Kategoriler
Faydalı Bilgiler Kültür/Sanat

Eski Meslekler Nelerdir? Geçmişte Kabul Gören Meslekler

Eski Meslekler Nelerdir?

Bir çok meslek gelişen teknoloji, hayat şartları ve talebin ortadan kalkması nedeniyle eski meslek sınıfına düşmüştür. Bazı meslekler ise bu meslekleri öğretecek insanların kalmaması nedeniyle unutulmuştur.

Sponsorlu Bağlantılar

Eski meslekler günümüzde bazı durumlarda ihtiyaç haline gelmekte ve gereksinim duyulmaktadır. Örneğin bakırcılık eskiden temel ihtiyaçları karşılayan bir meslekti ancak günümüzde bu meslek süs eşyası ihtiyacını karşılamaktadır. Meslek yine ortaya çıkmıştır ancak farklı rol üstlenmiştir. Yine nalbantlığı örnek vermek gerekirse, eskiden çok yaygın olan bu meslek, atların yerini otomobillerin alması ile azalmıştır ve günümüzde sadece hipodrom ve at çiftlikleri gibi yerlerde ihtiyaç duyulmaktadır.

Eski Meslekler

  • Nalbantlık
  • Hasırcılık
  • Kaşıkçılık
  • Keçecilik
  • Bakırcı
  • Bıçakçılık
  • Çarıkçılık
  • Kesecilik
  • Koşumculuk
  • Çömlekçi
  • Sedefkarlık veya Sedefçilik
  • Semercilik
  • Esansçılık
  • Saraçlık
  • Urgancılık
  • Tabaklık
  • Taş İşçiliği
  • Zembilcilik

Eski Mesleklere Ne oldu?

Eskiden bir çok meslekte aile boyu çalışılırdı. Bir ailenin mesleği nesiller boyu devam ederdi ve o nesil bu meslekten geçimini sağlardı. Öyle zamanlar olurdu ki işler yetiştirilemezdi ve  çalıştıracak adam bulunmazdı. Zamanla işler azaldı ve bu meslekler iş beklemeye başladı. Artık bırakın yedi nesili doyurmasını kendi geçimini bile sağlayamıyorsa meslek sahipleri. Bu yüzden bu meslekler yavaş yavaş terkedilmeye başlandı. Bu mesleklere örnek vermek gerekirse, bakırcılar, kalaycılar, çömlekçiler, nalbantlar, keçeciler, değirmenciler, semerciler ve daha bir çoğu…

Eskiden köylerde her evin önünde bir çift öküz, ay yada eşek bulunurdu. Çiftçilikle geçimini sağlayan köylünün en önemli araçları bu hayvanlardı. Çift zamanı nalbantlar bu hayvanları nallamak için gece gündüz çalışırdı. Çift süren bu hayvanlar yine mahsulünde taşınması konusunda nakliye işini de yapardı. Zamanla bu hayvanların yerini traktör ve diğer iş makineleri aldığı için nalbantlardan eser kalmadı. Onların yerine oto lastikçiler, benzin istasyonları ve oto tamirciler geldi.

Eskiden keçecilik mesleği büyük rağbet gören mesleklerin başında gelirdi. Keçeciler köy köy dolaşırdı ve keçe siparişlerini bitiremezlerdi. Ancak zamanla kilim ve halının hayatımıza girmesi, keçe işini de bitirdi. İnsanların keçe yerine halıyı tercih etmesi bu mesleğinde yavaş yavaş ortadan kalkmasına neden oldu.

Sürekli değişen teknolojiye ve yeniliklere ayak uydurmak adına, bizi biz yapan geçmiş kültürümüz yok olmaya yüz tutuyor. Mesleklerde bundan payını fazlasıyla alıyor.

Eskiden Yapılan Meslekler

Keçecilik,

Keçe bir tür yer sergisidir ve pamuk, kıl ve tüyün ıslak ortamda dövülmesi sonucunda elde edilir. Keçeyi sergi olarak, giysi olarak, çadır olarak ve örtü olarak da kullanmak mümkündür. Türkler’in Orta Asya’dan beri kullandığı bilinir. Osmanlı döneminde bir çok şehirde üretilirdi.

