Kategoriler
Soru / Cevap

Hayal gücü rüyanın farkı nedir?

Sizden gelen soru:

* Hayal gücü rüyanın farkı nedir? *

Cevap:

Rüya ile hayal arasındaki farkı açıklamadan önce hayal ve rüya tabirlerinin ne demek olduklarına kısaca göz atalım. Daha sonra hayal gücü ve rüya arasındaki fark nedir bakalım.

Hayal gücü nedir?

Hayal gücüimajinasyon veya imgelem zihinsel görüntüler oluşturabilme veya birinin zihninin içinde kendiliğinden görüntüler üretebilme yetisidir. Gerek deneyimlere anlam vermeye gerekse bilgiyi anlamaya katkıda bulunur; insanların dünyaya anlam verebilmelerine olanak sağlayan önemli bir yetenektir ve öğrenme sürecinde (işleminde) önemli bir rol oynar.

Sponsorlu Bağlantılar

Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük’te hayal gücü şu şekilde tanımlanmıştır:

  1. Zihnin hayal yaratma yetisi, düş gücü, imgelem, muhayyile.
  2. Geçmiş yaşantılara özgü ögelerle şimdiki yaşantı arasında bağ kurma gücü.
  3. Bir nesneyi, o nesne karşımızda olmaksızın tasarımlama yetisi.

Rüya nedir?

Rüya, uykunun genel ve karakteristik özelliklerinden biri olup, uykunun hızlı göz hareketi (REM) adlı evreleriyle yakından ilişkili bulunan, görsel ve işitsel algı ve duygulardır. Rüyaların biyolojik içeriği, işleyişi ve maksatları tümüyle anlaşılmış değildir. Rüyalara “duyusuz algı”nın bir türü veya nesnesiz algı olarak da bakılabilir. Çeşitli inanışlara ve tahminlere de neden olan rüyalar, her zaman için ilginç ve yoruma açık bir konu oluşturmuşlardır. Farklı psikoloji ekollerinin, parapsikologların ve deneysel spiritüalistlerin rüyaları farklı biçimlerde açıklama çabaları olmuştur. Rüyaların işleyişinin açıklanması bilimsel topluluğun genel kabulüne göre varsayımlar düzeyinden öteye pek gidememiş olup, rüyalar halen esrarını korumakta olan bir inceleme alanını oluşturmaktadır. Rüyaların bilimsel incelenmesi oneiroloji adını alır.

rüya görmek, uyku, rüya tabiri

Hayal ile rüya arasındaki fark

Sezgi öğretisi ile kendi gerçekliğini yaratma öğretisi, sadece tamamen farklı şeyler değil; aynı zamanda birbirlerinin karşıtıdır. Sezgi sadece bir aynadır. Hiçbir şey yaratmaz, sadece yansıtır. Olanı yansıtır. Yıldızları ve ayı yansıtan saf, sessiz ve berrak su gibidir. Hiçbir şey yaratamaz. Bu berraklık nedeniyle doğuda ona üçüncü göz adı verilir. Gözler hiçbir şey yaratmaz. Sadece olan bir şeyi gösterir.

Birinin kendi gerçekliğini yaratmasına hayal gücü denir. Bu, rüya görme öğretisidir. Geceleri rüyalarında birçok şey yaratırsın. İşin en inanılmaz tarafı,  sen hayatın boyunca her gece rüya gördün ve her sabah onun bir rüya olduğunu kabul ettin. Gerçek olmadığını biliyorsun. Ancak tekrar gece olduğu zaman uyuyorsun ve hayal gücün yine kanatlarını açıyor; içinde hiçbir kuşku kalmıyor. Hiçbir kuşku duymadan gerçekliğini kabul ediyorsun.

Bu hayal gücü öğretisi başka şekillerde de işleyebilir. Rüyalarını yaratıyor ve bunların gerçek olmadığını biliyorsun. Ancak o rüyaları görmeye başladığın zaman, onlar seni çevrelediği zaman; çok gerçekçi görünüyorlar. Gerçek dünyadan bile daha gerçekçi. Çünkü gerçek dünyada arada bir şüphelenir ve kuşku duyarsın. Örneğin şu bulunduğun anda, burada gördüklerinden kuşku duyabilir; duyduklarından kuşkulanabilirsin. Ya da uyuyup rüya gördüğünü düşünebilirsin. Bu bir rüya da olabilir. Bunu ancak uyandığın zaman anlayabilirsin.

