Kategoriler
Faydalı Bilgiler Kültür/Sanat

Urgancılık Nedir? Urgancılık Mesleğinin Özellikleri

Kısaca Urgancilik

Urgancilik, urgan yapim ve satis isidir.Urgan kenevir, keten, jut, pamuk gibi dogal liften yada poliamid, polyester gibi sentetik liften yapilr. Insanlik tarihinde önemli bir yere sahip olan urgancilik mesleginin geçmisi Antikçaga kadar uzanmaktadir. Sanayilesmenin gelismesi, sicim ve urganlarin mekanik olarak üretilmesiyle birlikte günümüzde urgancilik meslegi, kaybolan meslekler arasina katilmistir.

Sponsorlu Bağlantılar

Urgancılık Mesleği

Kütahya’nın Simav İlçesinde yıllardır gözde meslekler arasında ilk sıralarda yer alan urgancılık sanatı birkaç ustanın çabasıyla yok olmaya
karşı direniyor.

Kütahya’nın Simav İlçesinde yıllardır gözde meslekler arasında ilk sıralarda yer alan urgancılık sanatı birkaç ustanın çabasıyla yok olmaya karşı direniyor. Urganları ile ünlü ilçeye bağlı Beyce beldesinde, 10 yıl öncesinde 100 olan urgancı sayısı şimdilerde 20′ye kadar düştü. Fatih Sultan Mehmet zamanında Haliç’teki gemilerin halatlarının Simav’dan gittiğini söyleyen mesleğin son ustalarından Ali Kök (50), 500 haneli beldede hemen her evde yapılan urgancılığın günümüzde 20 kadar esnaf tarafından yapıldığını söylüyor.

Günümüzde fazla bir getirisi olmadığı için çok fazla kişinin rağbet göstermediği mesleğin giderek yok olmaya başladığını anlatan Kök, ürettikleri urganları satmak için ilçe dışına çıkmak zorunda kaldıklarını söyledi. Urganın hammaddesi kendiri eskiden beldelerinde ürettiklerini anlatan Kök, günümüzde ise kendiri Kastamonu başta olmak üzere Kütahya’nın Gediz ilçesinden temin etmeye çalıştıklarını vurguladı. Urgan yapımında son yıllarda İhracatçı firmalar aracılığı ile Bangladeş’ten gelen hazır kendirleri tercih etmeye başladıklarını dile getiren Kök, urgancılık sanatının öyle sanıldığı gibi kolay bir meslek olmadığını bildirdi. Maliyetleri en aza indirebilmek için ailece çalışmak zorunda kaldıklarını hatırlatan Kök, sokak aralarına kurdukları tezgahlarda çoluk çocuk çalıştıklarını dile getirdi. Urgancılık ile ilgili ipuçları da veren Kök, kendirden yapılan urganın pamuktan yapılan urgana nazaran daha sağlam olduğunu söyledi.

Ürettikleri 10 metre uzunluğunda 8 milimetre kalınlığında bir urganı 2 YTL’den, 25 metre uzunluğunda 12 milimetre kalınlığında bir urganı da 10 YTL’den satışa sunduklarını hatırlatan Kök, urgancılığın giderek yok olmasında en önemli faktörün hayvancılık sektörünün giderek azalması olduğunu dile getirdi. Eskiden her evde eşek, katır, at, öküz, inek ve deve gibi hayvanlar bulunduğunu hatırlatan Kök, günümüzde vatandaşın binek hayvanı yerine araç kullanmayı tercih etmesiyle urgancılığın da kan kaybetmeye devam ettiğini kaydetti. Buna rağmen yapacak başka bir meslek olmadığı için urgancılık mesleğini sürdürmeye kararlı olduklarının altını çizen Simav’ın son urgan ustalarından Ali Kök, urgancılık sanatını halen kendisine yardımcı olan 80 yaşındaki babasından öğrendiğini bildirdi.