Koşumculuk

At, öküz gibi koşum hayvanlarını saban yada kağnı gibi araçlara koşulmasını sağlayan kayış takımına koşum denir. Koşumcu ise bu koşum takımlarını yapan kişidir. Orta Asya’dan beri Türkler tarafından kullanılan koşum, ilk olarak M.Ö. 4 yy’da Mezopotamya’da görülmektedir. Koşum hayvanlarının günümüzde kullanılmaması nedeniyle koşumculuk mesleği de kaybolan meslekler arasına girmiştir.

Hasırcılık

Hasır, kurumuş saz ve bitki sapları ile örülerek yapılan bir tür yaygıdır.Hasır genellikle taban döşemesi, tavan döşemesi veya duvar döşemesi olarak kullanılır. Bu hasırlar kalınlık ve inceliklerine göre farklı isimler alırdı. Kaba asır, Mısır hasırı, Trablus hasırı gibi…Günümüzde hasırcılık sadece kırsal kesimlerde yapılmaktadır.

Nalbantlık

Binek ve hizmet hayvanlarından olan at, eşek ve katır gibi hayvanların tırnaklarına nal çakma mesleğine nalbantlık denir. Bu nallar hayvanın toynağına nallama isimli özel çekiç ile yada nal tokmağı ile çakılırdı. Günümüzde taşımacılık, ulaşım gibi işler makineli araçlarla yapıldığı için  20.yüzyılın yarısından sonra nalbantlık mesleği kaybolmaya yüz tutmaya başladı.

Esanscılık

Esanscılık, küçük şişelerde güzel kokulu esans satma işine denilir. Bu esanslar iki kapaklı dört tarafı cam bir kutu içinde satılırdı. Bu esanscılar insanların kalabalık olduğu ortamlarda gezerek belli bir ücret karşılığında insanların üzerine esans sıkardılar. Günümüzde bu esanscıların yerini dev firmalar almıştır.

Semercilik

At, eşek, katır gibi hayvanların sırtına yerleştirilen, üzerine yük bağlanan veya binilen, iskeleti ağaçtan olan araca semer denilir. Semer genellikle ağaç, çuval ve sazdan yapılır.Yük bağlamak ve binek hayvanına rahat binmek için kullanılır. Semerler boyunlu ve çatal semer olarak ikiye ayrılır. Semer ilk olarak Farslar ve Araplar tarafından kullanılmıştır.

Kaşıkcılık

İlk kaşığa Anadolu’da Çatalhöyük ve Hacilar’da rastlanmıştır. (M.Ö. 7-6 bin yıl). Yapıldıkları malzemeye göre isimlendirilen kaşıklar, ilk olarak topraktan yapılmıştır. Daha sonra tahta ve madenden yapılmaya başlanmıştır. Tahta kaşıklar daha çok şimşir, ardıç, gürgen, mese, armut, karaağaç, gibi ağaçlardan, metal kaşıklar, demir, bakır, pirinç, gümüş ve altından yapılırdı. Anadolu’da kaşıkları ile ünlü merkezler arasında Konya, Bolu, Kastamonu, Bursa, Eskisehir, ve Silifke gibi yerler bilinir.

Sedefkarlık

Sedefkarlık, sedef üzerinde çalışma, sedef kakma ile eşya yapımıdır. Bu işi yapan ustalara da sedefkar denirdi. Sedefkarlık Osmanlılar’da önemli bir meslekti. Özellikle 16.yy’da kendine özgü bir üslup kazanmıştı. Osmanlı Sarayında sedefkarların çalıştığı özel atölyeler vardi. Bunlar, tahtlardan saltanat kayıklarına kadar, padişahların pek çok eşyası üzerinde bu ince sanatı uygulama imkanı buluyorlardı.

Zembilcilik

Hasırdan ya da sazdan örülerek yapılmış kulplu torbaya zembil denir. Selçuklular’ın ve Osmanlılar’in günlük hayatında zembil eşyalarının büyük önemi vardi. Sanayileşmenin gelişmesiyle birlikte zembil eşyaların günlük hayat içindeki önemi büyük ölçüde kaybolmuştur. Bugün zembil eşyaları, daha çok kentlerin varoşlarında ve kırsal kesimde üretilmekte ve kullanılmaktadır.

Urgancılık

Urgancılık, urgan yapım ve satış işidir.Urgan kenevir, keten, jut, pamuk gibi doğal liften yada poliamid, polyester gibi sentetik liften yapılır. İnsanlık tarihinde önemli bir yere sahip olan urgancılık mesleğinin geçmişi Antikçağa kadar uzanmaktadır. Sanayileşmenin gelişmesi, sicim ve urganların mekanik olarak üretilmesiyle birlikte günümüzde urgancılık mesleği, kaybolan meslekler arasına girmiştir.

