyip kertenkeleyi yere attı. Resulullah (s.a.a); “Ey kertenkele!” diye buyurdu. Kertenkele herkesin işiteceği açık bir dille; “Buyurun, emredin” dedi. Resulullah (s.a.a); “Kime tapıyorsun?” diye sordu. Kertenkele, “Arşı gökte, rahmeti cennette, azabı da cehennemde olan Allah’a” dedi. Resulullah (s.a.a); “Ben kimim?”diye buyurdular. Kertenkele; “Sen alemlerin rabbinin resulü ve Peygamberlerin sonuncususun. Seni tasdik eden kurtuluşa erer, seni tekzip eden ziyana uğrar.” dedi.

Göçebe Arap bunları duyunca çok etkilenip Hz. Peygambere dönerek şöyle dedi:

“Şehadet ederim ki, Allah birdir, eşi yoktur, sen ise O’nun Resulüsün.”

Göçebe Arap bunları dedikten sonra kamil bir imanla kabilesine doğru döndü, onları İslam’a davet etti, neticede onun kabilesinden bin kişi Müslüman oldu.[29]

S. 102- “Tebliğ” ayeti nerede ve hangi münasebetten dolayı Resulullah’a nazil oldu?

C. 102- Tebliğ ayeti, Hz. Peygamber’in son haccı olan Haccet’ul- Veda’da Hz. Ali (a.s)’ın velayet ve hilafetiyle ilgili nazil oldu. Ayetin Meali şöyledir:

“Ey Peygamber, Rabb’inden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan O’nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun, Allah seni insanlardan koruyacaktır.” [30]

S. 103- Hz. Peygamber’in Hz. Ali’yi halife seçmesiyle ilgili ayet ne zaman nazil oldu?

C. 103- Resulullah (s.a.a) Veda Haccından dönerken “Gadir-i Hum” denilen yerde nazil oldu.

S. 104- Resulullah (s.a.a), Hz. Ali’yi halife seçerken ne buyurdular?

C. 104- Resulullah (s.a.a) öğle namazını Gadir-i Hum’da kıldırdıktan sonra halk devenin eğerleriyle Resulullah (s.a.a) için bir minber yaptılar. Resulullah (s.a.a) Allah’a hamt ve senadan sonra Hz. Ali (a.s)’ın elini tutup şöyle buyurdular:

“Ben kimin mevlası isem, Ali de onu mevlasıdır; Allah’ım’ Ali’yi seveni sev, ona düşman olana düşman ol, ona yardım edene yardım et, yardımını ondan esirgeyene yardımını esirge.”

S. 105- Kur’ân’ın en son ayeti nerede Resulullah (s.a.a) ‘e nazil oldu ve bu ayet hangi surededir?

C. 105- Kur’ân’ın en son ayeti, Hz. Peygamber (s.a.a) Haccet’ul- Veda’da Hz. Ali’yi kendisine vasi ve halife tayin ettikten sonra nazil oldu. Bu ayet, Maide suresinin üçüncü ayetidir. Ayetin meali şöyledir:

“Bugün küfre sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkamaktan) umut kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi size tamamladım ve bir din olarak İslam’ı seçip, beğendim.”

S. 106- Hz. Peygamber’in en son haccının ismi nedir?

C. 106- Resulullah (s.a.a)’in en son haccının çeşitli isimleri vardır. Örneğin:

a) Haccet’ul- Veda.

b) Haccet’ul- Kemal.

c) Haccet’ut- Temam.

d) Haccet’ul- Belağ.

S. 107- Gadir-i Hum vakasının, ebedileşmesinin sebebi nedir?

C. 107- Gadir-i Hum vakıasının edebileşmesinin sebeplerinden biri, iki ayetin bu önemli vakıa hakkında nazil olmasıdır. Kur’ân var oldukça, bu tarihi vakıa da var olacaktır. O iki ayet, Maide Suresinin 67. ayetiyle 3. ayetidir.

S. 108- Hicretin onuncu yılında Medine’ye gelerek iman eden, fakat doğum yerine döndükten sonra peygamberlik iddiasında bulunan şahsın ismi nedir?

C. 108- Bu şahsın ismi Museyleme’dir. Vatanına döndükten sonra peygamberlik iddiasında bulundu, bazı saf veya mutaassıp insanları çevresine topladıktan az müddet sonra, bir grup ashabıyla birlikte öldürülerek bu batıl davası da temizlenmiş oldu.

