Kategoriler
Faydalı Bilgiler Kültür/Sanat

U Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

Osmanlı Türkçesi Sözlüğü (U Harfi)

Bu yazımızda U harfi ile başlayan bazı Osmanlıca kelimelerin Türkçe karşılıklarına yer verdik. Türk tarihinin büyük bir kısmının Osmanlı Türkçesi ile kaleme alınmış olması bile, günümüzde Osmanlı Türkçesini öğrenmenin ne kadar önemli olduğunu göstermekte. Gerek Osmanlı tarihine ilgi duyanlar için, gerekse bilgilerini geliştirmek isteyenler için faydalı olmasını umuyoruz…

Sponsorlu Bağlantılar

Anlamını merak ettiğiniz Osmanlıca kelimeyi  ctrl+f  kombinasyonu ile aratarak kolaylıkla bulabilirsiniz…


UBABHer nesnenin muazzamı, her şeyin büyüğü. * Cemaat, topluluk. * Taşkın sel suyu. * Pek taşkın, coşkun.
UBARf. Ağlama, inilti.
UBEYDKüçük kul, kulcuk.
UBEYDE BİN CERRAH (R.A.)Aşere-i Mübeşşere’den olup, asıl ismi Amir bin Abdullah’tır. Her din muharebesinde bulunup çok büyük şecaat ve metanet göstermiştir. Adaleti ile de meşhurdu. Şam’ın fethinde kendisi kumandandı. Hicri 18 senesinde 58 yaşında iken taundan vefat etmiştir.
UBRÇok. * Sedir ağacından su kenarlarında biten ağaç.
UBSHuzursuzluktan yüz burkulmak. Yüz ekşime, surat asma.
UBSURSeri. Çok yürüyen deve.
UBUD(Ebed. C.) Ebedler, sonsuzluklar.
UBUDETKulluk. (Aslında zillete derler.)
UBUDİYYETKulluk, kölelik, bağlılık, aşırı mensupluk.
UBURGeçmek. Atlamak. * Zorlamak. * Suyun öte kıyısına geçmek.
UBUSÇatık yüzlü. Abus. * Utanmaz kimse.
UBUSETYüz ekşiliği. Çehre çatıklığı. Somurtkanlık.
U’BÜDİbadet et (meâlinde emir.)
UBYEBüyüklenmek, kibirlenmek.
UCAB(Uccâb) Çok şaşılacak fazla gülünç olan şey.
UCACET(C.: İcâc) Dişi deve sürüsü. * Toz. * Yüce avazlı, yüksek sesli.
UCALEMisafirlerin yolda yemek için götürdükleri azık. * Çiftçilerin azık diye evvelce koyup getirdikleri buğday ve arpa.
UCAMÇekirdek.
UCARİMKuvvetli adam.
UCAVETırnağa bitişik olan sinir.
UCB(Ucub) Kibir, gurur. Kendini beğenmişlik. Ameline, yaptıkları işe güvenmek. * Varlığı nâdir olan şeyi görünce istiğrab etmek hâli. * Yabancı kadın taifesiyle beraber oturmak ve konuşmaktan pek hoşlanan.(Arkadaş! Ye’se düşen adam, azabdan kurtulmak için istinad edecek bir noktayı aramaya başlar. Bakar ki, bir miktar hasenât ve kemâlâtı var, hemen o kemâlâtına bel bağlar. Güvenerek der ki: “Bu kemalât beni kurtarır, yeter” diye bir derece rahat eder. Halbuki a’mâle güvenmek ucubdur. İnsanı dalâlete atar. Çünkü insanın yaptığı kemalât ve iyiliklerde hakkı yoktur; mülkü değildir, onlara güvenemez. Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü, kendisinin eser-i san’atı değildir. O vücudu yolda bulmuş, lekita olarak temellük de etmiş değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış da insan almış değildir. Ancak, o vücut havi olduğu garip san’at, acip nakışların şehadetiyle, bir Sani-i Hâkim’in dest-i kudretinden çıkmış kıymettar bir hane olup, insan o hanede emâneten oturur. O vücudda yapılan binlerce tasarrufattan ancak bir tane insana aittir. M.N.)
UCB-ÜZ ZENEB(Bak: Acb-üz-zeneb)
UCBEAcaib ve şaşılacak şey.
UCCAB(C.: Eâcib) Şaşırıp taaccüp edecek nesne.
UCCETKaygana aşı.
UCDAtın kuvvetli olması.
UCFETKuru üzüm çekirdeği.
UCLEAcele ile ve çabuk yapılan iş.
UCMAraptan gayrisi. Arap milletinden olmayanlar. * (Acmâ. C.) Dilinde tutukluk olanlar.
UCMEDil tutukluğu. Tutuk tutuk kekeliyerek konuşma. * Acemlik.
UCRE(C.: Ucer) Ağaç boğumu. * Düğme. * Bedenin tomur kabaran yeri. * Ayıp.
UCRUF(C.: Acârif) Uzun ayaklı karınca.
U’CUBETaaccüb olunacak şey. Ucube. Pek acib ve garib olan. * Hayret edilecek derecede olan isti’dad.
U’CUBE-İ HİLKATYaratılıştan insanlara hayret verici olan. Şaşılacak, hayrete düşülecek hilkat garibesi.
UÇBEYİHudutlardaki sancakbeyleri hakkında kullanılan bir tâbir idi. Orta çağlarda Türk Devletinin uçbeyleri yarı müstakil idiler. Bağlı bulundukları devletler zayıfladıkça istiklâl dereceleri artar, neticede müstakil devlet olarak ortaya çıkanlar olurdu. Akkoyunlular, Karakoyunlular ve nihayet Osmanlılar bu şekilde müstakil bir devlet olarak meydana gelmişlerdir. (O.T.D.S.)
UDMeşhur bir sazın adı. * Bir hoş kokulu buhur. * Ağaç parçası. * Budak.