Aradaki tek ayrım budur: Gerçek hayatta, şüphe duyabilirsin. “Bu bir rüya olabilir.” Ancak rüya görürken, bir rüya olup olmadığını merak etmezsin. Rüya ile gerçek arasındaki tek fark budur. Gerçeklik sana muhakeme etme olanağı tanıyor; rüya ise böyle bir şeye izin vermiyor.

Aynı öğreti hayal de yaratabilir. Sessizce oturmuş hiçbir şey yapmıyorsun ve gözlerinin önünden bir hayal geçmeye başlıyor. Uyanıksın, ancak ülkenin başkanı olduğunu hayal etmeye başlıyorsun. Uyanık olduğun için, bir taraftan bunların aptalca fikirler olduğunu biliyorsun. Ancak o kadar güzel hayallerdir ki, insan dünyanın hükümdarı olduğunu ya da dünyanın en zengin insanı olduğunu hayal eder. Uyanık; ancak bir rüya yaratıyor. Eğer bu çok fazla olursa, akıl sağlığını yitirirsin. Bir akıl hastanesi ya da psikiyatri kliniğine gittiğin zaman, ne kadar çok insanın hayal dünyası içinde yaşadığını görünce şaşırırsın. Orada olmayan insanlarla konuşur, sadece konuşmakla kalmaz,  onlar adına cevap da verir. Bu süreçte hiçbir kuşku yaşamamaktadır.

Eğer hayal gücü, kendi hayallerine inanmaya başlarsa, bir çeşit delilik yaratır. Halüsinasyonlara neden olabilir. Bana sorarsan, senin o azizlerin, Tanrı’yı görmüş ve onunla konuşmuş olan bütün o büyük dini liderlerin, o kategoriye giriyor. Tanrıları sadece kendi hayal güçleri.

Eğer kontrol etmek istiyorsan, bunun bir metodu var. Bunun için gerekli süre en az 3 haftadır ve halüsinasyon yaratmanın temelini oluşturmak için 2 şey yapman gerekir. O zaman karşında İsa’yı ya da Guatam Buddha’yı görebilir ve onunla güzel bir sohbet yapabilirsin. Soru sorabilir ve cevap alabilirsin. Gerçi orada biri olduğunu kimse göremeyecek, ama bu senin suçun.

Görünmezi görecek kadar ruhani yüksekliğe ulaşamamışsın. Bunun için 2 basit şey gerekmektedir. İlki 3 haftalık bir oruçtur. Ne kadar aç olursan, zekan o kadar az işler. Çünkü zeka sürekli bazı vitaminlere ihtiyaç duymaktadır. Eğer bunlar sağlanmazsa, zeka kararmaya başlar. 3 hafta geçince zeka artık durur. Yani ilk yapılması gereken şey aklı uyutmaktır. O yüzden bütün dinler orucu büyük bir dini disiplin olarak gösterir. Ancak arkasındaki psikolojiye baktığın zaman, 3 hafta içinde zekan uykuya yatar. O zaman hayal gücü mükemmel bir şekilde işler. Ortada kuşku duyacak bir şey kalmamıştır.

İkinci gereklilik ise yalnızlıktır. Bir dağa, bir ormana, bir mağaraya gider ve tamamen yalnız kalırsın. İnsanoğlu bir toplumda büyür, her zaman insanlarla yaşamıştır. Bütün gün konuşur, gevezelik yapar. Geceleri rüyasında konuşur ve sabah olunca tekrar gece uyuyuncaya kadar konuşmaya devam eder. Eğer konuşacak kimse olmazsa, Tanrıya dua etmeye başlar. Bu Tanrı ile konuşmaktır, saygın bir delilik yoludur.