Tirede Urgancılık;

Sağlamlığı ve beyazlığıyla Anadolu’nun her yanında şöhret kazanmıştır Tire urganı, öyle ki Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethederken Tireli ustaların ördüğü urganlarla gemilerini Haliç’e çektirdiği rivayet edilir. Böylece “Tire malıdır” diye kalitesi marka olmuş Tire urganı kendisini tarih sayfalarından birine bağlamıştır.

Eskiden sadece Rıfat Usta gibi cefakar erkeklerin uğraştığı bu el sanatı büyük bir disiplin içinde sürdürülerek günümüze kadar gelmiştir. O zamanlarda usta başları hileli urgan yapanları cezalandırır, hatta meslekten reddedermiş, Tire urganı hep kalitesi ile anılsın diye.

Kendi gibi, urganın urgan olma macerası da upuzun. Haftalık bir programla işlenen urganlar için, urgancılar önce “kendir” alırlar, kendirini alan usta çalışmaya başlar. Kendiri döver, tarar, “sle” denen ince ipler yapar, sle’ler topluya, toplular urgana dönüşür. Daha tamamlanmamıştır urganın serüveni. Toplular iki kişi tarafından çark yerine kurulan bükme dolabında bükülür ve bükülen urganlar belli bir oranda kısalır, buna “kısır yeme” adı verilir. Bağlama, düğümleme, sarma, paketleme, balyalama gibi birçok işte kullanılan urganlar tamamlanır ve Tire’yi bilmeyen insanlara uzanabilmek, ulaşabilmek için satışa gönderilir.

Urgancılık

Tire’nin sembolü olup urgancılık deyince kenevirden üretilen kendir urgancılığı akla gelmektedir. Tarihi antik çağa kadar uzanan el urgancılığının Tire kültür tarihinde oldukça eskiye dayanan bir geçmişi vardır. Küçük Menderes ovasının verimli topraklarında yüzyıllar boyunca bölgenin en kaliteli kendiri yetiştirilmiş ve beyazlığı ve sağlamlığı ile tüm yurtta ün kazanmıştır. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethederken, Tire’li ustaların ördüğü urganla gemilerini karadan Haliç’e çektirdiği rivayet edilmektedir. Osmanlı Donanması’nın halatları da Tire’de dokunmaktaydı. Bu nedenle kent yüzyıllar boyu Kendir Vergisi’nden muaf tutulmuştur. Osmanlı döneminde binden fazla olan çark sayısı, 1951 yılında Tire Ticaret ve Sanayi Odası tarafından yayınlanan kitapta 600 çark olarak geçmekte iken günümüze 50 çark kalmıştır. Tire Müzesinde urgancı esnafının dokuduğu atlas üzerine işlenmiş ve üzerinde İmam-ı Gazali’nin adı yazılı klaptanlı Urgancılar Sancağı bulunmaktadır. Şu anda 50 kadar aile evlerinde urgancılıkla geçinmektedir.

Beyce’de Urgancılık

Beyce Kasabası, geleneksel el sanatlarından urgancılığın merkezidir.

Urgancı kasabası diye de adlandırılan Beyce`de, bir zamanlar herkes aynı işle urgancılıkla uğraşırdı. Urgan yapımı daha çok kadınların işidir. Bayanlar, sabahtan akşama kadar urgan bükerler. Erkekler ise, üretilen urganları pazarlamakla meşguldürler.

Kendir arıtmak olarak adlandırılan, kendir liflerinin sapından ayrılması olayı ise hem bayan hem de erkekler tarafından yapılmaktaydı.

Türkiye`deki bütün iller, kasaba halkı tarafından pazar olarak paylaşılmıştır. Böylece her gün Türkiye`nin dört bir yanına demet demet urgan giderdi.

Kendir sapı olarak alınan ham madde, bütün ailenin ugraşıyla urgana dönüşür. Urgan yapımı, Beyce`de çok eski yıllardan beri sürdürülmektedir.