UDALKatı, şiddetli. * Pek zor. * Ağır hastalık.
UDATDüşman.
UDDETGelecek zamanın hâdiseleri için, darlığa düşmemek için mal ve silâh gibi şeylerde hazırlık. Mühim levâzımat. * İstidad. * Gençlerin yüzlerinde çıkan sivilce.
UDHİYDeve kuşu yumurtası.
UDHİYECenab-ı Hakk’ın rızası için kurban niyetiyle kesilen hayvan.
UDHUKEGülünç şeyler. Komedi.
UDHUKEPERDÂZf. Güldürücü, komik.
UDİİnce taştan kapak.
UDİKADemir çengel.
UD’İYYE(C.: Eda’i) Mesel, hikâyat. * Bilmece, yanıltmaç.
UDLET(C.: Uzul) Zahmet, meşakkat. * şiddet.
UDLULDoğru yoldan sapma. İslâmiyetten ayrılma, sapıtma.
UDMEkmek katığı.
UDMEBuğday renklilik. * Beyazı çok olan deve.
UDMUSKaranlık.
UDRE(T)Yel inip hayası büyümek.
UDRİCSarı kaftan. * Hızlı ve çok yürüyen at.
UDTUMMEKişinin aslı.
UDUBEKeskinlik.
UDULYoldan çıkma, dönme, sapma. * Vazgeçme. * (Âdil. C.) Âdiller, âdil olanlar.
UDVA’Kuru, sert yer. * Üzerine oturulduğunda rahat olmayan yer. * Evin uzak olması.
UDVANDüşmanlık, haksızlık, zulüm.
UFAFEMemede kalan süt artığı.
UFATHaramdan nefsini koruyanlar.
UFAVEÇorbanın sonu.
UFAZEPamuk kozası. * Yüksek yer.
UFFAREHer nesnenin evveli. * Katılık. * Şiddet.
UFFEBir deniz hayvanı. * Davarın emziğinde kalan süt bakiyesi.
UFKKıyı, kenar. * Rüzgârın estiği cihetler. * Ufuk. Gökle yerin birleşmiş gibi göründüğü yer. Görüşümüzün nihayetindeki yerler. * Mc: Görüş ve düşünüş derecesi.
UFKAİnce deri. * Sünnet edilen deri.
UFKÎUfka ait. Ufka dair ve müteallik. * Yatık düzlük. Yatay.
UFREBaşın ortasında olan saç.
UFUC(C.: Afâc) Vurmak. * Göden bağırsağı denilen bağırsak.
UFULGurub, batış. Gözden kayboluş. Görünmez olmak. * Mc: Ölmek.
UFUNETÇıban veya yaranın çürüyüp fena kokması. * İltihab. * Her hangi bir maddenin çürümesinden hasıl olan pis koku, çürük kokusu. * Sıkıntı veren manevî ağırlık.
UFUREÜzerinde her ne varsa yenilip hiç bir şey kalmayan yer.
UFUSAKekrelik.
UGEYLİMEKüçük oğlan çocukları.
UGLUTA(C.: Uglulât – Egalit) Bilmece, bulmaca, yanıltmaca.
UGNİYEŞarkılar, ilâhiler. Teganni edilen sözler.
UGNİYYE(C.: Egâni) Ahenk.
UGTUBEAzar, tekdir.
UGVİYYEBelâ. Zahmet. Musibet.
UHAHSusuzluk. * Galiz, kaba, yoğun.
UHBUŞETürlü kabilelerden meydana gelen topluluk.
UHCİYYEBilmece, bulmaca, yanıltmaca.
UHCÜVVEBulmaca, yanıltmaca, bilmece.
UHDEBir işi üzerine alma. Söz verme. * Ahidnâme. Bir kimsenin üstünde olan iş veya şey. * Mes’uliyet hududu. * Ric’at ve taalluk dâiresi. * Becerme, yapma. * Mes’uliyet, sorumluluk.
UHDUD(C.: Ahâdid) Çukur. * Uzun hat. * Yeryüzündeki uzun yarık ve çatlak. * Hendek. * Kamçı vurulmasından vücutta hâsıl olan yara ve iz.
UHDUSEHayret edilecek derecede uydurma haber. * Haber verilen nesne.
UHFUK(C.: Ehâfik) Yer yarığı.
UHKUKYarık, hendek.
UHNE(C.: Ühan) Kin tutmak.
UHRASâir, diğer, başka. Ahir, gayr, son, sonra.
UHREBir şeyin sonu.
UHREVÎÂhirete dair, âhiretle alâkalı. Öteki dünyaya ait.
UHRUNf. Doğurmayan, kısır kadın veya hayvan.
UHT(C.: Ahavât) Kızkardeş.
UHTEYNİki kızkardeş.
UHUD(Ahd. C.) Ahidler, yeminler, peymanlar, anlaşmalar, sözleşmeler.
UHUD-İ ATİKAEski anlaşmalar.
UHUD-U MER’İYEYürürlükteki anlaşmalar.
UHUVVETKardeşlik. Din kardeşliği. Samimi dostluk.
UHUVVET-İ EFKÂRFikir kardeşliği.
UHUVVETKÂRf. Kardeş gibi davranan. Kardeş gibi muâmelede bulunan.
UHUVVETKÂRANEf. Kardeşçesine, kardeş gibi olarak. Birlik, beraberlik ve karşılıklı sevgi ile.(Uhuvvetin sırrı: Şahsiyetini kardeşler içinde fâni edip, onların nefislerini kendi nefsine tercih etmek. L.)(Her ikinizin, Hâlikınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir… Bir bir, bine kadar bir bir. Hem Peygamberiniz bir, Dininiz bir, Kıbleniz bir.. Bir bir yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir… Ona kadar bir bir. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği; ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlıyacak mânevi zincirler bulundukları hâlde; şikak ve nifaka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakiki adâvet etmek ve kin bağlamak; ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münâsebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu; kalbin ölmemiş ise aklın sönmemiş ise anlarsın! M.)