Üç hafta içinde, ikinci haftadan sonra, yüksek sesle konuşmaya başlar. İlk hafta sonunda kendi kendine konuşmaya başlar, ancak bunu kimsenin duymaması gerektiğini bilir; yoksa kendisine deli damgası vurulacaktır. Ancak ikinci haftanın sonunda bu korku kaybolur çünkü artık zekası kararmaya başlamıştır. İkinci haftada yüksek sesle konuşmaya başlar. Üçüncü haftada görmek istediği insanlarla karşılaşmaya başlar: İsa, Krişna, Mahavir, Guatam Buddha, ölmüş bir dost ya da bir başkası. Üç hafta sonra o kişiyi o kadar iyi hayal etmeye başlar ki; bizim sıradan gerçekliğimiz donuk görünmeye başlar. O yüzden dinler bu iki stratejiyi desteklemiştir. Oruç ve inzivaya çekilme. Bu bir halüsinasyon deneyimi yaşamanın bilimsel yöntemidir.

Kendi gerçekliğini yaratabilirsin. İsa ile birlikte yaşayabilir, Guatam Buddha ile sohbet edebilirsin. Onlara soru sorar ve yanıtlarını alırsın. Gerçi her ikisini de sen yapıyor olursun. Ancak bulgulara göre soru sorduğun zaman, sesin tek yönlü olur. Soruyu cevapladığın zaman ise sesin değişir. Doğal olarak bu, dünyanın dört bir yanındaki akıl hastanelerinde yaşanmaktadır. İnsanlar duvarlarla konuşur.

Tanrı deneyimi yaşamış, Tanrı ile konuşmuş bütün azizlerin geçmişleri daha kapsamlı bir psikolojik tahlile yatırılmalıdır. Onların delilerden bir farkı yoktur. Bütün iddiaları, Tanrı’nın tek oğlu oldukları iddiası, Tanrı’nın tek peygamberi oldukları iddiası, Tanrı’nın yeniden hayat bulduğu tek bedenin kendileri olduğunu iddia etmeleri; deli saçmalıklarından başka bir şey değildir.

Eğer bu insanların halüsinasyonlarla kuşatıldığını anlarsan, büyük bir şok yaşarsın. Onlar kendi etraflarında, kendi gerçekliklerini yaratmıştır. Tanrıları, kendi hayal güçleridir. Mesajları kendi zihinlerinden çıkmıştır, bıraktıkları yazıtlar kendileri tarafından üretilmiştir. Hiçbir kitap Tanrı tarafından yazılmamıştır. Ben bütün o kitapları okudum. Onlara, bırakın kutsallığı, iyi bir edebiyat örneği bile denemez. Üçüncü sınıf edebiyat olmalarına rağmen insanlar onlara tapınmıştır.

İnsanoğlunun bütün tarihi tek bir şekilde özetlenebilir: Bir histeri tarihi. Bütün o azizler ve bilgeler histeri yaşamıştır. Sadece çok azı hayal gücünü bırakmış, bütün zihni ve öğretilerini bırakmıştır. Bu birkaç kişi ise Tanrı deneyimi yaşamamıştır.

Buddha hiç Tanrı görmemiştir. O sadece inanılmaz bir sessizlik yaşadı, aydınlanmasından sonra 42 yıl süren muhteşem bir zevk yaşadı. Onun aydınlanması bir hayal değildi, çünkü hayal o kadar uzun süreli olamaz. Rüyalar bir insanın hayatını değiştiremez. Aydınlandıktan sonra başka bir insan oldu. Mutluluk onun için nefes almak gibi bir şey oldu. O tanrılardan söz etmez, cennet ve cehennemden söz etmez, meleklerden söz etmez. O bu tip şeyler görmemiştir. Bu tip şeylerin önceden yaratılması gerekir. Kendini öyle bir konuma getirirsin ki, daha önceden görmek istediğin her şeyi sonunda görürsün. Eğer bir insan İsa’yı görmek için her şeyi yapmaya hazırsa; oruç tutar, inzivaya çekilir, bir manastıra kapanır.

Avrupa’da, Atos’ta bin yıllık bir manastır vardır. Belki de Avrupa’nın en eski manastırı. Bu manastırın kuralı ise içeri girdikten sonra bir daha dışarı çıkamazsın. Manastırın içinde 10 bin kadar keşiş bulunmaktadır. Sadece öldükten sonra, bedenleri bir delikten atılır ve keşiş olmayan dışarıdaki diğer Hıristiyanlar onları mezara koyar. Ancak içeridekiler bir ölüyü çıkarmak için bile dışarıya çıkamazlar.

