Kategoriler
Sinema

En İyi Romantik Komedi Filmleri

En İyi 30 Romantik Komedi

Romantik komedi filmleri severler için tüm zamanların en iyi romantik komedi filmlerini bir araya getirdik.Birbirinden güzel ve eğlenceli romantik komedi filmlerini sizde severek izleyeceksiniz.Gelmiş geçmiş en güzel romantik komedi filmleri arasında izlemedikleriniz var ise hiç durmayın ve izleyin.Bu romantik komedi filmlerini sevgiliniz ile birlikte izleyebilirsiniz.

Şimdiden iyi eğlenceler diliyoruz ve listeye geçiyoruz.

Aşk Gibi Bir Şey – A Lot Like Love

 

30 – Ay Çarpması/ Moonstruck (1987)

Loretta Castorini (Cher) utangaç nişanlısını bekleyen biraz da evde kalmış, duygusal bir kadındır. Loretta beklediğinin gerçekleşmemesi sonucunda kapıldığı umutsuz duygular sonucunda nişanlısının biraz yabani gibi gözüken erkek kardeşi Ronny’e (Nicolas Cage) aşık oluyor. Ronny bir fırın işçisi olup, operaya ve hayata düşkün bir adamdır…

Sponsorlu Bağlantılar

29 – Adam’s Rib (1949)

Asistan Bölge Savcısı Adam Bonner karısı Amanda’ya aşıktır ama sansasyonel bir cinayet davasında fazla umursamadığı karşı taraf, beklemediği şekilde karısı Amanda çıkar. Spencer Tracy ve Katharine Hepburn, yönetmenliğini George Cukor’un yaptığı ‘Adem’in Kaburgası’e mükemmel bir uyum oluşturuyorlar.

28 – Güzel ve Çirkin/ Beauty and the Beast (1991)

Fransa kırsalında ailesiyle birlikte yaşayan Belle hayat dolu bir kızdır. Bir gün babasının ormanda yolu şaşırması sonucunda kendilerini lanetli bir şatonun önünde, şatonun sahibi olan yaratığın insafına terk edilmiş olarak bulurlar.

Yaratık, genç kızı alıkoyar ve ona çok sert davranır.

Fakat aslında o “sevmeyi bilmediği için” lanetlenmiş bir prensdir.

27 – Sevginin Bağladıkları/ Sleepless in the Seatle (1993)

Eşini kaybetmiş Sam Baldwin, oğlu Jonah ile birlikte sakin bir hayat sürmektedir. Ulusal bir radyo kanalında yayın yapmaya başlayınca hayatında bazı değişiklikler olacaktır; çok sayıda kadın hayrana sahip olmak gibi…

Sam’in yaşadığı yerden hayli uzak olan Annie de Sam’in hayranlarından biridir. Evlenmek üzere olduğu halde kafası bu konuyla ilgili karışık olan Annie, Sam’e göndermeyeceğini bildiği bir mektup yazar. Ardından dayanamaz ve etkilendiği bu erkekle tanışmaya karar verir.

26 – Özel Bir Kadın/ Pretty Woman (1990)

Zengin ve yakışıklı işadamı Edward etrafındaki kadınlardan ve hayatının tekdüzeliğinden çok sıkıldığı bir anda New York caddelerinde güzel Vivian ile tanışır. Beraber geçirdikleri büyülü bir geceden sonra aralarında bir anlaşma yaparlar. Bir hafta boyunca sevgili olacaklar ama bu haftanın sonunda herkes yoluna devam edecektir. Vivian geceleri tekrar yol kenarlarına, Edward da elit yaşamına…

En lüks otellerde kalıp, zengin kıyafetler ile bambaşka bir hafta geçiren Vivian gönlünü kaptırmaya başladığı anda Edward’ dan uzaklaşmaya karar verir. Zira hayatstandartlarının farklılığının duyguların önüne geçeceğinden şüphesi yoktur. Fakat aşkın gücü onların bu rüya gibi bir haftalarını gerçek hayatla birleştirir. Ortada ne standart ne de bir fark kalır…

90′ lı yılların modern masalı Özel Bir Kadın, Julia Roberts’ ın kariyerindeki en önemli çıkış noktası olarak ona Altın Küre kazandırdı. Uzun yıllar unutulmayan şarkısı da Richard Gere ile canlandırdıkları aşkı bizlere hatırlatmaya devam etti.

