Kategoriler
Soru / Cevap

Türk sanat müziği nedir?

Sizden gelen soru:

* Türk sanat müziği nedir? *

Cevap:

Türk sanat müziği

Türk sanat müziği bir tür makamlı Türk müziği türüdür. Türk sanat müziği aynı zamanda Klasik Türk mûsikîsi olarak da bilinir. Türk sanat müziği dünya üzerinde bir gelenek oluşturması ve sürekliliği bakımında klasik müzik türlerinden birisi olarak kabul edilir.

Klasik anlamda Türk Müziği, daha önceki çeşitli İslam müziklerinin oluşturduğu zengin birikime dayanan Osmanlı müzikçilerin ürünü olan makamsal müziktir.

Sponsorlu Bağlantılar

Makam, ayrıcalıklı birkaç sesin çevresinde, “seyir” denen ve sesler arasındaki ilişkiyi belirleyen kurallara göre melodinin biçimlendiği çerçevedir. Türk müziğindeki çalgılar gibi, makamlar ve beste türleri de pek çok Ortadoğu ülkesinin ortak malıdır. Ama bunların adları gibi, içerik ve kullanılış biçimleri de çoğunlukla farklıdır. Çeşitli metinlerde 600’ü aşkın makam adına rastlanırsa da, bunların ancak 200 kadarının örnekleri günümüze ulaşabilmiştir. Bugün ise ancak 40 – 50’si yaygın olarak kullanılmaktadır.

atatürk, müzik, sanat

Makamlar arasında gerçekten apayrı bir anlatım gücü taşıyanların bazıları şunlardır:

Hicaz, Uşşak, Rast, Buselik, Karcığar, Kürdi, Hüseyni, Muhayyer, Mahur, Hicazkâr, Şehnaz, Suzinak, Suzidil, Evcârâ, Evç, Neva, Saba, Bestenigâr, Dügâh, Sultaniyegâh, Segah, Hüzzam, Nihavend, Kürdilihicazkâr, Nikriz, Hisarbuselik, Acemaşiran, Ferahfeza, Irak.

Her melodi ya da motif bir makamın seslerini ve öteki özelliklerini kullanır. Ama Türk müziğinde, doğaçlamalar dışında, yalnızca bestelenmiş yapıtların biçimlenişine katkıda bulunan ve “usul” denen bir öğe daha vardır.

Usuller, çeşitli uzunluktaki kuvvetli ve zayıf vuruşların belli bir düzen içinde sıralanmasıyla ortaya çıkan birer ritim kalıbıdır. Usul, yapıtın başından sonuna kadar aynı kalır. Çeşitli Türkçe metinlerde 100’ün üzerinde usul adı geçer. Ama ancak 80 kadarının örneği günümüze ulaşabilmiştir.

Bunlardan sıkça kullanılan bazılarının içerdikleri zaman birimi sayısı şöyledir:

Semai (3), Sofyan (4), Türk Aksağı (5), Yürük Semai (6), Devrihindi (7), Düyek [8], Aksak (9), Curcuna (10), Aksak Semai (10), Lenk Fahte (10), Mevlevi Devrirevanı (14), Fahte (20), Çenber (24), Devrikebir (28), Muhammes (32), Hafif (32).

Bir yapıtın künyesini, kullanılan makamın ve ölçüldüğü usulün adları dışında, örneği olduğu beste türünün (ya da “formun”) adı da belirler.

Dindışı Türk müziği,

• Söz müziği
• Çalgı müziği

olmak üzere ikiye ayrılır. Söz müziği yapıtları sayıca daha çoktur. Söz müziğindeki türler de,

• Büyük türler
• Küçük türler

diye iki grupta toplanır. Kısaca tanımlamak gerekirse, büyük türler daha uzun ve daha sanatlıdır.

Başlıca büyük türler şunlardır:

Kârınâtık : Daha çok makam ve usulleri öğretmek amacına yönelik olan bu türden yapıtların güftelerinin her dize ya da beytinde bir makamın, bazı kârınâtıklarda aynı zamanda bir usulün adı geçer; o dize ya da beyit adı geçen makamda ve usulle bestelenir.

Kâr : Genellikle daha uzun olur; bestecinin tüm hünerlerini ortaya koyduğu, birden çok usulün ve makamın kullanıldığı, güftenin başına ve arasına “terennüm” denen, daha kıvrak melodilerle bestelenmiş söz ve hecelerin eklendiği yapıtlardır.