UHUZGöz ağrısı.
UHZSihir, efsun.
UKABDuman, toz.
UKAB(C.: Ukbân-Ekub) Tavşancıl kuşu.
UKABEYNİşkence veya asmak için dikilen iki tane dar ağacı. * Kovayı muhafaza etmek için kuyu içinde olan yumru taş. * Kuyu duvarı arasına koyulan saksı parçası. * Havuz içinde akan suyun yolu. * Büyük ilim.
UKAD(Ukde. C.) Düğümler, bezler, şişlikler. Boyun, koltuk altı ve kasıkta bulunan guddeler.
UKAD-I HAYATİYECan alıcı noktalar, hayat düğümleri. Bir şeyi meydana getiren aslî rükünler.
UKALA(Âkıl. C.) Akıllılar. * Halk dilinde: Akıllılık iddia edenler.
UKAMÇok sert. Pek şiddetli.
UKAMA’(Akîm. C.) Kısırlar. Zürriyeti olmayanlar.
UKAMİSÇok.
UKARşarap. * Lüks mobilya.
UKASBir cins ot. * “Kesmek” mânâsına mastardır.
UKAYKANKarınca.
UKAZMekke-i Mükerreme yakınındaki bir pazar adı.
UKBAÂhiret, öbür dünya, bâki olan âlem. * Ceza.
UKBA-İ FERDAf. Gelecek olan âhiret. Yarınki devir.
UKBENöbet. * Çorba bakiyyesi.
UKBE BİN AMİR BİN KAYS EL-CÜHENÎ (R.A.)Ashab-ı Kiramın mümtaz fakihlerinden ve Kur’an-ı Kerim’i ezberleyip yazanlardandır. 55 Hadis-i Şerif rivayet etmiştir. Mısır Valiliğinde bulunmuş ve orada Hicri 58 tarihinde vefat etmiştir.
UKDDüğüm. * Yoğun. * Gazap, hiddet. * Sâkin olmak.
UKDEDüğüm, bağ. * Karışık ve müşkil iş. Zorluk, zor iş. Vâlilik ve halifelik için akdolunan biat. * Ağaçlık yer. * Pelteklik, kekemelik. * Arzu edip de ulaşamadığından dolayı içe dert olan şey.
UKDE-İ HAYATf. Hayat düğümü. (Çekirdek gibi)
UKDE-İ LİSANf. Kekelemek.
UKDEGİRf. Müşkil, zor. * Şüpheli. * Düğümlü.
UKDEGÜŞAf. Müşkilleri yenen.
UKDEVÎDüğüm biçiminde olan. Ukde ile alâkalı.
UKHUVANPapatya.
UKIYYE(Bak: Okiyye)
UKKAŞE BİN EL-MİHSAN EL-ESDÎ (R.A.)Efâdıl-ı Sahabeden ve kahramanlardan olup hususan Bedir muharebesinde ve Hazret-i Ebu Bekir (R.A.) devrinde mürtedlerle olan muharebede yararlıklar göstermiştir. Peygamberimizin vefat tarihinde 44 yaşlarında idi.
UKKAZE(C.: Akâkiz) Ucu demirli sopa.
UKKETulum, deriden yapılan kap.
UKLEBağlamak. * Hile edip aldatmak.
UKLUMKuvvetli deve.
UKMKısırlık. * Verimsizlik.
UKNETaş oda veya kulübe, kümes.
UKNE(C.: Uknâ-Akân-Uknât) Karın büklümü. (Şişmanlık ve semizlikten olur.)
UKNUM(C.: Ekanim) Asıl.
UKRKısırlık. * Kısır olan kadının veya dişi hayvanın hali. * Mc: Netice alamama.
UKREKısır. Doğurmayan kadın veya hayvan.
UKRUBANAkrebin erkeği.
UKSUME(C.: Ekasim) Nasib, kısmet. Hisse, pay.
UKTUAAlâkayı kesmek gayesiyle gönderilen şey. İlgiyi kesmek üzere verilen şey.
UKUBHer nesnenin sonu.
UKUBToz. * Çömlek kaynaması. * Kalabalık.
UKUBAT(Ukubet. C.) Cezalar. İşkenceler, eziyetler. * Kısas ve şahsî cezalar.
UKUBET(C.: Ukubât) İşkence, azab, eziyet. * Ceza.
UKUD(Akid. C.) Akidler. Şartlar, bağlar. İki tarafça kabul edilen şeyler.
UKUD SURESİKur’an-ı Kerim’in beşinci suresi olan Mâide Suresinin diğer bir ismi.
UKUKAnaya babaya itaatsizlik ve hürmetsizlik etmek. Zorbalık, tanımamak, âsi olmak.
UKUL(Akıl. C.) Akıllar.
UKUL-U AŞERE(Bak: Akl-ı evvel)
UKUNNE(C.: Ukun) Taştan yapılmış nesne.
UKUS(Aks. C.) Akisler, yankılar, çarpmalar.
UKUSABerklik, muhkemlik, sağlamlık, sertlik.
UKVEKuyruk dibi.
ULABirinci, ilk, evvel. * Eskiden vezirlikten sonra gelen sivil rütbe.
ULAŞanlı, şerefli kimse.
ULALESüt bakiyyesi. * Her nesnenin bakiyyesi, artığı.
ULASEYağ. Birbirine karışmış olan iki şey.
ULATDemir örs. * Üstünde keş kurutulan taş.
ULBARİBir ot cinsi.
ULBE(C.: Uleb-İlâb) Fıçı. * Büyük kutu. * Sandık.
ULCUM(C: Alâcim) Erkek kurbağa. * Dağ keçisinin erkeği. * Deve kuşu. * Sağlam ve dayanıklı deve. * Çok su. * Gece karanlığı.