1939 yılında 90 ton urgan üretilirken, 1990 yılında bu rakam 150-200 tona ulaşmıştır…

Hızlı gelisen teknolojiyle ve işlerde daha kolay yollar ve maliyeti aşağılara çekmek maksadıyla uygulanan yöntemler nedeniyle, Beyce`ye has bu güzel tarihi meslek kaybolma noktasına gelmiştir…

Şu an sadece belirli ailer bu işle meşguller.

KENDİRCİLİK

Kendir (diğer adıyla kenevir) sulu yerlerde yetişen, kullanışlı bir sanayi bitkisidir. Tohumundan yağ, elyafından ise ip, halat ve kumaş yapımında faydalanılır. Eczacılıkta, kozmetik sanayinde, kendir tohumunun yağı kullanılmaktadır. Daha eskilerde uyuşturucu madde olarak esrar yapımında kullanıldığından, kendir ekimi günümüzde gözetim altında olup ürün miktarına sınırlama getirilmiştir.
Kendir veya kenevir yurdumuzun bir çok yerinde yetiştirilmektedir. Az güneşli ve yağmurlu bölgelerimizde yetişen kendir lifleri sertleşmezler. Çok ince ve yumuşak olduklarından ötürü, bu liflerden dokunan bezler de gayet yumuşak ve kullanışlı olurlar. Bol güneşli bölgelerde yetiştirilen kendirlerden elde edilen lifler ise sicim ve halat yapımında yararlanılır. Rize bölgesi bol yağışlı olduğundan burada yetiştirilen kendir liflerinden gayet ince nefis bezler dokunmaktadır. Dokunan bezler dere sularında ve bazen de deniz suyunda beyazlatılır. Bu bölgemizdeki iklim şartları kendir dokumacılığının gelişmesini sağlamıştır. Kastamonu yöremizde yetiştirilen kendirden dokuma yapılmasına rağmen kendir lifleri daha ziyade sicim ve halat yapımına elverişlidir. Rize bezinin tanınması ve yöre insanının geçimine katkı sağlaması kendir üretiminin hacmine bağlıdır. Dokunan keten bezleri pamukluya göre daha dayanıklıdır. Sağlam olur ve ter emme yönünden daha sağlıklıdır.

KENDİRİN YETİŞTİRİLMESİ

Kendirin ekimi Mart ayının başı itibariyle yapılır. İki veya üç kez çapalanır. Haziran sonunda boyları 3-4 metreyi bulur. Ağustos sonunda bitki topraktan elle sökülür. Yeşil olarak sökülen kendirler, düzgün bir yüzeye serilerek kurutulmaya bırakılır. Kuruyan kendirler “cergi” denilen demetler haline getirilir. Sonra “ıslak” adı verilen havuzlara yatırılır ve üzerleri baskılanır. Bir hafta suda bekletilen kendir lifleri saplarından ayrılır, cergiler havuzlardan çıkarılır ve tekrar kurumaya bırakılır. Güneş altında kuruyan cergilerin lifleri soyulmak üzere uygun bir yere taşınır. Lif ayırma işlemi daha ziyade kadın emeğine dayanmaktadır. Lifler gövdeden soyularak çıkarılır. Bu lifler ortalama ağırlıkları 2-2.5 kg.’lık yumaklar haline getirilir. Geriye kalan odunsu gövdeye ise “kelek” denir. Bunlar kışın sobalarda ısınmada kullanılır. Kışın kadınlar bu yumakları nemlendirerek (genellikle tükürüklerini kullanırlar) bükerler. Uzun kış günlerinde gecede üç kilo kadar bükebilirler.

Büküm işleminin yapılabilmesi için ortamın nemli olması tercih edilir. Ortam nemli olmazsa sicimi oluşturan kendir lifleri büküldükleri şekli alamadan dağılırlar. Nemli bükülen sicim kuruduğunda büküldüğü şekilde kalır. Mağara ve dere boylarının nemli ortamında “kabiye” denilen çarklarda büküm işlemi erkekler tarafından seri olarak yapılır.