25 – Aşık Shakespeare/ Shakespeare in Love (1998)

Yıl 1593 ve umut vadeden oyun yazarı Will Shakespeare, her yazarın zaman zaman başına gelen tıkanma hastalıklarından birini yaşıyor. Son komedisi Romeo ve Ethel, Korsanın Kızı bir türlü ilerlemiyor ve Londra tiyatro topluluğu sürekli bitmiş senaryoyu istiyor. Depresyona giren Will, tanrı vergisi yeteneğini kaybedip kaybetmediğini düşünmeye başlıyor. Tümumudunu kaybetmişken güzel Viola ile tanışıyor ve aldığı ilham ile tüm zamanların en harika aşk hikayelerinden birini yazıyor.

John Madden’in Shakespeare uyarlamalarının popüler olduğu bir dönemde gerçekleştirdiği bu sıradışı film, sempatik oyuncuları barındıran kadrosuyla hem çok sevilmiş hem de yedi Oscar ödülünün birden sahibi olmuştu.

24 – Tiffany’de Kahvaltı/ Breakfast at Tiffany’s (1961)

Amerikalı yazar Capote’nin en meşhur kitabından Blake Edwards’ın sinemaya uyarladığı “Tiffany’de Kahvaltı”da Audrey Hepburn’ü, zengin erkeklere para karşılığı eskortluk yapan Holly Golighty rolünde izliyoruz.

Özgür ruhlu bir tatlı kaçık olan genç kadın, 60’ların New York’unda şehrin en zengin erkeklerini kendine aşık eder ve hiç bitmeyecek bir partinin deyim yerindeyse tam ortasında dururken, arasıra su yüzüne çıkan hüznü üzerinde durmadan taşıyor.

Hüzünlü biten gecelerin sabahında şehrin gözalıcı mücevher dükkanı Tiffay vitrini önünde “kahvaltı eden” Holly, yine böyle bir sabahın devamında yeni komşusu Paul Varjak (George Peppard) ile tanışıyor ve aralarında platonik bir aşk başlıyor.

Holly, her hafta ünlü bir mafya babasını bir hapishane olan Sing Sing’de ziyaret edip farkında olmadan şifreli mesajları taşıyorken Paul de zengin ve yaşlı bir kadının “sponsorluğu”nda rahat bir yaşam sürüyor. İkilinin birbirleriyle yaptıkları “pencere ziyaretleri”, aynı binada yaşayan Çinli ile yaşanan bitmeyen “gag”lar, filmin unutulmaz müzikleri ve Hepburn’ün tiril tiril eşsiz zerafeti filmin soslarından sadece bir kaçı.

Meraklılarına, filmden farklı olarak orijinal kitapta Paul’ün aynı zamanda eşcinsel olduğunu not olarak düşelim.

23 – Bugün Aslında Dündü/ Groundhog Day (1993)

Phil televizyonda hava durumu sunan ve ülke çapında bir şöhreti yakalamanın eşiğindeki bir spikerdir. Kamera önünde herkese mavi boncuk dağıtırken, gerçek hayatında burnu yukarda, benmerkezcil ve snop biridir. Aşağılamaktan kendini alamadığı kameranı Larry ve yapımcısı Rita’yla birlikte Pensilvanya’nın küçük bir kasabasına günübirlik gidip kış şenliklerine katılması gerekir.

Buradaki insanların naifliği ve küçük dünyası Phil’in miğdesini bulandırmaktadır. Tek arzusu bir an önce haberin çekimlerini tamamlayıp geri dönmektir. Ancak aniden çıkan bir kar fırtınası yolları tıkar. Ertesi sabah kaldığı otel odasında gözlerini açan Phil’e kaderin müthiş bir oyunu olacaktır: kendini beğenmiş kahramanımız, nefret ettiği o aynı günü, tekrar tekrar yaşamak zorundadır!

İki yıldızın, özellikle Bill Murray ve yanısıra Andie MacDowell’ın tüm yeteneklerini sergileme imkanı buldukları, herkes tarafından her daim sevilen, unutulmaz bir komedi.