Taş İşçiliği

Yerleşik hayata geçmeleriyle birlikte Türklerin hayatında taşın önemli bir yeri olmuştur. Selçuklular’dan başlayarak Türkler, taşı sanatkarane bir şekilde islemeye, kemer ve nakış süslemeye büyük önem vermişlerdir. Han, hamam ve kervansaraylarda, bugün bile hayranlıkla izlenen benzersiz örnekler ortaya koymuşlardır. Günümüzde hem taşın öneminin azalması hem de “sanatkar” bakışın kaybolmasıyla birlikte tas işçiliği de giderek azalmaktadır.

Çömlekcilik

Çömlek, topraktan yapılan ve pişirilerek sağlamlaştırılan kap, tenceredir. Çömlekcilik, Anadolu’da cilalı taş devrinden beri bilinmektedir. Özellikle Mersin, Çatalhöyük, Hacilar, Kültepe ve Boğazköy çömlekleriyle ünlüdür. Günümüzde bilinen en eski çanak çömlek örnekleri, Anadolu’da Çatalhöyük’te ele geçen ve yaklaşık 9000 yıl önceye ait seramiklerdir. 12.yy’da Ortadoğu’da İslam çanak çömlekçileri sır maddesini kil hamuruyla karıştırıp saydam yumuşak porselen yapımını denemişlerdir.

Diğer Eski Meslekler ve Görevleri

Attarlar (Eczanelerden önce onlar vardı)

Osmanlı döneminde, usta-çırak usulüyle yetişen attarlar, ilaç yapımında kullanılan hammaddeleri satan ve ilaç hazırlayan esnaf topluluğuydu.

Bu meslek erbabı, dış ülkelerden getirilen nebati, hayvani ve cemadi hammaddeleri â??kökçüâ? denilen esnaftan aldıkları maddeleri ve kendilerince hazırlanan ilaç tertiplerini satıyorlardı. Bunların arasında amel, basur, öksürük hapları, pehlivan yakısı, çocuk macunu ve yara merhemini saymak mümkün.

Kimi İstanbul attarları ise kaliteli hammadde elde etmek için bahçelerinde adaçayı, biberiye, boruçiçeği, hatmi, kekik, kudret narı, oğulotu, reyhan ve zater gibi tıbbi bitkiler yetiştirip yaprak ve köklerini zamanında toplayıp kurutarak tezgaha koyarlardı.

İstanbul’da 17. yüzyılda ilgili maddeler satan 300 macuncu, 41 gül sucu, sekiz ilaç yağı satıcısı, iki bin hoca attar, 35 amberci, 25 buhurcu, üç badem yağcı dükkanı vardı. Ancak 1850’lerde bu sayılarda düşüş başladı. Bunda bugünkü eczanelerin çoğalması ve hazır ilaçların ülkeye girmesi etkili oldu.

Ayvazlar (Her biri emre amade)

Avrupa malikanelerindeki servantların bir benzeri olan ayvazlar, XVIII. Yüzyılda Osmanlı yaşantısına katıldı.

İşe koyulmuş, hazır bekleyen anlamına gelen bu kelime, çoğu Van yöresinden gelen ve konaklarda çalışma imkanı bulan Ermeni gençlerine deniyordu. Kimi zaman Kürtler’den de ayvazlık yapan oluyordu. Tercih sebepleri ise beden gücüne sahip işlerde becerikli olmalarıydı. Ayvaz istihdamı, Osmanlı’nın batıya açılışıyla birlikte yazın sayfiyelere kışın konakları arası ilişkilerin artmasıyla yaygınlaştı.

Konaklardaki ayvazlar bekçilik yapar, geleni karşılar, oda kapılarında emir için bekler, yemek servisi yapar, odun kırar, su taşır, çarşı Pazar işlerine bakar ve gerektiğinde kayıkçılık bile yapardı. Ayvazların ahır ya da ambara bitişik olan kaldıkları yere ise ayvaz evi denirdi. Ayvazlar kalıpsız fes, hem Ermeni hem de ayvaz olduklarını gösteren mor veya mavi bir puşi, sırtlarında sarta yada omuzdan iliklenen kapalı yelek, siyah şalvar, kaba kundura, renkli çorap ve siyah kuşak giyerlerdi. II. Meşrutiyet döneminde yaşanan kıtlıkla birlikte varlıkları sona erdi.