S. 109- Resulullah (s.a.a), ömrünün son anlarında usul-u dinden hangi aslı savundu?

C. 109- Resulullah (s.a.a) mübarek ömrünün son anlarına kadar, halifenin asıl ekseninden sapmaması için imamet esasını savundu. Hz. Ali (a.s)’ın hilafetini yazılı olarak sağlamlaştırmak ve kendisinden sonra canlı bir senet bırakmak için şöyle buyurdular: “Önemli bir şeyi yazmam için bana kâğıt ve mürekkep getirin”

Ama risalet ve imamet makamına saygısızlık yapan bir grup kimseler, Ömer başta olmak üzere “Peygamber sayıklıyor” diyerek o mektubun yazılmasına mani oldular.

S. 110- Acaba Hz. Peygamber’den sonra imamet ve önderlik makamı, nasla olan bir makam mı, yoksa seçimle olan bir makam mıdır?

C. 110- Bu konuda Müslümanlar arasında iki görüş vardır; Şiiler, imamet ve yöneticilik makamının tensibi bir makam (yani Allah’ın emriyle) olduğuna inanmaktalar. Ama Sünniler, bu makamın intihabi bir makam olduğunu (yani Hz. Peygamber’den sonra ümmetin önderini halkın seçmesi gerektiği) kanaatindeler. Elbette bu iki grup, kendi görüşleri için, çeşitli deliller ileri sürmüşlerdir.

S. 111- Hz. Peygamber (s.a.a)’i öldürmek komplosunda rolü olan Ebu Leheb’in hanımının ismi ne idi?

C. 111- Ümmü Cemil idi.

S. 112- Küfrün ele başlarından olup atını Hz. Peygamber (s.a.a)’i öldürmek için besleyen ve sonunda Hz. Peygamber’in eliyle öldürülen şahsın ismi nedir?

C. 112- Ubey bin Halef’tir.

S. 113- Vahyin katipleri kaç kişiydi ve onların isimleri nedir?

C. 113- Onların meşhurları şunlardır:

1) Hz. Ali bin Ebi Talib.

2) Abdullah bin Mes’ud.

3) Zeyd bin Sabit.

4) Muaz bin Cebel.

5) Ubey bin Ka’b.

S. 114- Resulullah (s.a.a)’in bize emanet bıraktığı iki değerli şey nedir?

C. 114- İki değerli emanetin biri Kur’ân, diğeri ise Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyti’dir.

S. 115- Kur’ân’ın içeriği kaç mevzudan ibarettir?

C. 115- Kur’ân’ın içeriği dört mevzudan ibarettir:

1) Akaid.

2) Şeriat ve kanunlar (ibadat ve muamelat).

3) Ahlaki sözler.

4) Eğitici öyküler.

S. 116- Kur’ân’ın tahriften korunmasına sebep olan etken nedir?

C. 116- Resulullah (s.a.a)’in ileri görüşlüğü (tedbiri), Müslümanların Kur’ân’ı ezberlemeleri, onu yazma ve yayınlamadaki çaba ve gayretleri.

S. 117- Resulullah (s.a.a)’in mucizeleri kaç kısımdır?

C. 117- Resulullah (s.a.a)’in mucizeleri yedi kısma ayrılır:

1) Semavi cisimlere ait olan mucizeler: Ayın ikiye bölünmesi, güneşin geri çevrilmesi; yağmur, mâide (sofra), yemek ve meyvelerin gökten inmesi.

2) Cansız ve canlı varlıklardan görülen mucizeler: Taş ve ağacın Hazrete selam vermesi, O’nun emriyle ağacın hareket etmesi; elinde kumların tesbih ve zikir etmesi ve hurma yaprağının Ebu Ducane’ye kılıç olması gibi.

3) Hayvanlarda görülen mucizeler: Âl-i Zuheyr’in buzağısının konuşup halkı o Hazretin peygamberliğine davet etmesi; kurdun, devenin, kertenkelenin ve zehirlenmiş koyunun konuşmaları gibi.

4) Ölüleri diriltmek ve hastalara şifa vermek hakkındaki mucizeler: Hz. Ali (a.s)’ın gözünün ağrısının O Hazretin mübarek ağzının suyuyla iyileşmesi; bir kaç hurmayla kaç bin kişiyi doyurması; parmaklarının arasından çıkan suyla bir grup insanların at ve develerinin suya kanması; etini yediği ceylanı diriltmesi, Muaz bin Afra’nın elini iyileştirmesi gibi.

5) Düşmanların şerrinin etkili olmaması hakkındaki mucizeler: Alay edenlerin helak olması, Utbe bin Ebi Leheb’in aslan vesilesiyle parçalanması gibi.