Peki bu insanlar ne yapıyor? Sadece “Ave Maria” ilahisini söylüyorlar. Manastır, İsa’nın annesi Maria’nın, yani Meryem Ananın anısına yapılmıştır. Bütün, gün tek işleri “Ave Maria” ilahisini söylemekten ibarettir. Oruç tutarlar, inzivaya çekilirler. Dünya ile bağlantıları kalmamıştır. Bir süre sonra hayallerinde Meryem Ana’nın ziyaretlerine geldiğini görmeye başlarlar. Hücrelerinde tek başlarına, birbirlerinden ayrı yaşamaktadırlar. Birbirleriyle konuşmaları yasaktır, sadece baş keşişlere konuşabilirler. 1000 yıl boyunca bu manastırın içine tek bir kadının girmesine bile izin verilmemiştir; altı aylık bir bebek bile. Bu keşişler bastırılmış cinsel enerji yanardağı üzerinde oturmaktadırlar.

Bu bastırılmış cinsel enerji de halüsinasyon yaratmaya yardımcı olur. Herkes genç erkeklerin kadın, genç kızların da erkek halüsinasyonları gördüğünü bilir. Rüyaları daha cinsel içerikli olmaya başlar; seks zihinlerinde giderek daha hakim bir duruma ulaşmaya başlar. Bu keşişler, cinselliği bastırdıkları, oruç tuttukları ve inzivaya çekildikleri için, sadece İsa’yı ve Meryem Ana’yı düşündükleri için; doğal olarak halüsinasyon görmeye başlarlar. Ve bu halüsinasyonları görenler, daha saygın bir konuma gelirler. Manastır içindeki en deli insan da; baş keşiş olur.

O insanları manastır ve rahibe evi denilen akıl hastanelerinden kurtarmak için yapılacak çok şey vardır. Onları akıl sağlığına geri döndürmek gerekir; onları hayallerin değil, gerçekliğin dünyasına geri getirmek gerekiyor. Kendi gerçekliğini yaratmak zorunda değilsin; duyularını arındırırsan, gerçeği, onun ruhsal güzelliğini, renkliğini, yeşilliğini ve canlılığını hissedebilirsin.

İçinde o gerçeği keşfedeceksin, yaratmayacaksın. Çünkü senin tarafından yaratılmış her şey, hayal gücün dışında bir şey olamaz. Senin tam bir sessizlik içinde oraya girip, sadece izlemen gerekir. Dikkatli ol, tetikte ol ki, gerçeği görebilesin. Gerçeği görenler ise inanılmaz bir sessizlik, büyük bir mutluluk, sonsuz keyif ve ölümsüzlük deneyimi yaşadıklarını söyleyeceklerdir. Ancak herhangi bir tanrı görmeyeceksin, melek görmeyeceksin. Bunların görülmesi için yaratılması gerekmektedir.

Sezginin, hayal gücünün, aklın aşılması gerekmektedir. Zihnin ötesindeki noktaya ulaşman gerekiyor; orada derin bir dinginlik, serinlik ve huzur bulunur. Bu senin gerçek doğandır; o senin Buddha doğandır. İşte bu sensin. Senin yaratıldığın şey budur; bütün evrenin yaratıldığı şey budur. Sen buna evrensel bilinç diyebilirsin, evrensel ilahiyat diyebilirsin, her isim olabilir. Ancak unutma, milyonlarca insan hayal gücüne kanmıştır. Bunu yapmak çok ucuz ve kolaydır. Belirli bir strateji izlediğin zaman gerçekliği yaratabilirsin.

Bir keresinde bir arkadaşımda kalıyordum. Hindistan’da kutsal bir festival vardır ve o festivalde insanlar ‘bang’ adında marihuana benzeri bir şey kullanırlar. Kaldığım arkadaşım bir üniversite profesörüydü. Çok sade ve iyi bir insandı. Onu, “böyle aptalca bir şey yapma” diye uyardım. Ancak o birkaç arkadaşıyla buluşmaya gitti. Ona marihuana dolu şekerler vermişler, içi marihuana dolu içecekler sunmuşlar. Akşam dönmedi ve gece yarısı olmuştu. Gidip onu bulmam gerekiyordu. Ona ne olmuştu? Küfür eden bir kalabalığın ortasında çırılçıplak bir şekilde ayakta duruyordu ve insanlar ona taş atıyordu.