Cezzarlar (Seyyar kasaplar)

Şehirlere yerleşimin artmasıyla birlikte pek çok esnaf gibi cezzarlar da yerleşik düzene geçti.
Esnafın henüz yerleşik hayata geçmediği eski dönemlerde cezzarlar, tıpkı ciğerciler gibi omuzlarında üzerine etler dizilmiş bir sırık, ellerinde etleri kesecek büyük bir bıçak ve bellerine bağlı bir peştemalla sokaklarda dolaşırlardı.

En çok satışı pazarlarda yaparlardı. Şehirlere yerleşimin artmasıyla birlikte pek çok esnaf gibi cezzarlar da yerleşik düzene geçti.

Çığırtkanlar (Olmazsa olmazlar)

Herhangi bir şey üzerine ilgi toplamak, müşteri çekmek için yüksek sesle bağırtılan adamlardı.
Herhangi bir şey üzerine ilgi toplamak, müşteri çekmek için yüksek sesle bağırtılan adamlardı. İstanbul’da çarşı Pazar boylarında kendilerine mahsus edebiyatı olan bir tabakaydı.

Sokaklarda seyyar dolaşan satıcıların her birinde bir çığırtan çalışması zorunlu gibiydi. Bunların başında da Mahmutpaşa çarşısı ve Büyük Kapalıçarşı dükkanlarının çığırtkanları geliyordu.

Kassarlar (Havuzda kuru temizleme)

Eski kayıtlarda kassar şeklinde tesadüf edilen çırpıcı kelimesi Türk diline “çırpmak” kökünden geldi.
Eski kayıtlarda kassar şeklinde tesadüf edilen çırpıcı kelimesi Türk diline “çırpmak” kökünden geldi. Boyalı şeyleri çırpıp suya vuran anlamına gelir.

Kassarlar ise özel bir şekilde inşa edilmiş taş havuzlarda halı, kilim, tülbend, keçe ve benzeri şeyleri yıkama yani suda çırparak temizleyen kişilere denirdi.

Kemankeşler (Geçmişin okçuları)

Ok, Türkler’in savaşta en büyük silahları, okçuluk da barışta en büyük sporlarıydı.
Türk boyları dünyanın dört bir yanına dağılırken ok ve yayı da beraberlerinde götürürdü. Osmanoğulları da fethettikleri her diyarda bir okmeydanı inşa ederlerdi. Fetihten sonra İstanbul’da da bir Okmeydanı kuruldu. II. Bayezid döneminde buraya bir de okçular tekkesi yapıldı.

Tekkede toplantı ve idman salonlarının yanı sıra hocalar için özel daireler, kemankeş denilen okçulara ücretsiz yemek dağıtan bir aşevi vardı. Ancak okmeydanında ok savurmak için okçu lisansı sayılan ‘kabze’ alınması şarttı. Bunun için 900 gez (596 m) mesafeye ok düşürmek gerekiyordu.

Mahyacılar (Sadece Ramazan ve bayramlarda çalışırlardı)

Kurulmadan önce kareli bir kağıt üzerine kalıbı hazırlanıp kandillerin yeri belirlenirdi.
Ramazan ve bayram gecelerinde çift minareli camilerde iki minare arasında gerili iplere kandiller asarak yazı yazma ya da şekil yapma geleneği, İslam dünyasında sadece Türklere özel olup özellikle İstanbul’da gelişmiş bir sanattı.

Mahyacılar, çifte minareli camilerin minarelerinin arasında ‘dış mahya’; Ayasofya, Sultanahmed, Süleymaniye ve Nuruosmaniye camilerine de ‘iç mahya’ kurarlardı. Bir mahya için yaklaşık 8 kg yağ harcanırdı. Kurulmadan önce kareli bir kağıt üzerine kalıbı hazırlanıp kandillerin yeri belirlenirdi.

Sakalar (Günümüzün sucuların yaya hali)

Eski İstanbul evlerinde su ihtiyacı çeşitli şekillerde karşılanırdı.
En basit çözüm tabii ki her evin yakınındaki çeşmelerdi. Fakat onlarda çok kalabalık olurdu. Böylece saka loncası, evlere para karşılığında su taşıyan kişileri bir araya getirdi. Bu 19. yüzyılın sonuna kadar devam etti. Saka, her gün bıraktığı kırba sayısı kadar evin kapısının kenarına tebeşirle işaret koyardı.