6) O Hazretin şeytan ve cinlere musallat olması ve onlardan bazılarının iman etmesi hususundaki mucizeleri.

7) Gayptan haber vermekle ilgili mucizeler.[31]

S. 118- Hz. Peygamber (s.a.a)’in daima diri ve ebedi olan mucizesi nedir?

C. 118- Hz. Peygamber (s.a.a)’in ebedi olan mucizesi, Kur’ân-ı Kerim’dir. Kur’ân sadece lafız, fesahat ve belâgat açısından mucize değildir, belki mana, ahkam ve kanunlara sahip olma açısından da mucizedir. İlim ilerledikçe, İslam ve Kuran’ın ebedileşme sırrı daha da aydınlanıyor.

S. 119- Mucize nedir?

C. 119- Mucize, diğer kimselerin yapmasından aciz olduğu olağan üstü bir iştir. Mucize şu özelliklere sahip olmalıdır:

1) İnsanların, hatta yeteneklilerin gücünün üzerindeki bir iş olmalıdır.

2) Tehaddiyle (meydan okumakla) birlikte olmamalıdır.

3) Nübüvvet iddiasıyla birlikte olmalıdır. (Bu özellik Peygamberlere mahsus).

S. 120- Acaba Hz. Peygamber (s.a.a) kendisinden istenilen bütün mucizeleri yapıyor muydu?

C. 120- Hz. Peygamber (s.a.a)’den mucize istemeleri, eğer gerçekten doğru ve hakikati tanımak için olsaydı, Hazret Allah’ın izniyle mucize yapardı. Ama mucize istemeleri bahane veya alay için olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.a) o isteği kabul etmezdi.

S. 121- Acaba peygamberler, mucize göstermekte Allah’ın iznine muhtaç mıydılar?

C. 121- Evet Allah’ın iznine muhtaçtılar.

S. 122- Mucize, sihir ve büyü arasındaki fark nedir?

C. 122- Sihirbazlar, bazı eğitim ve öğretimlerle sihir ve büyücülük yapıyorlar. Ama peygamberlerin mucizesi Allah’ın onlara verdiği kudretle olmaktadır; hiçbir eğitim ve öğretime ihtiyaçları yoktur. Sihirbazlar ancak birkaç şeyde sihir yapabilirler, ama peygamberler her çeşit olağan üstü işler yapıyorlar.

S. 123- Peygamberlerin özelliklerinden biri olan masumiyetten maksat nedir?

C. 123- Peygamberlerin masumiyetinden maksat, onların kendi risalet (görev)lerinde yanılıp hata yapmamalarıdır. Onlar sahip oldukları ilim ve yakinden dolayı, günah yapmaz ve günah yapmayı akıllarından bile geçirmezlerdi.

S. 124- Kur’ân’da zikredilen “Hatem’un- Nebiyyin”den maksat nedir?

C. 124- Hatem’un- Nebiyyin’den maksat, peygamberlik döneminin sona ermesi, artık vahiy yoluyla yeni bir dinin gelmeyeceği ve İslam dininin İlahi dinlerin en sonuncusu olmasıdır.

S. 125- Neden peygamberler insan türünden idiler?

C. 125- Peygamberlerin insan türünden olmasının sebebi, yapatıklarının, biz insanlar için örnek olması içindir. Eğer insan cinsinden olmayıp biz insanlar gibi yaşamasaydılar, usve ve örnek olarak tanıtılmazlardı. Bundan dolayı peygamberler bizim gibi yiyip içiyor, evleniyor, hayatlarını sürdürmek etmek için çalışıyor ve bir süre sonra bu dünyadan göçüyorlardı. Vahiy yoluyla Allah Teala ile ilişkileri sayesinde, hakikat peşinde olan insanlar için yaşam örneği idiler.[32]

S. 126- İlk İslami antlaşmanın ismi nedir bu antlaşma nerede yapıldı ve onun içeriği ne idi?

C. 126- İlk İslami antlaşmanın ismi, Akabe antlaşmasıdır. Bi’setin on ikinci yılında Medine halkından bir grup insanlar müslüman olduktan sonra, on iki kişiden oluşan bir grupla Medine’den hareket edip Akabe’de Resulullah (s.a.a) ile görüştüler. İlk İslami antlaşma orada yapılmış oldu. Antlaşmanın içeriği şöyle idi:

Aşağıdaki vazifelerle amel etmemiz için Resulullah (s.a.a)’le antlaştık:

1) Allah’a ortak koşmayacağız.