22 – Sil Baştan/ Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004)

Joel Barish, iki yıl boyunca beraber olduğu sevgilisinden oldukça şaşırtıcı bir haber alıyor. Kadın, bir teknolojik deneye katılarak, ilişkilerini tamamen hafızasından silmiştir. Yani Barish’in kim olduğunu bile hatırlamamaktadır. Bu gelişme üzerine küplere binen adam, aynı prosedürü kendi üzerinde de gerçekleştirmek ister…

Film, adamın hafızaları silinirken, yaşanılan ilişkiyi gözler önüne serer. Adam da bir kez daha oldukça iyi başlayan ve sonradan tadı kaçan ilişkiyi izler. Fakat zaman geçtikçe ve sıra yaşanılan güzel şeylere gelince, üzerindeki müdaheleyi durdurmak ister. Pişman olmuştur!

21 – Charade (1963): Audrey Hepburn, Cary Grant

Paris’teki genç bir Amerikalı dul (Hepburn) bir yabancının (Grant) yardımıyla, öldürülmüş kocasının sakladığı çeyrek milyon doları bulmaya çalışırken bir yandan da eşinin geçmişinden çıkıp gelen tekinsiz adamlarla mücadele eder.

Giderek, kayıp paranın CIA’den çalınmış olduğunun da anlaşıldığı ve her elde edilen bilginin kısa süre sonra çelişkili yalanlara dönüştüğü süreç boyunca ikili arasındaki gerilim zaman zaman romantizmle yer değiştirecektir. Filmin tonu da komedi, romantizm ve gerilim arasında gidip gelecektir.

Yönetmen Donen’in Charade’ı, 60’ların gerilim filmleri arasında müstesna bir yere sahip. Görkemli bir erotizmi (Bond serileri), alaycılığı (Michael Caine’in “Harry Palmer”ları) ve farsı (Casino Royale) baştacı eden dönemin casusluk filmleri arasında bir kadını merkezine koyan tek gerilim filmi olarak göze çarpıyor. Bu konsept Charade’ı, Bond filmlerinin motoru olan ergenlik çağı erkek fantezilerinden ciddi şekilde ayırıyor. İş başındaki kahraman imgesinin yerine bu kez durup dururken cinayet, hırsızlık ve casusluğa bulaşmış olan Regina Lambert’ı (Audrey Hepburn) buluyoruz. Hepburn yalnızca bir casusluk filmde rastlayabileceğimiz ender kadın protagonistlerden biri olmakla kalmıyor; aynı zamanda senaryonun esrarengiz ve tuhaf gitgelleri karşısında en az seyircinin kendisi kadar şaşkına dönüyor.

Cary Grant, yönetmen Donen’le birlikte son dört filmlerini birlikte yapmaya karar verdiğiklerinde çeyrek asırlık dev starlardan biriydi. 60’lara gelindiğinde tek cazibesi nostaljikliği olmayan bir avuç idolün arasında yer almayı başarması dahiceydi. Hepburn’e gelince o kuşkusuz Hollywood’dan yükselen gözalıcı endamdaki son kadın yıldızlardan biriydi. Bütün bunlar Charade’a 60’ların casus filmlerinden çok 50’lerin romantizmine yakın bir elegans ve kalite katıyor.

20 – Harold and Maude (1971)

Depresif karakterli ve ölüm takıntılı 20 yaşındaki Harold, hayata bir türlü tutunamamaktadır. Boş zamanlarını sürekli cenazelere katılarak geçirmekte ve defalarca intihar teşebbüsünde bulunmaktadır. Bu girişimlerin hiçbiri başarılı olmasa da, takıntısından bir türlü kurtulamaz.

Bir gün, yine gittiği bir cenaze sırasında tanıştığı 79 yaşındaki Maude ile çok sıradışı bir arkadaşlık geliştirirler. Harold’un aksine, son derece neşeli ve hayata bağlı bir karakter olan Maude, Harold’a hayatla ilgili bilmediği tatlar yaşatacaktır. Annesinin evlendirme teşebbüslerinin hepsine karşı çıkan Harold, bir gün herkese Maude ile evlenmek istediğini açıklar. Fakat Maude’un Harold’a, hiç beklemediği bir süprizi vardır.