Gaziantep ilimizde çok sayıda bulunan mağaralarda kendircilik yaygın biçimde yapılırdı. Mağaraların nemli ortamı bu mesleğin devamı için çok elverişliydi. Daha sonra bilinçsiz yönetimler, bırakın kendirciliği, ülke açısından da önemli bir yer tutan mağara turizmini dahi düşünmeden bu mağaraları doldurup imara açmışlardır. Bugün Gaziantep’te kalan bir iki mağarada pamuklu bezlerden elde edilen elyafın bükümü yapılmaktadır. Ne Gaziantep’te ne de Fırat nehrine komşu il ve ilçelerde kendir ekilmediğinden bu meslek günümüzde daha sınırlı bir çerçevede Kastamonu ve Rize illerimizde devam etmektedir.

Şanlıurfa ilimizin Birecik ilçesinde de kendircilik Fırat nehrinin her iki kıyısında yapılan önemli iş kolları arasındaydı. Çocukluğumda Gaziantep’ten Şanlıurfa’ya otobüsle giderken yol üzerinde bulunan Birecik köprüsünden bu kendircileri görür, ne yaptıklarını merak ederdim. Gerçekten de saranların kollarının altında tuttukları kendir elyafı yumaklarından çekilen liflerin hep aynı kalınlıkta bükülmesini sağlamak ustalık isteyen bir iştir. Fabrikalarda yapılan naylon halat ve ipler kendir elyafından yapılanların yerlerini asla tutmamışlardır. “Asacaksanız da kendir sicimi ile asın” sözü kendirden yapılan iplerin sağlamlığına bir işarettir. En ince kendir ipi bile en sağlam naylon ipinden daha sağlamdır.

Örneğin, gemileri limanlarda babalara bağlayan halatlar önceleri kendirden yapılırdı.
Araştırmacı kişiliği ile tanınan Birecikli sayın Av. Verdi Kankılıç bize bölgesindeki kendirciliği şöyle anlatıyor.

“Eski bir ticaret merkezi olan Birecik’teki çarşıların ve el sanatlarının çok az bir kısmı tarihi kimliğini koruyarak günümüze kadar gelmişlerdir. Yüksek teknolojiye dayalı modern üretim tarihi el sanatlarından dokumacılık, bakırcılık, kilimcilik, semercilik, köşkerlik gibi mesleklerin yanında kendirciliği de yok olma noktasına getirmiştir. Bu mesleklerin çok azı, az sayıda usta tarafından devam ettirilmektedir. Fırat kıyıları kendir bitkisinin yetiştirilmesine elverişli olduğundan Birecik’te kendirciliğin gelişmesini sağlamıştır.

Kendir bitkisinin lifleri Birecik’teki evlerde de kadınlar tarafından yapılırdı. Daha sonra Fırat’ın iki yakasında kurulan ”Kabiye”lerde önce sicim olarak bükülürdü, ihtiyaca göre halat üretilirdi.”
Babası kendir ustası olan, seksen yaşındaki Birecik’li Mehmet Uğur ile o dönemi ve kendirciliği konuştuk. Biz sorduk Mehmet Uğur yanıtladı.

– Mehmet Bey, bize hatırladığınız kadarıyla kendircilik mesleğini anlatabilir misiniz?
– Babam bu işi yapıyordu. Ama daha önceleri salcıydı. Sallarla Suriye’ye yük taşıyorlardı. 1940’larda Suriye ile kayık ticareti bitince babam da, zaten daha önceleri zaman zaman yaptığı kendircilik işine geri döndü.