Ne olduğunu çözemedim. İnsanların önüne geçtim ve “ben bu adamı tanıyorum. Galiba bir çeşit uyuşturucu almış” diye bağırdım. Bir şekilde onu giydirmeye çalışıyordum ama o direniyordu. Ben pantolonunu yukarı çekiyordum ama o tekrar indiriyordu. Sonra kaçmaya başladı.

Ben şehri pek iyi tanımıyordum ama o iyi biliyordu. Onu dar sokaklarda birkaç dakika boyunca takip ettim, ama sonunda izini kaybettim. Sabah polis telefon etti ve arkadaşımın nezarette olduğunu bildirdi, ben de karakola gittim. O zamana kadar biraz kendine gelmişti ancak hâlâ akşamdan kalmış durumdaydı. Beni tanıdı ve “seni dinlemediğim için özür dilerim” dedi. İnsanların attığı taşlar yüzünden vücudunda yaralar vardı.

Onu eve getirdim ve o günden itibaren zihninde bir polis korkusu oluştu. Zihnine hakim oldu; herhalde polis, giysilerini giymeyi kabul etmediği için, onlara karşı direndiği için onu dövmüştü. O korku, bu paranoya o kadar yoğun olmaya başladı ki, hayatını etkiledi. Geceleri sokakta devriye gezen polisin ayak seslerini duyduğu zaman yatağın altına girerdi. Ona ismiyle hitap ederek, “Balram, ne yapıyorsun?” diye sorduğum zaman, “Sessiz ol. Polis geliyor.” diye cevap verirdi.

Dinlenmesi için rektörün 15 gün izin vermesini sağladım çünkü artık üniversiteye gelmesi çok zor olmaya başlamıştı. Her şeyden kuşkulanıyordu. Köşe başında durmuş konuşan iki kişiyi gösterip, “bana komplo kuruyorlar. Sana söylüyorum sonunda beni yakalayacaklar ve hapse atıp dövecekler. Bir şeyler yap!” diyordu. Bir polis minibüsü geçtiği zaman, “Aman Tanrım! Beni almaya geldiler!” diye bağırırdı.

Bunun bir korku olduğunu göstermek için her yolu denedim. Nasıl başladığını anlıyordum ama artık dayanılacak gibi değildi. Hiçbir şey dinlemiyor, uyumuyor ve beni de uyutmuyordu. Sonunda bir polis müfettişine gittim ve bütün hikâyeyi anlatmak zorunda kaldım. Ona şunları söyleyerek durumu anlattım: “Bana yardım etmelisiniz. Bu adam çok sade, masum bir insan. Herhangi bir suç işlemedi. Sadece marihuana aldı. Aldığı şeker ve içeceklerde başka ne olduğunu bilmiyorum. Polis giyinmesini sağlamak için onu dövmüş olmalı. Ona yardım etmeye çalıştım ama elimden kaçıp kurtuldu.”

Müfettiş nasıl yardımcı olabileceğini sordu. “Bir dosyayla gelmelisiniz, çünkü sürekli aynı şeyi tekrar ediyor. ‘Adıma bir dosya açmışlar ve beni tutuklamak için doğru anı kolluyorlar’ deyip duruyor. O yüzden bir dosya, kelepçe ve tutuklama emriyle gelin. Herhangi bir kağıt olur. Zaten sizi görünce tüm aklını kaybedecek. Gece gelirseniz, daha etkili olur” diyerek ne istediğimi anlatmaya devam ettim:

“Sonra ben size onu rahat bırakmanız için 5000 rupi rüşvet önereceğim. Siz de en başta karşı çıkacak ve sonra gönülsüz bir şekilde kabul edeceksiniz. Ben de dosyayı yakmanızı isteyeceğim. Dosyayı yakacak ve giderken bana onun duyabileceği bir şekilde, ‘artık dosya yakıldığına göre ortada bir sorun kalmadı. Polisin elinde onu tutuklayacak bir şey yok.’ diye konuşacaksınız. Size verdiğim 5000 rupiyi daha sonra geri alırım.”

Polis müfettişi çok iyi bir insandı ve bunu yapmayı kabul etti. Geceleyin geldi ve arkadaşım o içeri girer girmez, yatağın altına saklandı. Müfettiş onu yatağın altından çekerek çıkarmak zorunda kaldı. Balram bana bağırıyordu: “Gördün mü, geleceklerini söylemiştim. İşte geldiler ve dosya da ellerinde!”