Hal Ashby’nin artık kült olmuş, hayat, ölüm ve tuhaf bir aşk hikayesi üzerine çektiği, büyük beğeni toplayan filmi Harold and Maude, sinefillerin kaçırmaması gereken bir çalışma.

19 – Manhattan (1971)

Isaac Davis çok meşhur ve zengin bir TV senaristidir. Yaptığı iştens çok sıkılmış ve en büyük hayali olan ciddi bir kitap yazma işine girişmiştir. Kitabın ilk bölümü Manhattan’a dair sevdiği şeyler üzerinedir ama şehre o kadar aşıktır ki bir türlü ikinci bölüme geçemez.

Kahramanımızın başındaki bir başka dert ise eski karısıdır. Şimdi lezbiyen olmuş ve 17 yaşındaki Tracy’le birlikte yaşayan kadın yeniyayınladığı kitabında Isaac’le ilişkilerini gözler önüne sermiştir.

En yakın arkadaşı Yale ise evli olduğu halde bir ilişki yaşadığı Mary’den ayrılıp, kadını Isaac’e kakalamaya çalışmaktadır. Tüm bu karmaşa Isaac’in başedebileceğinden çok daha fazladır. Terapistiyle telefon görüşmeleri, kendi nevrozları ve insan ilişkileri içinde devinip durur.

18 – The Princess Bride (1987)

Bir büyükbaba, torunu hasta olunca yatağının başında ona masal anlatmaya başlar. Prenses Gelin isimli bu masal, Buttercup adındaki kızla Westley ismindeki çocukluk aşkıgencin imkansız aşk hikayesini anlatmaktadır. Buttercup, tek gerçek aşkı olduğuna inandığı Westley’i Amerika yolculuğu sırasında kaybedince bir daha hiç kimseyi sevemeyeceğine inanmaya başlar.

Yine de sırf kendisine ileride tahta geçecek bir oğlan çocuğu versin diye eş arayan Prens Humperdinck’in evlenme teklifini kabul eder. Ancak bir süre sonra, bir çete tarafından kaçırılır. Çete ve Buttercup’ın yolu, gizemli ve tehlikeli bir korsanla kesişir. Macera daha yeni başlamıştır.

Prenseslerden korsanlara, devlere kadar türlü türlü masal karakterini barındıran The Princess Bride, William Goldman’ın aynı isimli romanından beyazperdeye uyarlanan keyifli bir peri masalı.

17 – Harry Sally ile Tanışınca/ When Harry Met Sally (1989)

Harry de Sally de aynı Şikago Üniversitesi’nde okudukları halde ancak mezuniyetten sonra New York’a giderken tanışırlar. Yolda uzun uzun sohbet eder ve bir çıkarıma varırlar: “erkek ve kadın sadece arkadaş olamaz!”.

New York’a varında her biri kendi hayatını yaşar, birileriyle tanışır, aşık olur vs. Tüm bunlar olurken ikili arada sırada karşılaşır ve birbirlerine olup bitenden bahseder. Harry karısından ayrıldıktan sonra Sally ile aralarındaki sıkı bir dostluk başlar. Peki ama yıllar önce karar verdikleri şey hala geçerli midir? Hiç sanmıyoruz!

Senarist Nora Ephron dört sene sonra Sevginin Bağladıkları’nda yapacağından daha iyi bir iş çıkarıyor ve her iki cinsten sinemaseverlerin izlemekten çok keyif aldıkları bir temanın etrafında geziniyor. Yönetmen Rob Reiner ise elindeki oyunculuk hazinesini iyi değerlendirerek tüm zamanların en sevilen romantik komedilerinden birine imza atıyor.

16 – Annie Hall (1977)

New York’lu komedyen yazar Alvy Singer (Woody Allen)aşkın peşinden gitmek istese de, yaşadığı entellektüel ortamda aradığını bulabileceği konusunda oldukça umutsuzdur. En az kendisi kadar nörotik olan şarkıcı Annie Hall (Diane Keaton) ile tanışması ise önyargılarını sona erdirir. Yoğun olduğu kadar farklı olan bir ilişki yaşamaya başlarlar.

Annie Hall’u etkileyici kılan, aşk üzerine öncekilerden farklı şeyler söylemeye çalışması. Komedi ve romantizm karışımıfilm, 70ler’de gezinmek isteyenler ya da klişe aşk tasvirlerinden sıkılmışlar için iyi bir alternatif.

