Kategoriler
Faydalı Bilgiler Kültür/Sanat

S Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

Osmanlı Türkçesi Sözlüğü (S Harfi)

Bu yazımızda S harfi ile başlayan bazı Osmanlıca kelimelerin Türkçe karşılıklarına yer verdik. Türk tarihinin büyük bir kısmının Osmanlı Türkçesi ile kaleme alınmış olması bile, günümüzde Osmanlı Türkçesini öğrenmenin ne kadar önemli olduğunu göstermekte. Gerek Osmanlı tarihine ilgi duyanlar için, gerekse bilgilerini geliştirmek isteyenler için faydalı olmasını umuyoruz…

Sponsorlu Bağlantılar

Anlamını merak ettiğiniz Osmanlıca kelimeyi  ctrl+f  kombinasyonu ile aratarak kolaylıkla bulabilirsiniz…


SÂ’: 1040 dirhemlik hububat ölçeği.
SABA: Gün doğuşundan esen hoş ve lâtif rüzgar.
SABİ: 1. Henüz süt emen çocuk. 2. Büluğ çağına gelmemiş olan çocuk. 3. Üç yaşını doldurmayan erkek çocuk.
SABİÎN (SÂBİE): Yıldıza tapanlar.
SADAKA: Allah rızası için fakirlere verilen şey veya para.
SÂDAT: Seyyidler, Hz. Peygamber’in soyundan gelenler.
SADDETMEK: Bir şeyin gediğini kapamak, tıkamak, engel olmak.
SÂDIK: Doğru, dürüst, sadakatli.
SÂDIR: Sudur eden, çıkan, meydana gelen.
SADR: Her şeyin öncesi ve başlangıcının en iyisi. Kalp, göğüs, ön.Başkan… Baş. Oturulacak yerlerin en iyisi.
SAFA ile MERVE: Mekke-i Mükerreme’de iki tepenin adları. Sa’yin iki ucu.
SAFÂ: Mekke’de bir tepe adı. Sa’yin başlangıç noktası.
SAFHA: Aşama, değişen durum ve hallerden her biri.
SAFÎR: Islık.
SAFSATA: Yalan, uydurma, görünüşte doğru gerçekte yalan ve yanlış olan kıyas.
SAGÎRE: Küçük günah.
SAHİH: 1. Gerçek. 2. Sağ, sağlam. 3. Tam, eksiksiz.
SÂHİR: Büyücü, büyü eden, sihirbaz.