Ay sonunda da paralarını toplardı. Fakat hemen hemen her ay müşteriyle saka arasında para toplama zamanı gelince kavga çıkardı. Bazı kesimlerse sakalardan şikayetçiydi çünkü sakalar bazı çeşmeleri kendi mülkleriymiş gibi kullanır buradan su aldıktan sonra çeşmenin suyunu da kesip giderlerdi.

Savatçılar (Modası 150 yıl geçmedi)

Arapça ‘kara’ anlamına gelen sevad sözcüğünden gelen savar, gümüş üzerine kara nakışlar yapılan bir sanat dalıydı.

Savat yapılmadan önce önce bu işin tatbik edileceği eşyaların; tokaların, kemerlerin, hançer kabzalarının, tütün tabakalarının, muskaların ve dua taslarının yüzeylerine kalemkarlar tarafından çeşitli şekillerin işlenmesi gerekirdi. Bundan sonra savatçılar belirli oranlarda gümüş, bakır, kurşun ve kükürt karışımından elde ettikleri bir alaşımı dövüp tülbentten geçirerek ince siyah bir toz hazırlarlardı.

Bunu söz konusu motif, yazı ve resimlerin üzerine kuru olarak sıvayarak ‘ekme savat’, toza boraksla karıştırıp macun haline getirdikten sonra sürmek suretiyle de ‘sürme savat’ yaparlardı. I. Dünya savaşı öncesinde Van’da 120 dükkanda 400 dolayında savatçı ustası ve kalfası vardı. Ayrıca Sivas, Erzincan, Trabzon ve Samsun’da da bu sanat çok gelişmişti. Öyle ki savatlı Türk tabakaları tim Avrupa’da özellikle de Paris kuyumcularında kendine yer edinmişti. Anayurdu Dağıstan olan savatçılık, Osmanlı’da 150 yıl kadar altın devrini yaşadı.

Seleciler (Ruhsatlı dilenciler)

Yünden hırkaları, ellerinde alemleri, başlarında hasırdan destarları olan dilenciler 16. ve 17. yüzyıl Osmanlısı’ nda yedi bin taneydi.

Tanzifatçılar (Zamanın çöpçüleri)

Pirleri Verrad Berberi olan tanzifatçılar, 17. yüzyılda 500 nefer kadardı.
Üzerilerinde kırmızı ve siyah meşin kaftanlar vardı. Başlarında teke ve hamid külahları, omuzlarında uzun sırıklar üzerinde çapa demir, arkalarında müdevver ağaç tenekeler, ellerinde kazmalar, süpürge, kürek, omuzlarında zembil, harar ve har ü haşak sepetleri bulunur, ta ki kasıklarına kadar battal siyah çizmeler giyerlerdi.
‘Çöp çıkaram’ diye bağırarak sokaklarda dolaşır, evlerin kapılarını çalarak aldıkları çöpleri sırtlarındaki küfelere yükleyerek götürürlerdi. Bu kişiler çoğunlukla ermeniydi. O zamanlar şehrin meydanları gayrımüslimlere temizlettirilir, caddeleri yeniçeriler süpürür, sokakları mahalle halkı süpürürdü. Ama yine de İstanbul’un çok temiz bir şehir olduğu söylenemezdi.
O yıllarda bakacak kimsesi olmayan, bir iş yapamayacak kimselere ‘cer kağıdı’ denilen dilenme ruhsatı verilirdi. Ruhsatı olmayanın dilenme izni yoktu. Ancak bunu pek önemseyen yoktu.
Bunun için Tanzimattan önce hepsini kontrol altına almak amacıyla bir esnaf zümresi kabul edildi. Eyüp Camii merkez kabul edilerek ‘Seele Kethüdalığı’ adıyla bir kahyalığa bağlandı.

Sponsorlu Bağlantılar

“Eski Meslekler Nelerdir? Geçmişte Kabul Gören Meslekler” için 40 yanıt

Bakırcılık Mesleği Nedir? Özellikleri ve Görevleri - Bakırcılığın Tarihi ve İş Olanaklarıdiyorki:

[…] Eski Meslekler ve Özellikleri Nelerdir? […]

Teşekkür ederim. Çok işime yaradı.D:D:D:D:D:D:D:D:D:D:D:D:D:D:D:D:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

RenkliNOT