Beste : Genellikle dört dizeli bir güfte üzerine, kârlar gibi ağdalı bir üslupla bestelenen yapıtlardır. Bunların birinci, ikinci ve dördüncü dizeleri aynı melodiyle okunur, üçüncü dize ayrı bir makamda bestelenir ve meyan adını taşır. Her dizeden sonra terennüm yinelenir.

Ağırsemai : Ya aksaksemai ya da senginsemai usulüyle ölçülen bu türden yapıtlar da genellikle dört dizeli bir güfte üzerine bestelenir. Birinci ve ikinci dizeleri, aralarına terennüm girmeden, apayrı melodilerle bestelenen ağırsemailer, nakış olarak nitelenirler. Ağırsemailerde de, bestelerde olduğu gibi terennüm dizelerden sonra yinelenir.

Yürüksemai : Yürüksemai usulüyle ölçülen, çoğunlukla dört dizeli bir güfte üzerine bestelenen ve daha süratli olarak okunan bu türden yapıtlar biçim bakımından ağırsemailere benzer. Bu türün de nakış olanları vardır.

Küçük türlerin başlıcaları da şunlardır:

Şarkı : Güftelerinin dize sayısına göre yapılanan bu türdeki yapıtlar, beste ve semailere oranla, çoğunlukla daha yalın ve kısadır. 19. yüzyılda Hacı Arif Bey’in doruğa ulaştırdığı şarkı türü ondan sonraki dönemin en önemli formu durumuna gelmiştir.

Köçekçe : Erkek dansçıların danslarına eşlik eden, canlı ve kıvrak melodilerle örülmüş ve sazların çaldığı aranağmelerle birbirine bağlanan sözlü bölümlerden oluşur.

Fantezi : 20. yüzyılda ortaya çıkan, serbest yapıda, çoğunlukla birkaç bölümlü, her bölümü başka bir tempo ya da ayrı bir usulle bestelenmiş sözlü yapıttır.

Dindışı çalgı müziğinde başlıca üç tür vardır. En büyük ve en önemli tür peşrev’dir. Hane denen dört ya da beş bölümden ve her haneden sonra yinelenen teslim bölümünden oluşan peşrev özellikle 19. ve 20. yüzyıllarda çok gelişmiştir. Baştan sona aynı usulle bestelenmiştir.

Çalgı müziğinin ikinci önemli türü de saz semaisi’dir. Çoğunlukla dört hane ve bir teslimden oluşan saz semailerinin ilk üç hanesi ile teslimi, aksaksemai usulüyle ölçülmüştür. Çok ender olarak senginsemai ya da yürüksemai usulleri de kullanılmıştır. Dördüncü hanede ise ilk üç hanedekinden farklı olarak semai, yürüksemai ve senginsemai başta olmak üzere, çok çeşitli usuller kullanılmıştır. Tanburi Cemil Bey’in katkılarıyla da gelişen bu tür 20. yüzyılda, özellikle Refik Fersan tarafından, neredeyse bağımsız bir konser parçasına dönüştürüldü.

Çalgı müziğindeki üçüncü tür ise sirto, longa, mandra, kasap havası, çiftetelli gibi çeşitli danslara eşlik eden ve daha çok 19. yüzyılda gelişen çalgı yapıtlarını kapsayan oyun havası türüdür.

Tüm bu sözlü ve sözsüz yapıtların, belli bir düzen içinde peş peşe icra edilmesi “fasıl” denilen diziyi oluşturur. Bir fasılda, tümü de aynı makamdan olmak üzere, sırayla şu türlerin birkaçından yapıtlar seslendirilir: Kâr (varsa), birinci ve ikinci beste, ağırsemai, ağırdan yürük tempoya doğru sıralanan ve birbirlerine aranağmelerle bağlanabilen bir çok şarkı, yürüksemai, saz semaisi ya da oyun havası. Başta peşrev, arada da taksimler yer alabilir. Taksim bir çalgının solosudur ve dindışı Türk müziğindeki en önemli doğaçlama türlerinden biridir (öbür önemli doğaçlama ise bir ses sanatçısının, bir şiiri doğaçtan ezgilerle, yani içinden geldiği gibi okuması demek olan gazel’dir).

Türk müziğinin çok gelişmiş bir kolu da, din-tasavvuf müziğidir. Gerçekte bu kolu, cami müziği ve tekke müziği olmak üzere iki alt başlık altında incelemek gerekir. Çünkü her ikisinin de kendine özgü kuralları ve türleri bulunur. Ama, başta ilahiler olmak üzere, her iki alt kolda da önem taşıyan ortak türler ve ortak yapıtlar vardır. Cami müziği, doğaçlamanın ağır bastığı, hemen hemen hiçbir çalgının kullanılmadığı, çoğu zaman tek bir kişinin kutsal bir metni okumasına dayalıdır. Bu metin Kuran’dan bir bölüm ise, okuyanın yaptığına “tilavet” ya da “kıraat”; Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n-Necât’mdan bir bölüm ise yapılan müzik mevlittir.