Müfettiş bana tutuklama emrini verdi ve onun tutuklanması gerektiğini söyleyip Balram’a kelepçeleri taktı. Ben müfettişi ikna etmeye çalıştım ama o, “yapabileceğim bir şey yok. En az beş yıl hapis yatacak!” diyordu.

Balram çaresizlik içinde bana bakıp, “bir şeyler yap, yoksa işim bitecek!” diye yalvardı.

Ben de müfettişe 5000 rupi verdim ve şunları söyledim: “O sade bir insan. Bir iyilik yapın ve onu bırakın. Eğer yine bir yanlış yaparsa, onu polise kendi ellerimle teslim edeceğim. Ama bu onun ilk suçu ve bunu da uyuşturucu etkisi altında yaptı.” Büyük bir zorlukla müfettişe dosyayı yakmaya ikna ettim ve sonunda dosyayı yaktık. Kelepçeler çıkartıldı ve müfettiş konuştu: “Tamam kabul ediyorum. Eğer bir daha yaparsa, benim yapabileceğim bir şey kalmaz ancak şu anda polisin elindeki tek rapor bu dosyadaydı ve o da artık yakıldı. Artık polisin elinde onu tutuklayacak bir şey kalmadı!” dedi. O andan sonra Balram iyileşti ve eski haline döndü.

Ertesi gün 5000 rupiyi geri almak için karakola gitmek zorundaydım. Müfettiş çok iyi bir adamdı. Aslında parayı iade etmeyi reddedebilirdi, ancak iade etti ve arkadaşımın nasıl olduğunu sordu.

“Çok iyi. Artık yolda bir polis görse bile umursamıyor. Onu birkaç kere köşede polis var diye uyardım, ama o umurunda olmadığını, çünkü dosyasının yakıldığını ifade etti.” dedim.

Balram kendi etrafında bir halüsinasyon yaratmıştı. Din denen şeyler de bu tip halüsinasyonlar içinde yaşıyor. Hinduların birçok eski yazıtının somras adında bir uyuşturucudan söz ettiğini öğrendiğiniz zaman çok şaşırırsınız. Bu Himalayalar’da bulunuyormuş ve belki de günümüzde de vardır. Ama biz nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz. Bütün dindar insanların somras içmesi çok yaygın bir uygulamaymış.

Yirminci yüzyılın en zeki insanlarından biri olan Aldous Huxley, LSD’nin keşfinden çok etkilenmişti. LSD’yi teşvik eden ilk kişi o oldu. LSD aracılığıyla Guatam Buddha’nın, Kabir’in, Nanak’ın yaşadığı ruhani deneyimlere ulaşmanın mümkün olduğu hayali içindeydi. Somras’ı düşünen Huxley, Cennet ve Cehennem isimli kitabında gelecekte bilim adamlarının sentetik bir mükemmel uyuşturucu icat edeceğini yazmıştı. Bunun adı da dindar insanların kullandığı ilk uyuşturucu olan somras’ın anısına soma olacağını iddia etmişti.

Hindistan’da Rigveda zamanından beri, Hindu sanyaslar, Hindu dindarları, hayali tanrıları görmek için her türlü uyuşturucu alıyor. Bunu o seviyeye çıkardılar ki, gördüğüm Kabir müritlerini anlatacağım. Bu müritler her türlü uyuşturucuyu içiyordu ve o noktaya gelmişlerdi ki, bu uyuşturucular hiç etki etmiyordu. O yüzden kobra yılanı besliyorlar ve bu kobraların müritlerin dillerini ısırmalarını sağlıyorlardı. Ancak bu onlara dini deneyimi verebiliyordu! Bir manastırda Kabir müritleri büyük ve tehlikeli kobra yılanları besliyordu. Tek bir ısırık insanı öldürüyordu ve bir panzehiri de yoktu. Ancak bu müritlerin onlara ihtiyacı vardı, çünkü diğer uyuşturucular artık etkili olamıyordu.