– Birecik’te ne zamandan beri kendircilik işi yapılıyordu?
– Çok eski, yani 200 yıldan fazla oluyor. Ama dediğim gibi aşağı yukarı 60-70 yıl önce kıymete bindi. Ta ki 1990 lı yılların başına kadar…

– Peki kendircilik işi neden bitti?
– Her şeyden önce su bitti. Kendir sulak yerlerde yetişir. Birecik’te işlenen kendirin büyük bir bölümü Suruç ovasından geliyordu. Şimdi orada suyun damlası kalmadı. Dolayısıyla kendir ekimi de yapılmamaya başlandı. Ayrıca şu naylon ipler icat oldu…

– Mehmet Bey, babanızın bir gününün nasıl geçtiğini hatırlıyor musunuz?
– Çok iyi hatırlıyorum. Çünkü o zaman Birecik’te her şey kendircilik demekti… Kendirciler çok önemliydi. Babam da saygı gören, iyi bir ustaydı… Çok erkenden kalkılırdı; gece yarısından sabah ezanı arası… Genelde ustalar, işçiler evlerinden birbirlerine seslenerek uyandırılırlardı. Sabahın o sessiz saatlerinde sadece kendircilerin sesleri yankılanırdı.İşe erkenden gitmelerinin nedeni, kendirin serin havalarda yapılıyor olmasıydı. Sabah serinliğinde çok seri bir şekilde çalışılırdı. Kuşluk vaktini aşıp öğlene doğru o günkü işler bitirilmek zorundaydı. Zira hava ısındıkça iplik kuruyordu ve iyi kavranamıyordu. Öğlene doğru babam eve gelip üzerini değiştirerek kahveye giderdi. Özellikle kendircilerin gittiği bir kahvehaneleri vardı. Orada çoğunlukla kendircilikle ilgili olarak konuşulurdu. O kahve her yönüyle adeta bir okul gibiydi…

– Kaç kişi bu işi yapıyordu?
– O zamanlar en az 2000 aile geçimini bu işten sağlıyordu. Diğer bir deyişle Birecik’in hemen hemen hepsi kendircilik işiyle ilgiliydi.

– Kendirciliğin veya kendircilerin kendine özgü bir yaşam biçimleri var mıydı?
– Elbette. Bütün mesleklerde olduğu gibi kendirciliğin de kendine özgü kuralları vardı. Mesela en önemli şey çırak, kalfa ve usta silsilesi geleneğinin hakim olmasıydı. Herkes kendi yerine göre davranmak zorundaydı. Saygı, sevgi çok önemliydi. Bu zincirin en üst halkası olan ustalık o dönemde çok itibar görüyordu. Bir çok olayda mutlaka onlara danışılır, görüşleri alınırdı. Onlar da bunun bilincindeydiler; güvenilir ve dürüsttüler…

– Kendirin daha çok çevre ilçelerde, örneğin Suruç’ta yetiştiğini, oradan buraya geldiğini söylüyorsunuz. Peki neden Birecik?…

– Birecik’in havası Fırat’tan dolayı serin oluyor. Bu da kendir için uygundu. Ayrıca Fırat’tın suyundan çok faydalanılıyordu. Nitekim kendir kırmaya hazırlanana kadar yaklaşık yedi-sekiz gün suya yatırılırdı.

– Söz buraya gelmişken, biraz da kendir imalatından bahseder misiniz?
– Evet. Boyu iki metreyi bulan kendir balyalar halinde Birecik’e, Fırat’tın kıyısına getirilirdi ve akan suya kapılmasın diye üzerine ağırlık konularak suya yatırılırdı. Bu böylece en az bir hafta kadar suda bekletilirdi. Sonra yumuşamış kendir sudan çıkarılır ve kadınlar tarafından kırdırılarak lifleri alınırdı. Bölgede kibrit dediğimiz liflerden temizlenmiş kamışı çeşitli alanlarda kullanırlardı. Mesela, çit olarak, kerpiç evlerin damlarında, o zaman ki kıl çadırların etrafında, yakacak ve sair yerlerde…
Kamışlardan soyulan lifler kurutulur, iyice, tel tel olana kadar dövülürdü. İçlerindeki kıymık gibi yabancı maddelerden temizlenirdi. Sonra ustalar bellerine bağladıkları büyük çıkınlara işlemeye hazır bu lifleri doldurarak, en az 20-30 metre uzunluğundaki bir alanda gidip gelmek suretiyle dolaplarda ham sicim haline getirilirdi. Daha sonra bu ham sicimler kalınlık durumuna göre işlenirdi. Mesela en ince olanına knep denilirdi. Üç tel knep birleştirilip biraz daha kalını olan dumuşki yapılırdı. Bu böylece kalınlık durumuna göre üçer üçer örülerek kalınlaştırılırdı. Bu örme işini de anlatayım sana; üzerinde üç tane delik bulunan kalınca bir tahtadan geçirilen ipler, dolaplara bağlı makaralara gerdirilerek sarılırdı. Her aşamasında ıslatılırdı ve mutlaka serinlikte çalışılırdı.