ULEB(Ulbe. C.) Fıçılar. * Büyük kutular. * Sandıklar.
ULEBİTYoğun ve büyük nesne. * Koyun sürüsü.
ULEMA(Âlim. C.) Âlimler. Osmanlı devrinde yüksek ilim ve fıkıh âlimleri. İlmiye mensubları.
ULEMA-İ ÂMİLÎNİlmine ve bilgisine göre amel eden, ilmini tatbik eden âlimler.
ULEMA-İ BÂTINŞeriatın, zâhir ve hükümlerinden daha çok, mânâ ve esrarını bilen âlimler.(Ulema-i zâhir ve bâtının Tâbiîn zamanında en büyük reisi ve İmam-ı Ali’nin mühim ve sadık bir şakirdi olan Hasan-ı Basri… M.)
ULEMA-İ İLM-İ HURUFKur’anın bir harfinden, bir sahife kadar esrar bulduklarını söyleyen ve dâvalarını, o fennin ehline isbat edenler.
ULEMA-İ RÂSİHÎNHak ve hakikat ilminde meleke kazanmış âlimler.
ULEMA-İ RÜSUMResmî, merasim âlimleri. Kendileri resmen âlim bilinen fakat hakiki âlim olmayan kimseler. (Zâhirî ulema da denir.)
ULEMA-İ ZÂHİRKur’an-ı Kerimin zâhir mânâsına göre hakikatları değerlendiren âlimler. Şeriatın mâna ve esrarından daha çok, zâhirini ve hükümlerini bilen âlimler.
ULEMA-ÜS SÛ’Kötü âlimler. Dünya için âhiretini unutan âlimler. Dünyayı dine tercih eden âlimler. Menfaat için hakikatı örten âlimler.
ULGUZEBilmece, bulmaca, yanıltmaca.
ULİSâhib. Ehil.
ULKşarap.
ULKAKahvaltı. * Az nesne. * Küçük çocuklara yapılan elbise.
ULKUM(C.: Alâkım) Çok karanlık gece. * Pek sağlam deve.
ULLAMEKına.
ULLEFMuz.
ULLİYYE(İlliyye) Yüksek tabaka. En yüksek. En şerefli. * Çardak.
ULTAGerdanlık. * Kadınların süs olarak yüzlerine çektikleri siyah çizgi.
ULUF(Elf. C.) Binler, bin sayıları. * Ülfet ve ünsiyete ziyade meyyal ve alışkan olan.
ULUFEYeniçerilere ve sipahilere dağıtılan maaş. * Bir nevi hayvan yemi.
ULUFE-HÂR(C.: Ulufehârân) Ulufesi olan, ulufeci.
ULUHİYETİlâhlık. * Allah’ın kâinattaki tasarruf ve hâkimiyeti ile herşeyi kendisine ibadet ve itaat ettirmesi.
ULUHİYET-İ MUTLAKAKayıt altında olmayan, mutlak uluhiyet. Ancak bir tek İlâhın mâbud oluşu.(Evet, nev’-i beşerin her taifesi birer nevi ibadetle fıtrî gibi meşgul olması ve sair zihayatın belki cemâdâtın dahi fıtrî hizmetleri birer nevi ibadet hükmünde bulunması ve kâinatta maddî ve manevî bütün nimetlerin ve ihsanların herbiri bir Ma’budiyet tarafından hamd ve ibadeti yaptıran perestişe ve şükre birer vesile olmaları ve vahiy ve ilhamlar gibi bütün tereşşuhât-ı gaybiye ve tezahürat-ı maneviyenin, bir tek İlâhın ma’budiyetini ilân etmeleri; elbette ve bedahetle bir uluhiyyet-i mutlakanın tahakkukunu ve hüküm-ferma olduğunu isbat ederler. Ş.)
ULUHİYET-İ SÂRİYE VE HAYAT-I SÂRİYEVahdet-ül vücud ehlince kullanılan tasavvufî tabirler olup; İlâhî sıfatların ve hayatiyetin eşyaya sirayet etmesi, yani tecelli etmesi mânasında olan bu tabirlerden, ehil olmayanlar; Allah’ın tecessümünü veya eşyaya hulûl’ünü veya eşya ile ittihad ve ittisal’ini zu’metmek gibi bâtıl vehimlere düştüler.Bu mes’eleye dair Mesnevi-i Nuriye’den nakledeceğimiz veciz bir paragraftan bu tabirler daha iyi anlaşılabilir:”Evet, delil içinde neticeyi görmek, âlemde sânii müşahede etmek, tarîk-ı istigrakkârane cihetiyle cedavil-i ekvanda cereyan-ı tecelliyat-ı İlâhiyeyi; ve melekutiyet-i eşyada sereyan-ı füyuzatı; ve meraya-yı mevcudatta tecelli-i esma ve sıfâtı yalnız zevken anlaşılır birer hakikat iken dîk-i elfaz sebebiyle, uluhiyet-i sariye ve hayat-ı sariye tabir ettiler.Ehl-i fikir, o hakaik-ı zevkiyeyi nazarın mekayisine sıkıştırdığından, çok evham-ı bâtılaya menşe’ oldu.”
UL’ULGöğüs altında ve karın üzerinde dile benzer bir kemik. * Çekik kuşunun erkeği.
UL’ULYaramazlık. * Çağırmak. * Budak.
ULUM(İlm. C.) İlimler, bilgiler.
ULUM-U ÂLİYE(Âlet. den) Âlet ilimleri. (Gramer, sarf, nahiv, belâgat ve mantık gibi.)(Ulum-u medarisin tedennisine ve mecrayı tabiiden çevrilmesine bir sebeb-i mühim budur: Ulum-u âliye $ maksud-u bizzat sırasına geçtiğinden, ulum-u âliye $ mühmel kaldığı gibi, libas-ı mânâ hükmünde olan ibare-i Arabiyenin halli, ezhanı zaptederek, asıl maksud olan ilim ise tebeî kalmakla beraber ibareleri bir derece mebzul olan ve silsile-i tahsile resmen geçen kitaplar; evkat, efkârı kendine hasredip harice çıkmasına meydan vermemeleridir. R.N.)