15 – Bazıları Sıcak Sever/ Some Like it Hot (1959)

İki işsiz müzisyen Joe (Tony Curtis) ve Jerry (Jack Lemmon), tesadüfen mafyanın sevgililer gününde yaptığı bir katliama tanık olurlar. Arkasında şahit bırakmak istemeyen gangsterler ikilinin peşine düşer. Canlarını kurtarmak için yollara düşen ikili, Miami’ye turneye gitmekte olan ve tamamı kadınlardan oluşan bir müzik grubuna katılırlar.

Kadın kılığında grupla yola çıkarlar ancak her ikisi de grubun solisti sarışın bomba Sugar Kane’e aşık olurlar ancak kimlikleri ortaya çıkmasın diye güzel kadına karşı duygularını belli edememektedirler. Bunun üzerine Joe, üçüncü bir kimlik yaratarak utangaç bir milyoner olarak Kane’e yaklaşmayı dener. Öte yandan Jerry’nin de başı, kadın kimliğine aşık olan bir milyonerle derttedir.

Billy Wilder’ın yönettiği komedi, döneminin klasikleri arasında yer almaktadır. Filmde efsanevi sarışın yıldız Marilyn Monroe’ya Tony Curtis ve Jack Lemmon eşlik ediyorlar. Wilder’ın başrollerden biri için Frank Sinatra’yı düşündüğü ancak daha sonra Curtis ve Lemmon’la devam ettiği de biliniyor.

14 – Roma Tatili/ Roman Holiday (1953)

İsmi belirtilmese de İngiltere olduğu aşikar bir ülkenin prensesi olan Ann, maiyetiyle birlikte çıktığı uzun Avrupa turu esnasında Roma’ya gelir. Kariyerinin henüz başındaki çiçeği burnunda Audrey Hepburn’ün hayat verdiği genç prenses, mecburen tabi olduğu tüm protokollerden, sosyal rollerden ve süs köpeği gibi davranılmaktan son derece sıkılmış ve hayattan bezmiş durumdadır. Nihayetinde o, altın kafesteki bir bülbüldür. Bir akşam, isyan ettiğinde sakinleşmesi için saray doktoru tarafından önerilip, nedimesi tarafından verilen bir sakinleştirici ilacı içtikten sonra, uyumak yerine kaçıp, şehirdeküçük bir tur atmaya karar verir. Kaderin bir oyunu sonucu ilaç etkisini, genç, güzel ve tecrübesiz prenses şehre inmeyi başardığında gösterir.

Bir bankta sızan Ann’ın yolu, şehrin kötü şöhretli ve çulsuz paparazzilerinden biri olan fırsatçı Joe Bradley ile kesişir. Aslında naif biri olan, Gregory Peck’in canlandırdığı yakışıklı gazeteci, sarhoş sandığı genç kadını gayet asil duygularla, sokakta kalmaması için kendi evine getirmek zorunda kaldığında, hayatının “atlatma haber”inin de ayağına geldiğinden habersizdir.

Ertesi sabah Ann, gerçek kimliğini gizler. Tüm şehir genç prensesi aramaya başladığında, geç de olsa gerçeğin farkına varan ama durumu genç kadına çaktırmayan Bradley, yakın dostu ve anasının gözü bir foto-muhabir olan Irving ile birlikte bir plan yapar: halkın arasına karışıp sıradan bir insan olmanın keyfini çıkartmak isteyen Ann’a, Roma’yı gezdirecek, bol bol fotoğraf çekecek ve Avrupa’nın en erişilmez şahsiyetlerinden biriyle, ona farkettirmeden müthiş bir röportaj yapmış olacaklardır. Böylece Joe, müthiş hikayesi sayesinde memleketi Amerika’ya dönebilecektir. Plan işlemeye başlar. Ama naif ve güzel prenses ile yakışıklı gazeteci arasında gelişecek olan elektrik, kimsenin planında yoktur!