SAKALEYN: İnsanlar ve cinler.
SAKAR: Cehennemin adlarından biri.
SAKÎ: Kırağı, şebnem, çiğ.
SÂKÎ: Sulayan, içecek su veren, kadeh sunan.
SALÂH: İyilik, bir şeyin iyi ve istenen şekilde bulunması, dindarlık, barış.
SALÂT: Namaz, belli vakitlerde yapılan ibadet, dua.
SALÎB: Haç.
SÂLİH AMEL: İyi, haklı, dini emirlere uygun ibadet ve iş.
SÂLİK: Bir yola bağlı olan, bir yolu takip eden, bir tarikata girip hidayet yolunu takip eden, mürid.
SAMED: Allah‘ın adlarından biri, pek yüksek, daim.
SANEM: Kâfirlerin önünde ibadet ettikleri heykel, put, put severlerin ilâhı, çok güzel kadın.
SÂNİ’: Sanatkârca yapan, yaratan, sanat eseri olarak meydana getiren. (Allah)
SAR’A: İnsanın kendini kaybederek düşmesine sebep olan sinir hastalığı.
SARAHAT: Açıklık. Açık anlatım.
SARF-I NAZAR: Bir şeyden vazgeçme, cayma.
SAVM: Oruç.
SAVM’AA: Tepesi sivri yüksek bina. (Minarelere de verilen addır). İslâmiyetten önce hıristiyanların manastırlarına ve sabiaların zaviyelerine verilen ad.
SA’Y: Çalışma, gayret sarf etme. Hac veya umrede Safa ile Merve arasında usulüne uygun olarak yedi defa gelip gitmek.
SEBEB-İ NÜZUL: İndiriliş sebebi.
SEBÎL: Açık ve büyük yol, büyük cadde, Allah rızası için su dağıtılan yer.
SEBİLULLAH: Allah yolu, din.
SECÂVEND: Kur’ân-ı Kerim’i doğru okumak için yapılan işaretler.
SECDE: Namazda yüzünü yere koyma, yere kapanma.
SECDEGÂH: Namaz kılınıp secde edilecek yer, ibadet yapılacak yer.
SEDD: 1. Tıkamak, engel olmak. 2.Baraj. 3. Perde. Engel. 4.Rıhtım. 5. Set, tümsek.
SEFER: Yolculuk, seyahat, gezi. Savaşa gitme. Savaş, muharebe.
SEFÎH: Zevk ve eğlenceye düşkün, sefahata düşmüş, malını düşünmeden harcayan.
SEHM: Ok, hisse, pay, nasib, kısım, hazine geliri, korku, dehşet.
SEHV: Yanılma, hata, yanlış.
SEKÎNE: Sükun ve imtinan, temkin. Kalp rahatlığı, kalp huzuru veren bir duanın adı.
SEKİNET: Sükun ve imtinan. Temkin. Nefisteki telaşın kesilmesi ile hasıl olan kalp huzuru ve sükuneti.
SEKİR (SEKR): Sarhoşluk.
SEKT: Susma, bir anlık susma.
SEKTE: Susmak, kesilme, ara verme, bozulma.
SELBETMEK: 1. Red, inkâr etmek. 2. Kapmak, zorla almak.
SELEEF-İ SALİHİN: Önceki salihler. İslâmın ilk devirlerinde yaşamış olan iyiMüslümanlar.
SELEF: 1. Eskiden olan, önce bulunmuş olan. 2. Yerine geçirilen. 3. Önde olmak, ileri geçmek.
SELEM: Peşin para ödeyip, malı daha sonra almak üzere yapılan bir alış veriş akdi.
SELÎM: Sağlam, kusursuz, refah ve selamet üzere bulunan.
SEMA: 1. İşitme. 2. Mevlevî âyin dönüşü.
SEMÂ: Gökyüzü, asuman, gök.
SEMAVÎ KİTAPLAR: Gökle ilgili kitaplar, Kur’ân-ı Kerim, Tevrat, İncil, Zebur.
SEMEN: Para, kıymet, değer, bedel.
SEMÎ: İşiten, duyan.
SER: Baş, tepe, uç, gaye, zirve, başkan, reis.
SERAB: Çölde, sıcak ve ışığın tesiriyle ilerde veya ufukta su ve yeşillik var gibi görünme olayı. Şaşkın hale gelme.
SERHAD (SERHAT): Sınırbaşı, iki devlet arasındaki sınır boyu.
SERÎ: Çabuk, süratli.