Tekke müziği, cami müziği gibi söze ve insan sesine dayalı olmakla birlikte, doğaçlamanın yanı sıra bestelenmiş yapıtların da önemli yer tuttuğu ve insan sesinin yanı sıra çalgıların çok kullanıldığı bir müziktir. Tilavet ya da kıraat tekke müziğinin de başlıca doğaçlama türüdür. Peygamberi öven şiirlerin doğaçtan müziklenmesi demek olan kaside, dindışı müzikteki gazelin karşılığıdır. Tekke müziğindeki en büyük yapıtlar, Mevleviler’in “ayin-i şerif” adını verdikleri uzun ve çok sanatlı yapıtlardır. Mevleviler’in sema ayini sırasında mutrib denen ses ve saz sanatçıları topluluğu tarafından seslendirilen ayin-i şerif, selâm denilen dört bölümden oluşur. Başta peşrev, selamların aralarında saz terennümleri ve sonda son peşrev-son yürüksemai çalınır. Ayin-i şeriflerin çoğunun güftesi, Mevlana’ nın Mesnevi’ sinden alınmıştır. Birkaçında Türkçe ya da Arapça şiirlere rastlanır. Mevlevi müziğinin başlıca çalgıları, ney, rebap, kudüm ve haliledir. Sonradan bunlara tanbur, kanun, kemence ve ud da eklenmiştir. Müzik, Mevlevilik’ten sonra en çok Bektaşi, Halveti, Rıfai ve Cerrahi tarikat ve tekkelerinde önem kazanmıştır. Bunlarda, ortak ya da özel ilahiler, duraklar (dinsel törene ara verildiğinde okunan, doğaçlamaya benzer sanatlı yapıtlar), tevşihler (dindışı müzikteki besteleri andıran ağdalı ve sanatlı ilahiler), şugller (Arapça güfteli ilahiler), teşbihler (daha çok “sübhanallah” sözcüğünün tekdüze bir ezgiyle yinelenmesine dayalı dualar), savtlar (birkaç dizelik bir güftenin tekdüze bir ezgiyle yinelenmesine dayanan ve zikir sırasında okunan dualar) okunur. Bektaşiler’in, genellikle yalın bir ezgisi ve halk şiiri üslûbunda güftesi olan ilahilerine nefes denmiştir. Mevlevilik dışındaki tarikatların müziğinde en önemli çalgı, büyük çaplı zilsiz bir tef olan bendir ya da mazhardır. Bektaşiler’ce çöğür, mey gibi halk çalgıları da kullanılmıştır.

Türk müziği, insan sesine dayalı bir müzik olduğundan, çalgı yapıtlarında da insanın ses alanı dışına pek çıkılmamıştır. Çalgıların işlevi, daha çok insan sesine eşlik etmek, onu desteklemek olarak görüldüğünden, bunların ses alanlarını genişletmek için çaba harcanmamıştır. Yapı olarak daha çoğuna elverişli olsalar bile, çalgıların iki ya da 2,5 oktavlık ses alanlarıyla yetinilmiştir. Öte yandan, bu çalgıların teknik açıdan virtüözlük olanaklarının artırılması yoluna da gidilmemiştir. Kullanılan çalgılar neredeyse 100 yılda bir tümüyle değişmiştir. Sözgelimi III. Selim döneminden (1789-1808) önce Zurna, Çenk, Ney, Kudüm, Halile, Musikar (bir tür Panflüt), Çöğür, Rebap gibi çalgılar tutulurdu. Daha sonra ise Santur, Keman, Kemençe, Kanun ve Lavtanın yıldızı parladı. Günümüzde Klarnet ve Viyolonsel de aranan çalgılar arasına girmiştir. Bazı çalgılar ise bugün tümden unutulmuştur. Sözgelimi, artık Çenk, Rebap, Musikar, Santur, Sinekemanı, Girift (çok küçük bir tür ney) ve Lavta gibi çalgılar geçmişte kalmıştır. Günümüzde kullanılan başlıca çalgılar şunlardır: Tanbur, Ney, Kemençe, Ud, Kanun, Keman, Viyolonsel, Klarnet, Kudüm, Darbuka, Bendir ve Halile. Bunlardan doğu kökenli olan Kanun, Ud, Ney, Darbuka, Kudüm ve Bendir birçok Ortadoğu ve İslam ülkesinde de kullanılır. Tanbur ve Kemençe köken olarak birer Türk çalgısı sayılamaz ama bugün yalnızca Türkler’in klasik müziğinde kullanılırlar.