2) Hırsızlık ve zina yapmayacağız.

3) Çocuklarımızı öldürmeyeceğiz.

4) Birbirimize iftira etmeyeceğiz.

5) Kötü işler yapmayacağız, iyi işlerde itaat edeceğiz.[33]

S. 127- “Dar’un- Nedve” nedir?

C. 127- Dar’un- Nedve, Kureyş büyüklerinin, zorluk ve sorunlara çözüm yolu bulmak için toplandıkları yerin ismidir.

S. 128- Alkollü ve genel olarak sarhoş edici meşrubatın haram kılınmasıyla ilgili ayet hangi yılda inmiştir?

C. 128- Alkollü meşrubat ve sarhoş edici şeylerin haram kılınma emri, hicretin dördüncü yılında Hz. Peygamber (s.a.a)’e nazil oldu.[34]

S. 129- Resulullah (s.a.a) kadınlardan nasıl bey’at aldı ve bey’atin sebebi ne idi?

C. 129- Bey’atin alınma şekli şöyle idi: Resulullah (s.a.a) suyla dolu bir kap getirmelerini istedi, kabı getirdiklerinde hazret içine biraz esans döktüler, sonra elini onun içine daldırıp Mümtehine suresinin şu on ikinci ayetini okudular:

“Ey Peygamber, mümin kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira düzüp-uydurmamak (Gayr-i meşru olan bir çocuğu kocalarına dayandırmamak), maruf (iyi ve yararlı bir iş) konusunda sana isyan etmemek üzere, sana bey’at etmek amacıyla geldikleri zaman, onların bey’atlerini iste. Şüphesiz Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.”

Sonra yerinden kalktı ve kadınlara şöyle buyurdu: “Kur’ân’dan okuduğum şartlarla bana bey’at etmek isteyenler kabın içerisindeki suya elini dokundurarak mezkur şartlara vefalı kalacağını bildirsinler.”

Bu bey’atin sebebi, Mekkeli kadınlar arasında iffetli olmayan kadınların olması idi. Onlardan bey’at alınmadığı takdirde iğrenç işlerine, gizlide de olsa devam etmeleri ihtimali vardı.

S. 130- Kıblenin Beyt’ul- Mukaddes’ten Ka’be’ye doğru değişmesinin emri hangi yılda Hz. Peygamber’e nazil oldu ve bunun sebebi ne idi?

C. 130- Hicretin ikinci yılında kıblenin değişme emri Hz. Peygamber’e nazil oldu. Bunun sebebi ise şu idi: Yahudiler, kendisini kamil bir din bilen İslam’ın müstakil bir kıblesinin olmamasını onun için bir eksiklik sayıyor ve İslam’ın evrensel bir din olduğuna inanmıyorlardı. Zu Kıbleteyn Mescidi, o önemli vakıanın anısıdır.[35]

S. 131- Arapların Hz. Peygamber (s.a.a)’in önderliğinde yaptığı ilk hac merasimi ne zaman ve hangi yılda yapıldı?

C. 131- Hicretin 8. Yılı zilkade ayının yarısında yapıldı. Yani Hz. Peygamber (s.a.a) Huneyn ganimetlerini bölüp bitirdikten sonra, haccın manevi merasimine hazırlandılar.

S. 132- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a) hicretin 8.yılında Mekke’yi terk edince, Mekke’ye kimi vali tayin etti ve bunun sebebi ne idi?

C. 132- Hz. Peygamber (s.a.a), hicretin 8. Yılında Mekke’yi terk ettiklerinde, sabırlı ve akıllı bir genç olan Attab bin Esid’i Mekke’ye vali tayin etti. Bu bölgenin siyasi ve dini işlerini doğru bir şekilde idare etmek ve gıyabında bir kargaşalık çıkmaması için bazılarının o bölgede görevlendirilmesi gerekiyordu.

S. 133- Neden Hz. Peygamber (s.a.a) onca yaşlı kişilerin olmasına rağmen yirmi yaşındaki bir genci Mekke’ye vali tayin etti?

C. 133- Hz. Peygamber (s.a.a) yeni Müslüman olmuş 23 yaşındaki bir genci (Attab bin Esid’i), Mekke’ye vali tayin ederek onu bir çok yaşlılara tercih etmekle vehimler settini kırdı. Hz. Peygamber (s.a.a) bu ameliyle, yüksek makamlara erişmenin liyakate bağlı olduğunu ve yaş küçüklüğünün layık olduğu takdirde buna mani olmadığını ispatlamış oldu.