SERÎR: Taht. Üzerinde oturulacak yüksek yer. Tahta karyola.
SERİYYE: Düşman üzerine gönderilen süvari müfrezesi.
SERKEŞ: Baş kaldıran, inatçı, dikbaşlı, itaatsiz.
SERTAÇ: Baş tacı olan, çok sevilen.
SERVER: Önde giden, baş çeken, önder, başbuğ.
SERVET: Zenginlik, maddî varlık.
SEVAB: Hayır, hayırlı iş, Allah tarafından mükâfatlandırılacak doğruluk ve iyilik karşılığı.
SEVAP: İyi bir davranışa karşı Allah tarafından verilen mükâfat.
SEVKİTABİÎ: Hayvanlarda düşünmeyerek, tabiatın sevki ve zorlamasıyla yapılan hareket, içgüdü.
SEYYARE: Güneş etrafında dolaşan gezegen.
SEYYİDÜ’L-BEŞER: İnsanların efendisi, Hz. Muhammed.
SIBYAN: Çocuklar, sabiler.
SIDDIK: Çok samimi. Doğru, inançlı, sadakatli.
SIDDIK-I ÂZAM: Ebu Bekir Sıddık.
SIDK: 1. Doğruluk, gerçeklik, hakikat. 2. İyi niyet.
SILA: 1. Ulaşma. 2. Yurdu, hısım akrabayı gidip görme.
SILA-İ RAHİM: Akrabaları ziyaret.
SILA-İ RAHİM: Gurbette bulunanın memleketine gelip akrabasına kavuşması.
SIRAT: Yol, cadde.
SIRAT-I MÜSTAKİM: En doğru yol, İslâmiyet, Hak yol.
SİBAK: 1. Bir şeyin üst tarafı, geçmişi. 2. Bağ, bağlantı, sözün gelişi.
SİDRETÜ’L-MÜNTEHA (SİDRE-İ MÜNTEHA): Peygamber’in ulaştığı en son makam.
SİGA: Fiilin çekiminden meydana gelen çeşitli şekillerden her biri.
SİHİRBÂZ: Büyücü, büyü yapan, gözbağcı, sahir.
SİKA: İnanç, güven, itimat, emniyet, güvenilir inanılır kimse.
SİKKE: Basılmış madeni para.
SİLLE: El ayasıyla vurulan tokat.
SİMA: Beniz, çehre.
SİRET: 1. Bir kimsenin iç hâli, hareketi, ahlâkı. 2. İnsanın tutmuş olduğu manevî yol.
SİRKAT: Hırsızlık.
SİRR: Sır.
SİYAK: 1. Sözün gelişi. 2. Tarz, üslup.
SOFESTAİ: Septisizme mensup, şüpheci, inkârcı.
SUAL: Soru, sorulan. Şey, isteme, istek. Dilencilik.
SUDÛR: 1. Olma, meydana gelme. 2. Göğüsler, sadırlar.
SUĞRÂ: Daha küçük, pek küçük.
SÛ-İ EDEB: Kötü terbiye.
SÛ-İ KASD: Kötü kasd, cinayet işlemek, adam öldürmeyi tasarlamak.
SULB: Katı, taş gibi olan, sülâle, zürriyet, bel.
SULH: 1. Barış. 2. Rahatlık. 3. Uyuşma. Uzlaşma.
SÛR: Kale duvarı. Kıyamet günü İsrafil (a.s.)’in çalacağı boru.
SÛRE: Kur’ân-ı Kerim’in 114 bölümünden her biri.
SURÎ: Surete ait, görünüşe ait. gerçek dışı, ciddi ve samimi olmayan.
SÜBHAN: Allah (c.c.).
SÜCÛD: Secdeye varmak, secdeler.
SÜFLÎ: Aşağıda bulunan, alçak, âdi, bayağı, kılıksız, kıyafetsiz.
SÜFLİYYAT: Kötü işler, bayağı işler.
SÜHÛLET: Kolaylık, kolaylık aracı, yavaşlık, nazik muamele, elverişli, kullanışlı, paraca kolaylık.
SÜKÛN: Durgunluk, hareketsizlik. Durmak, kesilmek.
SÜLÂLE: Soy, sop, bir kimsenin soyu.
SÜLÂSÎ: Üçlü, üçe mensup.
SÜLÛK: 1. Bir yola girme, bir sıraya dizilme. 2. Tasavvuf yoluna girme.
SÜLÜS: Üçte bir, üç parçadan biri. Bir yazı çeşidi.
SÜLÜSÂN: Üçte iki, üçte iki kısım.
SÜREYYA: Ülker yıldızı.
SÜRÛR: 1. Sevinç, neşeli olmak. 2. Tahtlar, yatacak yerler.
SÜTRE: Perde, örtü. Namaz kılarken ön tarafa konulan engel.

Sponsorlu Bağlantılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

RenkliNOT