İlk başta klişe gibi görünen bir öyküye sahip bu film, William Wyler’ın yönetiminde ve iki müthiş başrol oyuncusunun unutulmaz performanslarıyla klasikler arasına girmeş ve 3 Oscar ödülünün de sahibi olmuştur. O zamana dek adı duyulmamış olan Audrey Hepburn, prenses Ann rolüyle En İyiKadın Oyuncu Oscarı’na uzanırken, bir anda tüm dünyatarafından hayran olunan uluslararası bir yıldıza dönüşmüştür.

Filmin gerçekten de kaotik Roma sokaklarında çekilmiş olmasının, sadece 1953’te değil bugün bile altından kolaykalkılamayacak bir iş olduğu aşikar..

13 – Şehir Işıkları/ City Lights (1931)

İyi yürekli bir sokak serserisi, kör bir çiçek satıcısına aşık olur. Kıza kendisini zengin bir adam olarak tanıtır. Sonradan hayatını kurtardığı bir milyonerin ona arkadaşça davranıp sözler vermesinden cesaretlenir. Adamın kapısını aşındırıp, sevdiği kızın gözlerinin görmesi için gerekli ameliyat parasını ödünç alabileceğini sanır. Oysa varlıklı insanlar abartılı bir kibarlık içerisinde, ikiyüzlü bir yaşam sürmeye alışkındırlar.

Çoğu eleştirmene göre Charlie Chaplin’in başyapıtı. Sesli sinemanın yeni yayılmaya başladığı bir dönemde, bu devrimi reddederek yine sessiz çektiği filminde, neredeyse tüm becerilerini konuşturuyor Chaplin.

12 – Bir Gecede Oldu/ It Happened One Night (1943)

Clark Gable ve Claudette Colbert 1934 yapımı bu çılgın komedi klasiğinde, uyumsuz aşıklar olarak biraraya geliyor. Şımarık Ellie Andrews (Colbert), kendisini işe yaramaz bir playboyla evlenmekten alıkoymaya çalışan milyoner babasından (Walter Connolly) kaçar. New York yolculuğu sırasında Peter Warne adında işsiz bir gazeteciyle (Gable) tanışır. Bindikleri otobüs bozulunca, sürekli dalaşan ikili çlgın bir otostop macerasına atılır. Peter yaşadıkları maceraları yazarak iş bulmayı ummaktadır. Fakat kaçak varisle, küstah gazeteci birbirlerine aşık olunca işler değişir. Frank Capra’nın yönettiği Bir Gecede Oldu, en önemli beş Oscar Ödülünü, yani En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Film ve En İyi Senaryo Oscar Ödüllerinin hepsini alan ilk film olma özelliğini taşıyor.

11 – Philadelphia Hikayesi/ The Philadelphia Story (1940)

Büyük bir mirasın sahibi olan Tracy Lord, çapkın kocası C.K. Dexter Haven’i evlendiklerinden kısa bir süre sonra başından atar. Boşanmadan iki yıl geçmiştir ve Tracy bu sefer toplumda saygı gören biri olan George Kittredge ile evlenme hazırlıklarına başlar.

O sırada Dexter bir dergi için çalışıyordur. Kendini kardeşinin arkadaşı olarak tanıtan yazar Mike Connor ve fotoğrafçı Liz Imbrie ile saklı kalanları ortaya dökmek için düğünden bir gün önce Tracy’nin malikanesine gider.

Altı Akademi ödülüne aday gösterilen ve iki ödül alan film, 1955’te Ulusal Film Dairesi tarafından korunmaya alınmıştır.

10.Aşk Her Yerde/ Love Actually (2003)

Günümüz Londra’sında Noel’den iki ay önce yaşanan farklıolayları izliyoruz. Ve filmin amacı insanaların yaşamında aşkın kapladığı yeri göstermek. Hatta pek çok karakterarasında başrolde aşk’ın olduğu bile söylenebilir.

Başkanlar, rock yıldızları, sıradan insanlar; hepsinin ortak bir özelliği vardır: Aşkın komik, hüzünlü, saçma yanıyla bir kez de olsa kaşılaşmışlardır.Bu filmi izlemeye gidenler, tam 10 tane filmle ve onlarca aşkla karşılaşıyorlar…

9.50 İlk Öpücük/ 50 First Dates (2004)

Dr. Henry Roth, Hawaii’nin ünlü playboylarından birisidir. Fakat Lucy ile tanışınca farklı duygular hissetmeye başlar. Kalbini çalan bu kadının dünyada çok az rastlanan bir rahatsızlığı vardır. Her gün bir önceki gün yaşadıklarını unutarak uyanan Lucy, sürekli yenilenen bir hafıza kaybı yaşamaktadır.