ULUM-U ÂLİYEDinden bahseden ilimler. (Tefsir, kıraat, hadis, marifetullah, fıkıh, kelâm, ahlâk bilgileri gibi.)
ULUM-U BEDİHİYYÂTDelil ve isbatına lüzum görülmeyip kolaylıkla bilinen ilimler. (Bak: Kaziye-i bedihiyye)
ULUM-U BEDİİYE(Bak: İlm-i bedi’)
ULUM-U HAFİYEGizli ilimler. Ancak veraset-i Nübüvvet muhakkiklerince veya bir kısım hakikatların esrarına vakıf âlimlerce bilinen ilimler.(İlm-i Cifrin mühim bir düsturu ve ulum-u hafiyyenin mühim bir anahtarı ve bir kısım esrar-ı gaybiyye-i Kur’aniyyenin mühim bir miftahı tevafuktur. M.)
ULUM-U KEVNİYEKâinatın ilmi. Yaratılışa dair olan ilimler.
ULUM-U MÜTEÂREFEHerkesin bildiği ve tanınmış olan ilimler.
ULUM-U NAKLİYEHadis, tefsir, fıkıh gibi ve mukaddes kitaplardan nakil olunan ve rivâyet üzerine kurulmuş olan ilimler.
ULUM-U NAZARİYEYalnız görüş halinde kalmış, tatbikata konulmamış ilimler, teoriler.
ULUM-U SİYASİYESiyasî ilimler.
ULUM-U ŞETTÂDağınık bilgiler, çeşit çeşit ilimler.
U’LUME(C.: Eâlim) Alâmet, işaret, nişan.
ULÜSahipler. Bir şeyin ehli olanlar.
ULÜ-L AZMKat’i azim sahibi, ciddiyet, sabır, sebat sahibi büyük zâtlar, hususan peygamberler (Aleyhimüsselâm). Başta Hz. Muhammed (A.S.M.), İsa, Musa, İbrahim, Nuh (A.S.).(Kur’an-ı Hakîm ehl-i şuura imamdır. Cin ve inse mürşiddir. Ehl-i kemale rehberdir. Ehl-i hakikata muallimdir. Öyle ise, beşerin muhaveratı ve üslubu tarzında olmak zaruri ve kat’idir. Çünkü, cin ve ins münacâtını ondan alıyor. Duâsını ondan öğreniyor. Mesailini onun lisaniyle zikrediyor. Edeb-i muaşeretini ondan taallüm ediyor ve hakeza. Herkes onu merci’ yapıyor. Öyle ise eğer Hz. Musa’nın (A.S.) Tur-i Sina’da işittiği kelâmullah tarzında olsa idi; beşer bunu dinlemekte ve işitmekte tahammül edemezdi ve merci’ edemezdi. Hz. Musa (A.S.) gibi bir ulü-l azm ancak birkaç kelâmı işitmeğe tahammül etmiştir. S.)
ULÜ-L EBSARBasiret sâhibleri.
ULÜ-L ELBABAkıl sâhibleri. Düşünebilenler. Akl-ı selim sahibleri.
ULÜ-L EMRMüslümanları şeriat nâmına idare eden (Halife, kadı, İslâm reisi, pâdişah, sultan, reis-i cumhur, reis, müdür gibi) zâtlar.
ULÜ-N NÜHAAkıllı kimseler.
ULÜF(Ulûfe. C.) Yemler, ulufeler. * Yeniçeri maaşları.
ULÜVVBüyüklük, yükseklik. * Bir şeyin yukarısına çıkma. * Şan, şeref ve kadr sahibi olma.
ULÜVV-Ü CENABLIKÂlî cenablık. * Kerem ve cömertlik sâhibi ve faziletli olmak. Büyüklük.
ULÜVV-Ü HİMMETYüksek himmetlilik, gayret ve himmeti çok olmak. (Bak: Himmet)
ULÜVV-Ü ŞANŞânı şerefi büyük. Yüksek şeref.
ULVANMektup ve yazı başlığı. * Övünme, tefahur.
ULVİ(Ulviye) Yüksek, yüce. * Manevî ve göğe mensub.
ULVİYETUlvilik, yücelik, yükseklik, ululuk.
ULYA(Müe.) Pek büyük, pek yüce, daha yüksek. Çok yüksek olan.
UMALEBir işçinin, işi karşılığında aldığı ücret.
UMDEİnanılacak şey. * Prensip, temel fikir. * Dostluk. Güvenilecek yer veya kimse. * Kavim veya kabilenin muteber ve mu’temedi olan. Reis. Serasker.
UMKDerinlik. Dibi derin. * Kuyu veya denizin derinliği.
UMKANDerinliğine.
UMMAL(Âmil. C.) İdare âmirleri. Valiler. Tahsildarlar.
UMMANBüyük deniz. Okyanus. * Hindistan ile Arabistan arasındaki büyük deniz.
UMRABir kimsenin mülkünü bir kimseye “Ömrüm oldukça veya senin ömrün oldukça sana i’tâ ettim, ölsen yine benim olsun” demesi.
UMRANİmar ile şenlendirilmiş olan. Bayındırlaşmak. Medenilik. Saâdet. Mutluluk.
UMREZiyâret. Hac mevsimi dışında Kâbe’yi ve Mekke ve Medine’deki mukaddes yerleri ziyaret etmek. Ist: Kâbe-i Muazzama’yı tavaftan ve Safâ ile Merve denilen iki mukaddes mevki arasında sa’yetmekten ibarettir. Farz olan hacca Hacc-ı Ekber denildiği gibi, Umreye de Hacc-ı Asgar denilir. Cuma gününe tevafuk eden hacca da Hacc-ı Ekber denilir.