Türk sanat müziği etimolojisi

Bu terimdeki “Türk” ve “klasik” kelimeleri, Cumhuriyet döneminde Osmanlı Devleti’nden süregelen müziğe karşı Batı müziği taraftarlarınca ileri sürülen bazı iddialara cevap vermek için türetilmiştir. Bu iddialardan en önemlisi Osmanlı müziğinin Türklerin değil, Bizans ve İran müziği kaynaklı olduğuna dair olan tezdir. Hüseyin Sadeddin Arel ve Rauf Yekta gibi Batılı müzik çevrelerince de saygın görülen kimi müzikologlar, bu iddiaları belge ve bilgilerle çürütmüşlerdir.

Cumhuriyet döneminde bu müzik geleneği genellikle gözardı edilmiş, hatta 2 Kasım 1934-6 Eylül 1936 tarihleri arasında devlet radyosunda çalınması yasaklanmıştır. Bu ideolojik yaklaşımın bir sonucu olarak Klasik Türk müziğini modern yöntemlerle öğreten konservatuvarlar ancak 1970’lerde kurulabilmiştir.

Klasik Türk müziğinin adlandırılması konusunda görüş ayrılıkları vardır. Osmanlı döneminde bu müziğe sadece “musıkî” denmekteydi. Nitekim bu geleneksel müziği, Cinuçen Tanrıkorur gibi “Osmanlı müziği” olarak adlandıranlar olduğu gibi, ona “Geleneksel Türk müziği” adını verenler de vardır.

Türk sanat müziği tarihi

Klasik Türk müziği tarihsel açıdan altı döneme ayrılabilir: oluşum dönemidönüşüm dönemiklâsik dönemson klasik dönemromantik dönem ve çağdaş dönem.

10’uncu yüzyılda yaşamış olan Farabi’den Timurlenk’in öldüğü 1405’e kadar geçen süre, Türk müziğinin nazarî (teorik) yönleriyle açıklandığı ve yazıya aktarılmaya başlandığı oluşum dönemini kapsamaktadır. Bu dönemin sonlarına doğru, çok meşhur bir üstad olanAbdülkadir Meragi, bir sonraki evrenin tohumlarını atmış, Türk müziğine yeni bir yön vermiştir.

Bunu takiben, 16’ncı yüzyılın başından Yavuz Sultan Selim’in tahta çıktığı 1512’ye değin; anlatılageldiği şekilde, Türk müziğinin ses perdeleri ve makamları üzerinde birtakım nazarî değişilikler yapılmıştır. Bu dönem, Diyar-ı Rum‘un ve Balkanlar’ın üzerinde Mevlevihanelerin yapıldığı, İstanbul’un fethedildiği, Bizans İmparatorluğu kalıntıları arasına Enderun saray okulunun kurulduğu, kökleştiği ve Orta Asya’dan Ali Şir Nevai, Hüseyin Baykara, Ali Kuşçu, Şadi gibi ilim adamlarının İstanbul’a cezbedildiği bir dönüşüm dönemi, keza bir nevi Rönesans olarak görülmektedir.

Klasik Türk müziği; Orta Asya, Selçuklu ve özellikle Osmanlı uygarlığının bir ürünü olarak, pek çok milletin müziklerini etkilemiş, onların müziğini de kendi potasında eritmiştir. Bunun bir sonucu olarak, klasik musıkî, gerek makam sayısı ve anlayışı, gerekse formlar ve usuller bakımından zengin bir müzik türü olmuştur.

Bunun ardından, 15’nci yüzyılın başından IV. Murat’ın öldüğü 1640’a dek, doğuya düzenlenen seferler sayesinde, Osmanlı sarayında, Ortadoğu’dan getirilen müzik ve sanat adamlarının faaliyet gösterdiği bir dönem yaşanmıştır.

Itri’den (1640-1712) 1730’a kadarki zaman diliminde, Avrupaî Barok ve Rokoko etkilerin Osmanlı sarayına nüfuz ederek, zamanının doğu kültürüyle apayrı bir sentez oluşturduğu klâsik dönem süregelmiştir. 1730’dan İsmail Dede Efendi’nin 1846’daki ölümüne dek uzanan dönem ise son klasik dönem olarak adlandırılmaktadır.