– Tezgahları yada makineleri nasıldı? Nasıl çalışıyordu?…
– Öyle önemli parçaları falan olan tezgahlar değildi. Hepsi basit, elle yani insan gücüyle çalışıyordu. Bunlara dolap denilirdi. Her dolap bir tezgâhtı. Her tezgahta ise en az 10-12 kişi çalışıyordu.

– Az önce iplik çeşitlerinden bahsetmiştin. Kaç çeşit ip elde ediliyordu?
– Genel anlamıyla üç çeşit. Birincisi inceydi. Çuval, kıl çadır parçaları gibi, yani dikiş işlerinde kullanılırdı. Bu çeşidine knep denilirdi. İkincisi orta kalınlıktaydı, buna da dumuşki denilirdi. Üçüncü cins ise çok kalındı. Genelde gemi halatı olarak kullanılırdı, buna da sitehaşeri denilirdi.

– Kendirin Pazar yeri neresiydi? Üretilen kendir daha çok nerelerde pazarlanırdı?
– En çok civar illerde. Antep, Maraş, Urfa, Hatay gibi civar illere pazarlanırdı. Ha, bu esnafın bir özelliğini daha anlatayım; her yünüyle bir birlerine çok bağlı olmalarına rağmen kimse kimseye Pazar yerini söylemezdi. Bir birlerinden habersiz satışa giderlerdi…

– Kendirciliğin dönemin en önemli işi olduğunu söylüyorsun, peki neden sende bu işi yapmadın?
– Zor bir meslekti. Bu yüzden babam bu mesleği yapmamı istemedi. Yoksa o zamanlar çok para kazanılıyordu…
– Çok teşekkür ediyorum.
Not: Ayrıca Gaziantep’te benzer bir teknikle, Hıdır Uluguduk ve Yaşar Polat adlı iki usta tarafından pamuk elyafıyla iplik üretilmektedir.

Sponsorlu Bağlantılar

“Urgancılık Nedir? Urgancılık Mesleğinin Özellikleri” için bir yanıt

kendirciligi rahmeti babamla ben yapardım babamı tanımanız için namıdeger Yarım Şiho demezseniz tanıyamazsınız öyle birilerinin anlatımı ile kendircik sanaatı tanıtılmaz bizzat bu meslekte emegi olan ustalardan bilgi almak daha sağlıklı olur derim,Son kendircilerden olan hayatta sağ kalan Emeleç Müslüm Topçu Mustafa Kadıoğlu İboş Yarımın oğlu İbrahim Bakkal Kazım Ölbe Şiho işte bu ustalara sorarsanız size en ince ayrıntılarını doğru şekilde anlatırlar,Birecik ilçesi türkiyenin suveyş kanalı bence ama birecikte yaşamış birecikte para sahibi olmuş ama yatırımını batı illere yatırım yapan birecik zenginlerinin siyasi çekişmesinin yüzünden birecik kalkınamamış kabuğuna çekinmiş kaplumbağa misali yaşamaya devam ediyor,Eski Bir liman şehri olan bu güzelim şehir dünyada nadir bulunan tatlı su nehrini bağrına basa basa akıtıyor, Birçok ülke su bulamazken bizim faydalanamadığımız zenginligimiz boşa akıp gidiyor su hayattır derler bu hayattan yararlansın artık birecikli vatandaşlar, Birecikteki siyasetçilere sesleniyorum uyanın artık birecik artık ..Biricik olsun,
Saygılarımla….

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

RenkliNOT