Kategoriler
Faydalı Bilgiler Kültür/Sanat

Hoşgörülülükte Deniz Gibi Ol

Öğüdün Geniş Açıklaması

Mevlana’nın her bir öğüdü aslında birbiriyle bağlantılı… Şefkat, merhamet, tevazu, cömertlik… Şimdi ise hoşgörünün önemini vurgulayan “hoşgörülükte deniz gibi ol” sözünü geniş olarak ele alacağız…

Sponsorlu Bağlantılar

Hoşgörü, insanı, insanlığı anlamak, bilmek, saygı duymaktır. İnsanların birbirinden farklı duygu, düşünce, davranış, tutum, eylem biçimleri olduğunu kabul etmektir.

Çağımızda hoşgörüye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü dünyamızda bir taraftan kültürel değişim ve küreselleşme hareketi yaşanırken, diğer taraftan da milliyetçilik, radikalizm, şiddet ve yabancılara karşı ayrımcılık ve nefret duyguları yaşanmakta ve tecrübe edilmektedir. Bu sebeple çağdaş bir insanda gelişmesi gereken en değerli yeteneklerden biris hoşgörü alışkanlığıdır.

Ruhbilim açısından hoşgörü, insanın kendisini başkalarının yerine koyması, onu anlamaya çalışması demek olan duygu sezgisiyle kazanılır. Önümüzdeki yıllarda bütün dünya ülkeleri ve ülkemiz, insan haklarının egemen olduğu, bireysel özgürlük ve toplumsal sorumluluk sınırlarının belirlendiği ekonomik, siyasal, kültürel bütünleşme arayışını sürdürecektir. Düşünce, karar verme gibi soyut kavramlardan, günlük uygulamaya kadar, anlayış ve Mevlana’dan bize miras kalan fakat şu anda varlığını neredeyse unutmuş olduğumuz hoşgörü gerçekleşmesi zorunlu bir kavram, çağdaş, geçerli, güncel bir ilişki, iletişim biçimi olacaktır.

Hoşgörülü olmak ailede kazandırılması gereken bir haslettir. Fakat çocuklar yaptıkları ufak tefek hatalardan dolayı bile çoğu kez cezalandırılırlar. Bağışlanmayan çocuklar ise ileride yetişkin olduklarında “bağışlayamayan” ve “hoşgörüsüz” insanlar olurlar. İnsanlarla iletişimlerinde katı olurlar ve bunun rahatsızlığını iç dünyalarında bir ömür boyu çekerler. Oysa nefret, kin tutma, bağışlayamama ve katılık, duygusal bir tükenmedir. Yıkıcıdır, insanın kendi kendini bozguna uğratan duygulardır. Çocukları bilemediğinden, istemeden yaptıkları konusunda bağışlamayan bir tutum izlemek, onları kendilerine karşı katı olmalarını ve kendileriyle barışık olmamalarını körükler. Bu sebeple onların davranışlarına göre onları şımartmayacak bir biçimde bir hoşgörü yaklaşımı sergilemek gerekir.

Mevlana’nın hoşgörüsü sevgi anlayışının bir uzantısı olarak dil, din ve ırk farkı gözetmeyen bir hoşgörüdür. Çünkü O yaşamın, insanlığın olmazsa olmazı olarak gördüğü hoşgörünün, her insanda bulunması gerektiğine inanmaktadır. Bu niteliği tüm dinlere, inançlara, düşüncelere, görüşlere de açık tutar. Çünkü Mevlana’ya göre ilk yaratılan aşktır. Her yaratık bir aşk kıvılcımı taşımaktadır ve bütün varlıklar yüceler yücesi olan Tanrı’ya doğru bir vuslat özlemi içindedir. Hoşgörüyü “Yüceltilmiş Davranış”ın vazgeçilmezi sayar. Çünkü hoşgörü, özellikle de Mevlana hoşgörüsü içinde; insana saygı vardır, sevgi vardır, aşk vardır. Yoksa insandaki bu nitelik oluşamaz.

Öteden beri olgun sanılan insanlarda bile kendini ve kendi düşüncelerini beğenmek, kendisininkinden başkalarını düşünce ve inançlarına hiç olmazsa şüphe ve küçümseme ile bakmak adeti vardır. Etrafındakilere gerçekten değer veren insanlar da pek azdır. Çocuğun bencilliğinden başlayarak yetişkin insanların kendilerini beğenmişliklerine ve gururlarına kadar bin bir şekil alan bu huy, tarihin birçok kanlı olaylarına sebep olduğu gibi, büyük uygarlık eserlerinin de doğmasına hizmet etmiştir. Birinci olaylar, affedememek, dayanamamak, kıskanmak, kavrayamamak, gibi ruhun pek zayıf ve küçük düşmüş olmasının sonucu olan hoşgörmezliğin (taassup) ürünüdür; ikincisi, yani uygarlık eserleri, kendine güvenmek, bilgisine emin olmak, insanlığı sevmek gibi bir ruh yüceliğinin ürünüdür. İkisi de bencillik gibi görünen bu hallerden birincisi, dar kafalı ve körelmiş, kıskanç, bu yüzden de ilerleyeni göremeyen manevi körlüklerin sonucudur; ikincisi ise, geniş ve sınırsız bir zekanın aydın ve üstün tutkuların eseridir. Bu itibarla birincisi kısır olduğu kadar da geri, ikincisi ise, verimliliği kadar da ileri bir karakterdir. Hangi türden olursa olsun, uygarlığı ve insan mutluluğunu ikinci ruhlara borçluyuz. Zira bunlar bağışlamasını bilir, karşısındakini dinlemek irade ve inancına maliktir; kendi düşüncelerini başkalarınınki ile mukayese edebilir ve bencilliğinden hiç olmazsa, karşısındakilerin fark edemeyecekleri bir manevra ile vazgeçebilir. Doğruyu ve iyiyi, tereddütsüzce benimser, beğenir, hiç olmazsa onları dinlemek ve suçlandırmamak büyüklüğünü gösterir. Vaktiyle Voltaire bir yazısında, “Senin fikirlerini beğenmiyorum, fakat onları savunmana engel olacak kimselerle ölesiye savaşmaya hazırım.” demiştir ki bu hoşgörünün pek yüce ve asil bir ifadesidir.

Yine Voltaire’nin şu ifadeleri oldukça manidardır; “Ey Tanrım! İnsanlar artık birbirlerinin kardeşi olduklarını hatırlayabilsinler ve barışçı bir emek ve endüstrinin verimlerini zorla çalmak isteyen eşkiyalığa karşı nasıl nefret ediyorlarsa, ruhlar üzerine istibdat yapmaktan da öyle dehşet duysunlar! Eğer savaşlardan çekinmek imkanı yoksa, hiç olmazsa barış için iken birbirimizden tiksinmeyelim, birbirimizi parçalamayalım!”

Kaynağını Kur’an ve Hz. Peygamber’in uygulamalarından alan Mevlana’nın hoşgörüsünü en güzel ifade eden ve adeta hoşgörünün sembolü haline gelmiş olan şu beyiti burada zikretmeden geçemeyeceğim:

Gel yine gel, her ne olursan ol yine gel

Eğer kafir, Mecusi veya Putperest isen yine gel.

Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir

Yüz defa tövbeni bozmuş olsan yine gel.

Sponsorlu Bağlantılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

RenkliNOT