Henry her yeni günde yeniden kendisini tanıtmak ve yeniden kendisinden etkilenmesini sağlamak zorundadır. Budurum Henry’nin işini zorlaştırmanın yanında, aslında daha da fazla bağlanmasına sebep olacaktır.

Adam Sandler ve Drew Barrymore’un uyumlu bir ikili oldukları 50 İlk Öpücük, hoş bir romantik-komedi olarak hafızalarda yer ediyor.

8.Mesajınız Var/ You’ve Got Mail (1998)

Joe Fox ve Kathleen Kely New York un Batı Yakasında birbirlerinden bir kaç blok uzakta oturuyorlar. Joe, şehrin en büyük kitapçılarından birini açmak üzeredir. Kely ise sevimli dükkanında çocuk kitapları satmaktadır. İkisi bir chat kanalında tanışınca, ortak noktalarının sadece kitaplar olmadığını anlarlar. Bu ise ikisini birbirlerine yakınlaştıracaktır.

Gerçek hayatta acımasız bir rekabet nedeniyle birbirine antipati duyan çift, internet üzerinde özel bir ilişki kurmaya başlarlar. Pek yakında tanışacaklar ve gerçek ortaya çıkacaktır.

Meg Ryan ve Tom Hanks’in başrolü paylaştığı sevimli bir romantik komedi. İnternet ilişkilerinin insanlara hazırlayabileceği sürprizleri ortaya koyması açısından da ilgi çekici.

7.Evlilik Öpücüğü/ The Wedding Singer (1998)

Robert hart (Sandler) şarkı sözü yazarı olma hayalinni gerçekleştirmek için olağanüstü bir çaba harcamaktadır. Küçük yerleşim terlerinde düğün şarkıcısı olarak çalışmaya başlayan Robbie, bir düğünde güzel garson Julia (Barrymoore) ile tanışır. Her ikiside nişanlı olan ikili yavaş yavaş yanlış kişilerle beraber olduklarını anlayacaklardır. Robbie, Julia’nın nişanlısının ne kadar güvenilmez bir insan olduğunu keşfeder ve bunu Julia’ya göstermeye çalışır.

6.Söz ve Müzik/ Music and Lyrics (2007)

Alex, 80’li yıllarda elde etmiş olduğu başarısının çok gerisinde kalmış, eski bir popstardır. Ufak çaplı organizasyonlarda yer alarak hayatını kazanmaya çalışmaktadır.

Ama bir gün eski popülaritesini yeniden kazanmasını sağlayabilecek bir teklifle karşılaşır. Ünlü yıldız Cora Corman, kendisine birlikte bir şarkının kaydını yapmayı teklif eder. Fakat Alex’in bunun için öncelikle yapması gereken bir şey vardır: bu şarkının bestesini ve sözünü yazmak!

Uzun yıllardır beste yapmaktan ve söz yazmaktan uzak kalmış Alex için bu iş ciddi bir sıkıntı yaratır. Fakat bir başka güzel tesadüf de, yine bu dönemde karşısına çıkar. Söz yazmak konusunda çok başarılı olan Sophie ile tanışır.Genç kadının yeteneğini hemen farkeden Alex’in onu yardımiçin ikna etmesi kolay olmasa da ikili arasında, piyona başında geçecek saatler, yeni bir aşkın kıvılcımlarını yakacaktır.

5.Notting Hill (1999)

William Thacker Batı Londra’nın değişik bir yöresi olan Notting Hill’de yaşamaktadır. Eşinden boşanmış olan William, evini biraz tuhaf olan Spike adlı biri ile paylaşmaktadır ve Notting Hill’in tam merkezindeki Pazarcaddesinde Portobello Road’da bir kitapevinin sahibidir.

Bir gün dünyaca ünlü film yıldızı Anna Scott’un dükkanına gelmesi ile William’ın yaşamının akışı değişir. Birbirini takip eden komik olaylar sonunda Anna ile William çıkmaya başlarlar.