S. 134- “Dırar” mescidi, kimin emriyle, nerede ve ne hedef için yapıldı?

C. 134- Dırar Mescidi, Ebu Amir’in (Uhud savaşının meşhur şehidi olan Hanzale’nin babası) emriyle Kuba denilen köyde Müslümanların camisi karşısında yapıldı. Ebu Amir, din ve dini kültürün hakim olduğu bir ülkede dini yıkmak için en iyi vesilenin din adından su istifade ederek her şeyden daha fazla dine zarar verebileceğini hissetmişti. Bundan dolayı Dırar Mescidi’ni yapmaya teşebbüs etti.

S. 135- Resulullah (s.a.a)’in, yerle bir edilmesi, direklerinin yakılması, yerinin de bir müddete kadar çöplük olarak kullanılmasını emrettiği caminin ismi nedir ve onun yıkılması ne gibi sonuçlar doğurdu?

C. 135- O caminin ismi Dırar idi. Onun yıkılması, nifak grubunun gövdesine çok ağır darbe indirdi. Artık o günden sonra, bu nifak grubunun bağları çözülmüş oldu. Onların tek himayecisi olan “Abdullah bin Ubey” de Tebuk savaşından iki ay sonra öldü, onun ölmesiyle bu nifak ordusu daha bir bozguna uğradı.

S. 136- Resulullah (s.a.a)’in, Hz. Ali’yi Yemen’e gönderirken ona yaptığı dört önemli tavsiye ne idi?

C. 136- Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Ali’ye şöyle buyurdu:

a) Dua ve münacatı kendine meslek edin, zira dua genellikle icabetle beraberdir.

b) Tüm hallerinde şükredici ol. Çünkü şükretmek nimetin çoğalmasına sebep olur.

c) Bir kimse veya bir grupla anlaşma yaptığında, o anlaşmayı saygılı say.

d) Halka hile yapmaktan, onları aldatmaktan sakın. Zira kötü adamların hileleri kendilerine döner.

S. 137- “Ulu’l- Azm” ne demektir ve kaç peygamber Ulu’l- Azm olarak tanıtılmıştır?

C. 137- Peygamberlerden beş tanesi şeriat (kitap ve risalet) sahibi olduklarından dolayı onlara “Ulu’l- Azm” denilmiştir. Onlar şunlardır:

a) Hz. Nuh.

b) Hz. İbrahim.

c) Hz. Musa Hz. İsa.

d) Hz. Muhammed.[36]

S. 138- “Ulu’l azm” olan peygamberlerin isimleri hangi surede geçmiştir?

C. 138- Ulu’l- Azm peygamberlerin isimleri, Ahzab suresinin yedinci ve Şura suresinin on üçüncü ayetlerinde geçmiştir.

S. 139- Hz. Peygamber’in neseb-i şerifini beyan edin?

C. 139- Hz. Peygamber’in nesebi (babaları) şöyledir:

1) Abdullah.

2) Abdulmuttalib.

3) Haşim.

4) Abdumenaf.

5) Kusay.

6) Kelab.

7) Murre.

8) Ka’b.

9) Luvey.

10)   Galiba.

11)   Fihr.

12)   Malik.

13)   Nizar.

14)   Mead.

15)   Adnan.

Adnan’a kadar Hz. Peygamber (s.a.a)’in nesep silsilesi hakkında, nesep uzmanları arasında görüş ittifakı vardır. Ama Adnan’dan Hz. Adem’e dek bir çok görüş ihtilafı vardır. Bundan dolayı bir rivayete göre Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Benim nesebim Adnan’a yetiştiğinde orada durun”[37]

S. 140- Hz. Peygamber (s.a.a)’in nesep silsilesi kaç vasıtayla Hz. Adem’e ulaşıyor?

C. 140- Kırk sekiz vasıtayla Hz. Adem’e ulaşıyor. Bu silsile içerisinde Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Nuh, Hz. İdris gibi peygamberler de bulunmaktadır.

S. 141- Cahiliye asrında Hz. Peygamber’in birinci ceddi olan Abdulmuttalib’in sünnet edindiği ve Allah Teala’nın da İslam kanununda onu kabul ettiği beş şey nedir?

C. 141- Sünnet olan o beş şey şunlardır

1) Üvey annenin üvey evlâtlarına haram olması.

2) Hazinenin humusunun farz olması.

3) Zemzem kuyusundan hacılara su vermenin gerekliği.

4) Öldüren insanın diyetinin 100 deve olarak kararlaştırılması.

5) Ka’be’nin etrafında yedi defa tavaf etmek.