Batıdaki gençlerin hem uyuşturucuya, hem de Doğuya ilgi duyması bir tesadüf değil. Onlar Doğuya, sıradan dünyanın ötesinde şeyler yaşamak için geliyor. Çünkü sıradan dünyadan artık bıkmış durumdalar. Artık seks onlara cazip gelmiyor, alkol ilgilerini çekmiyor, o yüzden çeşitli gerçeklik yaratma teknikleri öğrenmek için Doğuya geliyorlar. Doğudaki birçok aşramda, hayal gücüne yardımcı olacak teknikler bulacaklardır. Onlar da aslında ince birer uyuşturucu sayılır.

Ve Batıda çok kişi uyuşturucu kullanıyor. Binlerce genç insan uyuşturucu aldığı için Avrupa ve Amerikan hapishanelerinde yatıyor.

Bana sorarsan, ben bunu farklı bir gözle değerlendiriyorum.   Sıradan dünyanın ötesindeki şeyler arayışına bir başlangıç olarak görüyorum. Yanlış bir yolda aramalarına rağmen. Uyuşturucu onlara gerçeği sunmaz. Uyuşturucuyla bir gerçeklik yaratabilirsin, ancak bu sadece birkaç saat süren bir şey olur ve daha sonra tekrar uyuşturucu alman gerekir. Ve her kullanışında, miktarı biraz daha arttırman gerekir. Çünkü bünyen bağışıklık kazanıyor.

Ancak gençler arasında, daha önce hiç görülmemiş bir oranda uyuşturucuya ilgi yaşanıyor. Uyuşturucu için hapse girmeyi göze alıyorlar ve çıktıkları zaman yine uyuşturucu alıyorlar. Hatta, eğer paraları varsa hapishanedeki gardiyanlardan ve diğer görevlilerden uyuşturucu alabiliyorlar. Sadece para vermen yeterli oluyor.

Ben bunu kötü bir işaret olarak görmüyorum. Sadece yanlış yönlendirilmiş bir genç nesil olarak görüyorum. Niyet doğru, ancak onlara uyuşturucunun arzu ve özlemlerini tatmin edecek bir şey olmadığını söyleyecek kimseleri yok. Sadece meditasyon, sadece sessizlik, sadece zihninin ötesine geçmek, o aradığın mutluluğu ve tatmini sana verebilir.

Ancak onların bu şekilde cezalandırılması ve lanetlenmesi çok yanlış. Asıl sorumlu yaşlı nesildir, çünkü onlara bir alternatif sunmamışlardır.

Tek alternatifi ben öneriyorum. Sen meditasyona daha fazla eğildikçe, başka bir şeye ihtiyaç duymazsın. Bir gerçeklik yaratma ihtiyacı hissetmezsin, çünkü gerçeğin kendisini görmeye başlarsın. Yaratılmış gerçeklik sahtedir, bir rüyadır, belki güzel bir rüya olabilir ama rüya sonuçta bir rüyadır. O susuzluk doğrudur ve insanlar arayış içindedir. Ancak dini liderler, siyasi liderler, devletler ve eğitim kurumları onlara doğru yönü gösterecek kapasiteye sahip değildir.

Ben bunu büyük bir arayışın işareti olarak görüyorum ve bu sevinçle karşılanması gereken bir şeydir. Sadece doğru yönün gösterilmesi gerekiyor ve eski dinler bunu yapamıyor. Eski toplumlar bunu vermekte yetersiz kalıyor. Bizim acil olarak yeni insanlığı oluşturmamız gerekiyor. Acil olarak dünyada birçok insanı yok eden bu hastalıkları ve çirkinlikleri değiştirmemiz gerekiyor.

Herkesin kendini ve kendi gerçekliğini öğrenme ihtiyacı vardır. Bu arzunun ortaya çıkmış olması iyi bir şeydir. Er ya da geç bu gençleri doğru yöne yöneltebiliriz. Sanyas olan insanlar bütün uyuşturucu triplerini yaşamıştır. Sanyas oldukça ve meditasyona başladıkça, uyuşturucu alma arzuları azalıp yok olmuştur.

Artık onlara ihtiyaçları yoktur. Ne bir ceza, ne bir hapis; doğru bir yön yetmiştir. Gerçek o kadar tatmin edici, o kadar mutluluk vericidir ki, daha fazlasını bekleyemezsin.

Varoluş sana sevgiyi, barışı, gerçeği ve huzuru o kadar yoğun olarak veriyor ki, daha fazlasını isteyemiyorsun. Daha fazlasını hayal bile edemiyorsun.