UMRE-İ NEBEVÎHz. Muhammed (A.S.M.) Efendimizin, hac farz olmadan evvelki haccı.
UMUD(Amud. C.) Direkler. Sütunlar. * Mc: Seyyidler. Askerî elçiler.
UMUHETYapılacak işte tereddüt gösterme, tutulacak yolda duraklama.
UMUMUmumi olmak. Hep, bütün, cümle, herkes.
UM’UMEİnsan topluluğu.
UMUMENBütün, hep.
UMUMETAmcalık. Amca akrabalığı.
UMUMÎHerkesle alâkalı, herkese dâir.
UMUMİYETBir şeyin herkese âit olması. Umumilik.
UMUMİYETLEUmumi olarak. Genel olarak.
UMUR(Emir. C.) Emirler. İşler. Hususlar. Maddeler.(Mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu mânilere ve bu şeytanlara karşı, ihlâs kuvvetine dayanmak gerektir. L.)
UMUR-U ASKERİYEAskerlik işleri.
UMUR-U DÜNYEVİYYEDünya işleri. Dünyaya ait işler.
UMUR-U GAYBİYEGaybi olan ve hissiyâtımızla bilinmeyen işler. Geçmiş zamana yahut geleceğe dâir olan ve hazırda mevcut olmayan işler.
UMUR-U HASİSEÇirkin ve kötü işler.
UMUR-U İZÂFİYEBirbirisiz olmayan ve birbirine nisbet ve mukayese ile anlaşılan vasıflar. (Meselâ: Karanlık olmasa, aydınlığın bilinmemesi gibi)
UMUR-U MÜTENASİBEAralarında uygunluk ve münasebet bulunan şeyler.
UMUR-U MÜTEZADDEAralarında uygunluk olmayan birbirine zıt şeyler.
UMURAŞNA(Umur-âşnâ) f. İşten anlar, işbilir.
UMURAT(Umre. C.) Umreler. Hac mevsiminin haricinde Kâbe’yi ve Mekke-i Mükerreme’nin mübarek yerlerini ziyaret etmeler.
UMURDİDE(C.: Umurdidegân) f. İş görmüş, işten anlar ve tecrübeli kimse.
UMYA(Bak: Amya)
UMYAN(A’mâ. C.) A’mâlar, körler.
UMYEAzgın ve sapkın olmak. * Husumet ve inat etmek.
UNABBüyük burun. * Akıl. * Karın.
UNAT(Ani. C.) Esirler. * Adi, bayağı ve aşağılık kimseler.
UNAYİL(C.: Anâyil) Berk, metin, sağlam, dayanıklı, muhkem.
UNCUDÇekirdeği çıkmış üzüm.
UNFKabalık. Sertlik. Cebir ve zor.
UNFENşiddetle, sertlikle. Zor kullanarak.
UNFÎ(Unfiyye) Sert, şiddetli, kaba.
UNFUSEdepsiz ve hayâsız kadın.
UNFUVANGençlik ve güzelliğin başlangıcı, en parlak zamanı. * Parlaklık, tazelik.
UNFUVAN-I ŞEBABGençlik çağı, tazelik.
UNKBoyun, gerdanlık, gerdan.
UNKUDSalkım.
UNSULAda soğanı.
UNSURKimyevî maddeden her biri. Mürekkeb cisimlerde bulunan basit maddelerin her birisi. * Umumdan ayrılan kısım. * Tam olan şeyin her bir parçaları. * Madde, esas, kök. Element.
UNSURİYETIrkçılık. Bir kavmi veya kendi soyunu daha şerefli sayarak diğer insanları hakir görmek. Menfî milliyetçilik.(Cây-ı dikkat bir hal: Türk milleti anâsır-ı İslâmiye içinde en kesretli olduğu halde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise müslümandır. Sair unsurlar gibi müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa müslümandır. Müslümanlıktan çıkan ve müslüman olmayan Türkler Türklükten dahi çıkmışlardır -Macarlar gibi-. Halbuki küçük unsurlarda dahi, hem müslim ve hem de gayr-i müslim var. M.)
UNSUTKıldan bükülme ip.
UNUŞERefah, huzur, rahatlık. * Adâlet. Merhamet. * Şarap. * Beğenme.
UNVAlçaklık. * Alçak gönüllülük, tevâzu etmek.
UNVEZor, kuvvet gösterme.
UNVETENCebren, zorla, kuvvet göstererek.
UNZUB(C.: Anâzıb) Erkek çekirge.
UNZUBA’Çekirge olan yer.
UNZURBak, gör (Meâlinde emir).
UNZUVANHerze ve hezeyan söyleyen kimse. * Bir ot.
UNZUVANEDişi çekirge.
URÖnünde hendek olan istihkâm. Yüksek ve müstahkem yer, toprak tabya. Burç.
URTek gözlüler. * Silâhsız, mühimmatsız olanlar.
URAÇıplaklık.
URA’İlmek yapmak.
URA’IR(C.: Arâır) Semiz etli deve. * Şerefli adam. * Kavmin reisi.
URAMEti soyulmuş kemik. * Çokluk. * Kötü ahlâk. * Şiddetli muhâlefet. * Çocuğun edepsizlik yapması.
URAMEHiddet. * şiddetli muhalefet. * Kötü ahlâk. * Edepsizlik etmek.
URAT(Uryan. C.) Elbisesi olmayanlar. Çıplaklar, uryanlar.
URAZAMisafire çıkarılan yiyecek. * Hediye, armağan.
URBŞiddetli akıcı çay. * Ferah, sevinç, neşat.
URBA(Aslı dır.) İtl. Esvab, elbise. * Arabçada: Ukde, köstek, büklüm, düğüm. * Zekâvet. * Mekir, hile.