S. 142- Hangi zamanda, Arabistan yarım adasında puta tapma sünnetinin kökü kazıldı?

C. 142- Hicretin dokuzuncu yılında Mekke’de Hz. Ali vasıtasıyla Bereat suresi ve Resulullah (s.a.a)’in bildirisi okunduktan dört ay geçmişken müşrikler grup-grup tevhit dinine yöneldiler. Böylece hicretin onuncu yılının yarılarında, Arabistan yarım adasında puta tapmanın kökü kesilmiş oldu.

S. 143- Hangi tarihte öğle, ikindi ve yatsı namazları dört, akşam namazı ise üç rek’at olarak farz kılındı?

C. 143- Hicretten önce beş vakit namazlar, ikişer rekat olarak kılınıyordu. Ama hicretin ilk yılında Allah’ın emriyle misafir olmayanların namazlarına yedi rekat daha artırıldı; yani öğle, ikindi ve yatsı namazları dörder rekat, akşam namazı ise üç rekat olarak kılındı.

S. 144- Ezan ve ikamet ne zaman, ibadi müstahap vazifelerden sayıldı?

C. 144- Hicretin ilk yılında.

S. 145- Allah Teala’nın, Enfal suresinin 45, 46 ve 47. ayetlerinde Müslümanlara tavsiye ettiği zafer ve galibiyetin remzi (sırrı) nedir?

C. 145- Allah Teala’nın Müslümanlara açıkladığı altı zafer ve galibiyet remzi şunlardır.

1) Dayanıklı olmak.

2) Allah’ı çokça zikretmek.

3) Allah ve Resulüne itaat etmek.

4) Çekişmemek ve birliği korumak.

5) Sabretmek (direnmek).

6) Azgınlık ve gösteriş yapmamak.[38]

S. 146- Hicap (örtünme) emri ne zaman nazil oldu?

C. 146- Hicretin beşinci yılında Nur suresinin 31. ayetinin nazil olmasıyla kadınlar için örtünme farz kılındı.

S. 147- Özel ibadetgahlarında Allah Teala ile münacat eden peygamberler kimlerdi?

C. 147- Üç Peygamber özel ibadethaglarında Allah Teala’yla münacat etmişlerdir:

Hz. Musa Tur dağında, Hz. Yunus denizde balığın karnında, Peygamber-i Ekrem (s.a.a) de Beyt’ul- Mamur’da.[39]

S. 148- “Hilf’ul- Fudul” antlaşması ne idi ve niçin bu isimle meşhur oldu?

C. 148- Nakl edildiğine göre cahiliye döneminde Fuzeyl bin Hars, Fuzeyl bin Vidaa, ve Mufazzal isminde üç kişi, Mekke’de mazlumları savunacaklarına dair yemin ettiler. Bu üç kişinin ismi “Fadl” maddesinde ortak olduğundan dolayı onların antlaşması “Hilf’ul- Fudul” olarak meşhur oldu. İlginç şu ki Resulullah (s.a.a) de bu antlaşmaya katılmıştı.[40]

S. 149- Allah’ın yarattığı ilk şey ne idi?

C. 149- Bir hadiste şöyle geçmiştir:

“Allah’ın yaratığı ilk şey, Hz. Muhammed (s.a.a) ile Hz. Ali (a.s)’ın nurlarıydı.”

S. 150- Hz. Peygamber’in söz ve amellerinin tümüne ne diyorlar?

C. 150- Sünnet ve siret diyorlar.

S. 151- Peygamberler vasıtası ile halka iletilen teklifler (ahkam), onların kendilerini de kapsıyor muydu?

C. 151- Evet, onların kendilerini de kapsıyordu; bazen onların vazifeleri daha ağır oluyordu da diyebiliriz.

S. 152- Hz. Peygamber (s.a.a), halkı hidayet ve irşat etmesine ve onca çektiği zahmetlere karşılık, halktan ücret istiyor muydu?

C. 152- Hayır, istemiyordu; hiçbir peygamber de istememiştir.[41]

S. 153- Acaba sadece peygamberler mi adaleti hakim kılmakla mükelleftirler?

C. 153- Hayır, halkın kendisi de kıyam edip onu hakim kılmakla mükelleftirler. Nitekim Kur’ân şöyle buyuruyor:

“Ant olsun, biz peygamberimizi apaçık olan belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye…” [42]

S. 154- “Velime” nedir? Resulullah (s.a.a) kaç şey hakkında onu tavsiye etmiştir?

C. 154- Velime, ziyafet manasına gelmektedir. Resulullah (s.a.a) beş şey için velime verilmesini tavsiye etmiştir: Evlenmek, yeni doğan çocuk, çocuğun sünnet edilmesi, yeni ev almak, hac seferinden dönmek.