Hayal ve rüya

Hayal ediyorsanız, o bir gün gerçektir. Her gerçek bir hayalle başlar. Bu cümleler hayâlin önemini belirtmek için sıkça kullandığımız cümlelerdir. Bütün projeler önce hayal edilir, ardından realize edilir. Hayal ile gerçekliğin arasındaki fark nedir? Beynimiz açısından hiçbir fark yoktur. Beynimiz ikisini de aynı şekilde algılar. Fakat zihinsel yapımızın gelişmişlik düzeyi ile ilgili olarak neyin gerçek neyin hayal olduğunu hayal etmek zorundayız. Bu ayırımı yaptıktan sonra da farklı farklı anlamlandırmalar ortaya çıkar. Hayalin hayal olduğunu bilmez isek gerçekmiş gibi yaşantılandırırız. Rüya bunun tipik örneğidir. Rüyada iken bütün hayallerimiz gerçekmiş gibi yaşanır ve hissedilir. Uyandığımızda bunun bir hayal olduğunu fark ederiz.

İdden çıkan dürtüler egoya ulaşarak ego vasıtasıyla gerçek dünyadaki nesnelerine varmak ister. Ego bu fonksiyonunu yerine getirebilirse dürtü hedefine ulaşmış ve üzerindeki yükü boşaltarak rahatlamış olur. Ancak çeşitli nedenlere bağlı olarak dürtü hedefine ulaşamıyor, ego ile işbirliği yapamıyor ve gerçekliğe ters düşüyorsa bu gerilimden kurtulamaz. Gerilimden kurtulamayan dürtüler bilinçdışında çok ciddi bir basınç oluşturarak kişiye büyük bir bunaltı hissettirebilirler. Bu hem yaşam enerjisini temin eden libidinal dürtüler olabildiği gibi hem de saldırganlık enerjisini ifade eden agresivite dürtüleri olabilir. Bu iki durumda da dürtünün hedefe ulaşması gerçekliği süperegoya ve egoya aykırı ise veyahut da yer ve zaman buna müsait değil ise hayal merkezi aktive edilebilir veya rüyada bir çözüm bulunabilir. Bizi rahatlatan ve en çok kullandığımız mekanizma, hayal ve rüya mekanizmasıdır. Umutların ve hayallerin tükendiği yerde ağır bir depresyon ve çaresizlik başlar. Ayağımızı yerden kesmeyen hayaller gerçeğe adapte olmamızı kolaylaştırırken ayağımızı yerden kesen hayaller bizi gerçekliğin ötesine fırlatabilir; bu da oldukça tehlikeli sonuçlar yaratır. Sınıfı geçtiğinde babası tarafından bisiklet alınacağı sözünü alan öğrencinin, bir yıl beklemeye tahammülü yoktur. O gece rüyasında zamanı hızlandırır, yılsonunda karnesini alarak başarı dolu karneyi babasına verir ve babasının almış olduğu bisikleti sabaha kadar zevkle sürer.

Hayalindeki kızı kafede gören delikanlı ona bir anda âşık olur ama kıza ulaşması, çıkma teklif etmesi ve onunla flört etmesi imkânsızdır. Kız çok uzaklarda gibidir. Dürtülerin beklemeye tahammülü yoktur. Uyku saatine kadar o kızla nasıl çıkıp gezdiğini hayal eden delikanlı geçici bir avunma ile rahatlamıştır. Gece uykusunda ise bir rüya senaryosunda kırk gün kırk gecelik bir düğün sonrası bir evlilik yaptığını ve olağanüstü bir ilk gece yaşadığını hayal eder. Bunların hepsi kısa sürede olup bitmiştir. Ama gerçekte hepsi yaşanmış gibi algılanmaktadır. Ulaşılamayan kız o gece onun olmuş ve evlenilmiştir. Hayallerimiz ve rüyalarımızla ulaşmak istediğimiz tüm hedeflere ulaşır rahatlar ve boşalırız. Ayrıca saldırmak istediğimiz her nesneye saldırır, öfkemizi deşarj eder ve sınırsızca şiddet gösterisinde bulunabiliriz. Tüm bunlarda hayal ve rüya vasıtasıyla deşarj yolu bulan dürtülerin etkinliği vardır.

Sponsorlu Bağlantılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

RenkliNOT