“Dört Nikah Bir Cenaze – Four Weddings and A Funreal” filmini yaratanlar tarafından çekilen bu romantik-komediyi kaçırmamanızı öneririz.

4.(500) Days of Summer (2009)

Alışılmamış türde bir romantik komedi olan film, aşkın gerçek olduğuna inanmayan bir kadın ve ona aşık olan bir adamın hikayesini anlatıyor.

Tom Hansen, hayatından tamamen çıktığına emin olduğu zaman Summer Finn ile tanıştığı ilk günü hatırlar. Tom, kıza ilk gördüğü anda aşık olur. Hayatının geri kalan kısmını bu kızla birlikte geçirmesi gerektiğini biliyordur.

Ne var ki Summer ne aşka ne ilişkilere inanmamaktadır. Buna rağmen aralarında arkadaşlıktan öte farklı bir ilişki başlar. Birlikte geçirecekleri günler sıradışı, eğlenceli ve komik bir hikayeye tanıklık edecektir.

İlk defa Sundance Film Festivali’nde gösterilen film, hem eleştirmenlerden hem de seyirciden tam not aldı.

3.The Apartment (1960)

New York’ta büyük bir sigorta şirketinin 31.000 çalışanından biri olan C.C. ‘Bud’ Baxter (Jack Lemmon) Manhattan’daki bekar evini şirketin üst düzey yöneticilerinin kaçamakları için kullanmalarına izin vermesi ilebaşarı basamaklarını olduğundan daha hızlı bir şekilde tırmanmaya başlar.

Sonunda şirkette ikinci idareci asistanlığına kadar terfi eder. Durumdan yararlanmak isteyen başka yöneticiler de apartmanın anahtarını istemeye başlayınca trafik biraz sıkışır ve Baxter kendi dairesini neredeyse kullanamaz hale gelir. Son olarak şirketin patronu Jeff Sheldrake (Fred MacMurray)’ın Baxter’ın garsoniyerine götüreceği kızın, kendisinin de hoşlandığı asansör görevlisi Fran Kubelik (Shirley MacLaine) olduğunu öğrenmesi Baxter’ın kalbini kırar ama yine de evin anahtarını patronuna verir. Kubelik patronların eve ‘attıkları’ diğer kızlardan farklıdır. Gösterişsiz ve sessizdir. Masum ve melankolik bir görünüşü vardır, yaptığının farkında değildir sanki. Baxter umutsuz bir sevgi arayışı içindeki bu kıza tutulur. Sonunda bu yozlaşmış dünyanın başarısızlığa uğramış iki günahsızı Baxter ve Kubelik, bu badireyi tek parça halinde atlatmayı başarırlar .

2.Once (2006)

Dublin’de gitar çalan aynı zamanda şarkıcı ve söz yazarı olan İrlandalı bir adam, bir gün sokakta çalarken Çek bir kızla tanışır. Adamın maddi durumu pek iyi değildir ve babasının dükkanında ona yardım ederken bir yandan da sokaklarda çalarak para kazanmaya çalışmaktadır. Kız da eşiyle ayrıdır; gündüzleri çalışıp beraber yaşadığı annesine ve kızına bakmaktadır.

Hayali albüm çıkarmak olan adam müzik şirketlerine yollamak için demo hazırlamaya karar verince piyano çalan kızla birlikte çalışmaya başlar. Kız ve erkek onları bir araya getiren müzik sayesinde birbirlerini de tanıyacaklardır.

Glen Hansard ve Marketa Irglova’ya “En İyi Orijinal Şarkı” dalında Oscar kazandıran Once, ikilinin uyumu, sıcak performansları ve beraber seslendirdikleri başarılı şarkıları sayesinde de izleyicinin gönlünde özel bir yer kazanıyor.

1.Aşk Gibi Birşey – A Lot Like Love (2005)

Los Angeles’tan New York’a bir uçuş sırasında, Oliver’la Emily arasında bir yakınlaşma başlar. Birbirleri için yaratıldıklarını düşünen çift, daha sonraki 7 yıl boyunca sürekli ayrılıp yeniden bir araya gelir. Arkadaşlıkla, aşk arasında gidip gelen Oliver ve Emily küçük yaşamlarında gerçek sevgiyi arar.

Sponsorlu Bağlantılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

RenkliNOT