S. 155- Resulullah (s.a.a) açısından komşuluk haddi ne kadardır?

C. 155- Dört taraftan kırk ev komşu sayılmaktadır.

S. 156- İslam’da hangi kanun ve kuralların uygulanması farz kılınmıştır?

C. 156- Allah, Resulullah, masum İmam veya O’nlar tarafından toplumda vekil tayin edilen şahısların koydukları kanunların uygulanması farzdır.

S. 157- Hz. Peygamber (s.a.a) açısından, bütün bereketler ne zaman İslam ümmetinden kaldırılmış olur?

C. 157- İslam ümmeti (Müslümanlar) iyiliğe emr, kötülükten nehiy etmedikleri zaman.

S. 158- Hz. Hz. Peygamber (s.a.a) açısından, ne zaman yer ve gökten İslam ümmetinin yardımına koşan bulunmaz?

C. 158- Emr-i bil’maruf ve nehy-i an’il münkerden yüz çevirdikleri zaman.

S. 159- Hangi yollarla, gerçek peygamberi gerçek olmayan sahte peygamberlerden ayırt edip tanımak mümkündür?

C. 159- Üç yolla gerçek olan Peygamberleri tanımak mümkündür:

1) Mucizesinin olması.

2) Önceki Peygamberin onun gelmesini müjdelemesi .

3) Onun peygamberlik iddiasının doğruluğuna delalet eden nişanelerini (güvenilir ve yalancı olmaması gibi) araştırmak.

S. 160- Resulullah (s.a.a) ne günü ve nerede vefat ettiler?

C. 160- Resulullah (s.a.a), Hicretin on birinci yılı Sefer ayının yirmi sekizinde Pazartesi günü Medine-i Münevvere’de vefat ettiler.

S. 161- Resulullah (s.a.a) kaç yaşında iken vefat ettiler?

C. 161- 63 yaşında.

S. 162- Resulullah (s.a.a)’in, gusül, kefen ve defin işlerini kim yaptı?

C. 162- Hz. Ali bin Ebi Talib (a.s).

S. 163- Resulullah (s.a.a)’in nübüvvet suresi kaç yıl sürdü?

C. 163- Yirmi üç yıl, yani 40 yaşından 63 yaşına kadar.

S. 164- Hz. Peygamber ( s.a.a)’in hayatı kaç döneme ayrılır?

C. 164- Üç döneme ayrılır:

1) Peygamberlikten önceki dönem (kırk yıl).

2) Peygamberlikten sonra Mekke’deki dönem (13 yıl).

3) Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonraki dönem (10 yıl).

S. 165- Hz. Peygamber (s.a.a) ‘in merkad-i şerifi (mezarı) nerededir?

C. 165- Medine-i Münevvere’de Mescid’ün- Nebi’nin kenarındadır.

 



[1] – Sire-i Halebi, c. 1, s. 93.

[2] – El-Mizan c. 19, s. 93.

[3] – Al-i İmran/144.

[4] – Ahzab/140.

[5] – Muhammed/2.

[6] – Fetih/29.

[7]- Saf/6.

[8] – Muntehe’l- A’mal, c. 1, s. 52; Şeyh Abbas-i Kummi.

[9] – Nigah-i ber Zindegi-yi Peygamber-i İslam, s. 57; Muhammed İştihardi.

[10] – Şuara/214.

[11]- Çardeh Ahter-i Tabnak, s. 21; Ahmed Bircendi.

[12] – Nigah-i ber Zindegi-yi Peygamber-i İslam, s. 91; Muhammedi İştihardi.

[13] – En’am/92. İlel’uş- Şerayi, c. 1 s. 151. Mektebe gitmediğinden dolayı, Ümmi denildiğini de söyleyenler olmuştur.

[14] – İlel’uş- Şerayi, c. 1 s. 154. Şeyh Saduk.

[15] – Bir rivayete göre: “Yeryüzü hiçbir zaman hüccetsiz kalmaz; yeryüzünde Allah’ın hücceti olmazsa, yer kendi ehlini içine çeker; bir anda her şey yok olup gider”

[16]- İlel’uş- Şerayi c. 1 s. 151. Diğer sebebi de şu olabilir ki, Allah-u Teala bütün kainatı o hazretin mübarek varlığından dolayı yaratmıştır, O’nun hilkat nuru, bütün peygamberlerden öncedir; ilim, takva, sabır, şecaat vb. şeyler açısından da onlardan çok ileride idi; kitabı da bütün semavi kitaplardan üstündür. Bunlardan dolayı diğer peygamberlerden daha üstün ve faziletli olmuştur.