URBANÇöl arabaları. * Aşiretler.
URBUNMüşterinin bâyie verdiği pey.
URCABir nesnenin üzerine durmak veya üstüne çıkmak.
URCAN(A’rec. C.) Topallar.
URCUNKurumuş hurma dalı. Ay gibi eğilen dal. Hurma salkımının dalı.
UREFA(Ârif. C.) İrfan sâhibi kimseler. (Bak: İrfan)
URF(C.: A’râf) At yelesi. * Horuz ibiği. * Âdet. * Cennet ile Cehennem arasında bir makam. * İhsan.
URGANt. İp. Halat.
URGUNt. Vurgun, âşık.
URRAKKabuğu soyulmuş ağaç. * Eti gitmiş kemik.
URRETUyuz hastalığı.
URRET(C.: Urr) Devenin dudaklarında ve ayaklarında çıkan bir çıban. * Ulaşmak, varmak. * Kuş tersi.
URS(Urus) Düğün yemeği.
URŞBoğazın iki tarafında olan iki uzun etin birisi.
URUB(Arub. C.) (Bak: Arube)
URUCYukarı çıkmak. Yükselmek.
URUC-U İSAHz. İsa’nın (A.S.) göğe çıkması.
URUK(Irk. C.) Irklar. * Kökler, damarlar.
URUK-U BEŞERİnsan ırkları.
URUK-U İNSANİYETKÂRANEf. İnsanlığa yakışır damar, kök veya huylar.
URUKKadının hayız görmesi.
URUM(Urume) Alâmet, nişane. * Kök, dip. * Başın tepesi.
URUSAT(Urs ve Urus. C.) Düğün yemekleri.
URUŞ(Arş. C.) Gökler, arşlar. Tavanlar.
URUZ(A’raz. C.) Fık: Nakit para, hayvan ve yenecek şeylerden olmayıp, kitap, manifatura eşyası, kumaş gibi mallar.
URUZZâhir olmak, görünmek. * Gelme, ârız olma. * (Arz. C.) Bildirmeler, keyfiyetler.
URVASıtma. Sıtmaya tutulma.
URVE(C.: Urâ) Düğme iliği. * Yazda ve kışta yaprağı dökülmeyen ağaç. * Daima bâki olan nesne. * Arslan. Kudretten kinaye olur. * Kulp. Yapışacak sap. Tutacak yer.
URVET-ÜL VÜSKASağlam kulp. Metin ve muhkem olan tutulacak şey. * İslâmiyet. * Kur’an-ı Kerim.
URYANÇıplak.
URYANİÇıplaklık. * Bir cins erik.
URYEAri olmak. Çıplak olmak.
URZMania, engel. Açıktan hedef gibi bir şeye mâruz olup duran. * Hâcet, ihtiyaç. * Taraf, nâhiye, cânip. * Vasat, orta.
URZAHedef.
US(C.: İsâs) Büyük kadeh.
USAFEBuğday sapından düşen parça.
USAMPire.
USASÇok kıl.
USAREVücud bezlerinden akan faydalı su. Sıkılmış şeylerden çıkan su. Öz su.
USARE-İ İNEBÜzüm suyu. Şıra.
USARE-İ MİDEVİYEMide suyu, mide salgısı.
USAT(Asi. C.) Asiler, zorbalar, itaat etmeyenler. * Günahkârlar.
USBECemaat. İnsanlar. Atlılar. Atlar veya kuşlardan cemaat.
USBUDKelp aşmasından olan kurt yavrusu.
USDEKaftan altına giyilen küçük gömlek.
USEFA(Asif. C.) Rençberler. Irgatlar.
USEYBE(C.: Useybât) Yaprağı bir takım kısımlara ayıran liflerden herbiri. Damar.
USEYLEBal gibi tatlı olan küçük bir şey. * Çiftleşme, cinsî münasebet.
USFÜRBir asıl boya.
USKULHurma salkımı.
USLUC(C.: Asâlic) Yeni belirmeğe başlamış ağaç budağı.
USMHer nesnenin bakiyyesi, artık.
USMZeytin ağacı.
USMUHKulak. * Kulak deliği.
USMUR(C.: Asâmir) Döndükçe suyu çıkarıp döken dolap gözleri.
USNUN(C.: Asânin) Sakal ucu. * Her nesnenin evveli. * Devenin çenesi altında olan uzun kıllar.
USR(C.: Usur – A’sâr) Sığınacak yer. Melce’. * Dehr, zaman, devir.
USRTavşancıl kuşu. * Yalan söz.
USRGüçlük, zorluk. Zor iş. * Sıkıntı. Darlık. Kıtlık.
USR-ÜN NEFESNefes darlığı.
USRAGüçlük, zorluk.
USRETZorluk, güçlük. Darlık, sıkıntı. İşlemezlik.
USRET-İ HAZMHazım güçlüğü, sindirim zorluğu.
USRET-İ TENEFFÜSTeneffüs zorluğu, nefes darlığı.
USRETSığınacak ve kurtulacak yer.
USSEGüve denilen böcek.
USTAMf. Güvenilir, emin. İtimad edilir. * Altın veya gümüşten yapılmış at eğeri.
USTUBLEÜstüpü.
USTUMMEHer nesnenin aslı.
USUBEİhâta etmek, kaplamak, içine almak.
USUL(Asıl. C.) Ana, baba. Cedler. * İstinadgâh. * Râcih delil, kaide. Asıllar, kökler, temeller. Bir ilmin asıl mevzuundan önce öğrenilmesi lâzım gelen esaslar. Bir hedefe ulaşmak için tutulan düzenli yol. * Tarz, metod, tertip.