[17]- Furuğ-u Edebiyet, c. 1 s. 435. Ayetullah Cafer Subhani.

[18] – Çünkü zenginler Peygambere, “Bunları kendinden uzaklaştır, biz sana uyalım” diyorlardı.

[19] – Nigah-i ber Zindegi-yi Peygamber-i İslam (s.a.a) s. 106.

[20]- Nigah-i ber Zindeganiy-i Peygamber-i İslam (s.a.a), s. 117.

[21]- Nigah-i Ber Zindegi-yi Peygamber-i İslam . 127.

[22] – Furuğ-u Edebiyet, c. 2 s. 42.

[23] – Bakara/196.

[24]- Diğer bir nakle göre ilk tabut Hz. Fatıma (a.s )’ın emriyle onun için yaptırılmıştır.

[25] – Beyt’ul- Ahzan, Şeyh Abbas-i Kummi.

[26]- İlel’uş- Şerayi, c. 1, s. 157.

[27]- İlel’uş- Şerayi, c. 2, s. 79.

[28] – İlel’uş- Şerayi, c. 1 s. 159.

[29] – Dastanha-i Şenideni Ez Çehardeh Masum (a.s), s. 23, Muhammed İştihardi.

[30] – Maide/67.

[31]- Müntehe’l Amal, c. 1, s. Şeyh Abbas-i Kummi.

[32] – Şinaht-ı İslam, s. 57, Hüseyin Rudseri.

[33] – Furuğ-u Edebiyet, c. 1 s. 406.

[34] – Bu konuyla ilgili ayet, Bakara Suresinin 219. Ayetidir.

[35] – Çehardeh Ahter-i Tabnak s. 39, Bircendi.

[36]- Ulu’l- azm gerçi irade, karar ve istikamet sahipleri anlamınadır. Ama İamlarımızın tefsirlerinde müstakil şeriat ve kitap sahipleri manasına tefsir edilmiştir Eğer ayette geçen “min’er- rusul” kelimesindeki “min” harfi te’biz için olursa, peygamberlerden bazıları “Ulu’l- Azm” olurlar, hepsi değil. Ama “min” harfi beyan için olursa, o zaman bütün peygamberler Ulu’l- Azm olarak kastedilmiş olurlar.

[37] – Nigah-i Ber Zindegi-yi Peygamber-i İslam (s.a.a) s. 18.

[38] – Nigah-i ber Zindegi-yi Peygamber-i İslam (s.a.a), s. 124.

[39] – Meraği Tefsiri, c. 27, s. 18.

[40] – Bundan dolayı da çok mutluydu, bazen onu anıp iftihar ediyordu.

[41] – Hz. Peygamber (s.a.a) sadece; “Zahmetlerime karşılık akrabalarıma sevgi gösterin” buyurmuştur.

[42] – Hadid/25.

Sponsorlu Bağlantılar

“Hz. Muhammed’in (s.a.a) Hayatı” için 5 yanıt

Hz. Muhammed'in (s.a.a) Evi - Peygamber Efendimizin Evi - Hz. Muhammed'in (s.a.a) Doğduğu Evdiyorki:

[…] Hz. Muhammed’in (s.a.a) Hayatı […]

Hz. Muhammed'in (s.a.a) Güzel Ahlakı - Hz. Muhammed'in (s.a.a) Örnek Ahlakı - Peygamber Efendimizin Ahlakıdiyorki:

[…] Hz. Muhammed’in (s.a.a) Hayatı […]

Hz. Muhammed (s.a.a) Şiirleri - Hz. Muhammed (s.a.a) İle İlgili Şiirler - En Güzel Şiirlerdiyorki:

[…] Hz. Muhammed’in (s.a.a) Hayatı […]

Hz. Muhammed (s.a.a) Hakkında Sorular ve Cevaplar - Peygamber Efendimiz İle İlgili Soru ve Cevaplardiyorki:

[…] Hz. Muhammed’in (s.a.a) Hayatı […]

Kısaca Hz. Muhammed'in (s.a.a) Hayatı Özet - Hz. Muhammed'in (saa) Kısaca Hayatı - Kısa ve Özdiyorki:

[…] Hz. Muhammed’in (s.a.a) Hayatı […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

RenkliNOT