USUL-Ü ERBAA(Bak: Edille-i erbaa)
USUL-Ü FIKIH İLMİFıkıh ilmine âit bilgilerin esası ve istinadgâhı olan bir ilimdir. Şer’i hükümlerin mufassal ve muayyen delilleri ve hikmetleri bu sayede bilinir ve bu dini hükümler, bu muayyen ve müşahhas deliller vâsıtası ile istinbat ve isbat olunur. Bu ilme “Hikmet-i teşriiye” de denilmiştir.
USUL-ÜD-DİN(Bak: İlm-i Kelâm)
USULİYYUNFıkıh usulüyle uğraşan İslâm âlimleri. Usul-ü Fıkıh müellifleri.
USURGözcülük etmek.
USURAsırlar. (Bak: Asr)
US’USKuyruk sokumu.
USÜVVKaba ve iri olmak. * Katı olmak. * Gece karanlık olmak. * Yakın olmak.
USVEÇoktandır taranmamış sakal.
UŞABE(C.: Eşâyib) Karışık olan. * Nesebi karışık kişi.
UŞARAUzunluğu on zira’ miktarı olan.
UŞB(C.: A’şeb) Taze ot.
UŞERE(C.: Uşur-Uşerat) Sütleğen cinsinden dikenli, yassı yapraklı ağaç.
UŞEYYA(Eşyâ. dan) Küçük şeyler, eşyacıklar.
UŞİRTaze çayır, taze ot.
UŞŞKuş yuvası.
UŞŞAK(Âşık. C.) Âşıklar.
UŞVEGece vakti uzaktan görünen ateş.
UTAHİYEAkılsız, ahmak kimse.
UTARİDAraptan bir kabile adı. * Merkür gezegeni.
UTAŞİnsana ârız olan bir hastalıktır ve hasta insanın yüreği yanar, suyu içer, yine kanmaz.
UTAT(Ati. C.) Serkeşler, âsiler.
UTATArslan. * Bahadır er, kahraman.
UTBUL(C.: Atâbil) Uzun boylu güzel kadın.
UTEKA(Atik. C.) Azatlılar. Azat olmuş köle veya cariyeler.
UTİY(Bak: Atiy)
UTLEBoş ve muattal olmak. * Hurma salkımı. * Şahıs.
UTM(Utüm) Yabani zeytin ağacı.
UTMEİğde gibi zeytin biçimindeki meyve.
UTRUFE(Turfe. C.) Tuhaf, az bulunur.
UTRUŞSağır.
UTTELÜzerinde ziynet eşyası olmayan kadınlar.
UTUBPamuk.
UTUFETNezaket, lütuf. şefkat.
UTUHAklı noksan olan.
UTULLSoğuk, sert ve cimri insan. Câhil ve hayırdan men’eden. Galiz ve bahil kimse.
UTUMTaş duvar. Taş yapı. * Köşk, kasr.
UTUNKatı şey. Şiddetli.
UT’UTYiğit. * Küçük buzağı.
UT’UTEşek sıpası.
UTÜV(Atiy-Utiy) Haddini aşma, tecavüz. Kibir. Serkeşlik. * Ayaklanma. İsyan.
UTYEPamuk parçası. * Yanmış bez parçası.
UVAşiddetli ses. Avaz, sayha.
UVERA(Bak: Avrâ)
UVVAMDalgıç adam.
UVVAR(C.: Avâvir) Korkak adam. * Dağ kırlangıcı.
UVZBir kimseye sığınmak.
UYKU(Bak: Kaylule)
UYUB(Ayıb. C.) Ayıblar, kusurlar.
UYUN(Ayn. C.) Gözler. * Kaynaklar, pınarlar.
UZAFİREKatı. şiddetli, şedid.
UZBET(Bak: Uzube)
UZEMA’(Azim. C.) Mevki ve şeref bakımından büyükler.
UZEYM(C.: Uzeymât) Kemikcik.
UZEYVAT(Uzeyve. C.) Küçük uzuvlar, uzuvcuklar.
UZEYZA’Kuyruk kemiği.
UZFURAsma filizi. * Tırnak.
UZHUL(C.: Azâhil) Yeyni, hafif. * Yük vurulmayan deve.
UZİMAVücutta bir organın ateşsiz ve ağrısız olarak şişmesi.
UZLETYalnızlık. İnsanlardan ayrılarak bir tarafa çekilip yalnız kalmak.
UZLETGÂHf. Oturulan tenhâ yer. Yalnızlık köşesi.
UZLETGÜZİNf. Tenhada yaşayan, yalnızlık köşesine çekilen.
UZLETNİŞİNf. Tenha bir köşeye çekilip yalnız yaşayan.
UZLUFEKayalık. Yalçın kaya.
UZMUlulanma, kibirlenme.
UZMA(Müe.) Büyük. İri. * En büyük. Çok büyük. (Müz: A’zam)
UZMEAşiret. * Birinin mensub olduğu âile. * Akrabâ.
UZRETÖnde olan saç.
UZRİYYŞiddetli muhabbet. Şiddetli sevgi.
UZTUMMEİnsanın ırk ve nesebi. * Her şeyin aslı.
UZUBKayıp ve görünmez olmak.
UZUBE(Uzbe) Bekârlık. Erginlik hâleti varken tecerrüd halinde kalmak. Evlenmemek.
UZUBETTatlılık, şirinlik.
UZUBET-İ LİSÂNTatlı dillilik. Dil tatlılığı.
UZUFNefsi kötülüklerden ve şüphelerden menedip uzaklaştırmak.
UZUV(Uzv) Bir canlının vücud yapısının kısımlarından herbiri. Azâ. Organ.
UZVÎ(Uzviye) Uzva ait. Canlı. Organik.
UZVİYETUzuv oluş. Canlılık. Canlı uzva ait.
UZZAİslâmiyetten evvel câhiliyet devrinde büyük putlardan birisinin ismi.
UZZABZevc veya zevcesi olmayan. Bekâr.
Sponsorlu Bağlantılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

RenkliNOT