Tanzimat Fermanı’nın ilan edildiği yıllardan (1839) 2’nci Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1945’e kadar süren akım da romantik dönem olarak anılmaktadır.

Günümüzde Klasik Türk müziği

Türk Sanat Müziği ile Klasik Türk Müziği birbirine yakın kavramlar olmakla birlikte; “Klasik Türk müziği”, tarihî anlayış ve geleneği temsil ederken, Batı müzik terminolojisinden ödünç alınmış “sanat müziği” kavramı ise daha çok bu musıkînin Cumhuriyet döneminde aldığı modern bir biçimi ifade eder.

20’nci yüzyılın ortalarından bugüne kadar gelen dönem çağdaş dönemdir. Bu dönemin en önemli temsilcilerinden biri Münir Nurettin Selçuk’tur. Bu dönemde kâr, beste, ağır ve yürük semâi gibi formlar arka planda kalırken, modern müzik anlayışına uygun kısa süreli, kısa güfteli ve hareketli şarkı ve fantezi formları Türk Sanat Müziği’ne hakim duruma gelmiştir.

Bu anlayışın Batı müziğini model alması sonucunda, koro ve konser gibi uygulamalar yaygınlık kazanmış; keman, piyano, klarnet gibi Batılı sazlar da saz heyetlerine girmiştir.

Bu modern anlayışı destekleyen unsurlardan birisi de, klasik musıkîde en önemli aktarım ve anlayış aracı olan meşk geleneğinin sekteye uğramasıdır. Klasik sanatların hepsinde geçerli olan ve talebenin bir üstadın “elinden geçerek” musıkîyi öğrenmesi süreci büyük ölçüde sona ermiş, yerine modern anlayışla, nota üzerinden eser öğretilen koro ve dernekler geçmiştir.

Tasavvufî felsefeye, dolayısıyla aşkınlığa ve tefekküre dayanan klasik musıkî anlayışı yerine eğlence odaklı bir müzik anlayışı yerleşmiştir. Buna rağmen klasik musıkî geleneğini sürdüren ve yeni eserler verenler yok değildir. Hacı Arif Bey ile başladığı ileri sürülen modernleşme döneminde klasik üslubu ve anlayışı devam ettiren Fehmi Tokay, Zeki Arif Ergin veAhmet Avni Konuk gibi bestekârlar da yer almıştır. Günümüzde de bu anlayışa bağlı genç bestekârlar eserler vermektedir.

Türk sanat müziği kamu radyo ve televizyonları kadar gazino gibi eğlence mekanlarının da temel tercihini oluşturmuş, bu nedenle kitlelere ticari açıdan da ulaşabilmiştir. Bu evrenin önemli bestecileri arasında Sadettin Kaynak, Bimen Şen, Refik Fersan, Yesari Asım Arsoy ve Avni Anıl sayılabilir. Türk sanat müziğinin bu bestecilerden başka “piyasa müziği” olarak anılan[kaynak belirtilmeli] daha popüler bazı önemli bestecileri de vardır. Bunlara örnek olarak Yusuf Nalkesen, Şekip Ayhan Özışık ve Teoman Alpay verilebilir. Günümüz TRT repertuarında 19 bine yakın Türk musikisi eseri bulunmaktadır.

Türk müziğinde enstrümanların önemi

Türk müziğindeki başlıca çalgılar şunlardır: Ud, kanun, keman, ney, tanbur, lavta, klasik kemençe, rebab, santur, kudüm, def ve zil.

Osmanlı klâsik ve halk mûsikîsinde kullanılan bütün telli/saplı çalgıların atası olan Kopuz’un ömrü 18’inci yüzyıla kadar devam edebilmiş, 10’uncu ila 16’ncı yüzyıllar arası çok revaçta olan ud yerini, l9’uncu yüzyılın sonunda yeniden almak üzere, 17’nci yüzyıldan itibaren tanbura bırakmış, tarihi Türk harpı çeng’le, Türk pan flütü miskal 19’uncu yüzyılda, santur ise 20’nci yüzyılda artık kullanılmaz olmuşlardır.

Önce viola d’amore şeklinde sinekemanı adı ile Batıdan gelen keman, daha sonra viyola, viyolonsel ve kontrbas ile, önceleri köçekçe ve tavşanca adı verilen saray rakslarının eşlik sazı olan kemençe ve lavta 20’nci yüzyılda klasik mûsikîye de girmiş; kaşıkla zilli maşanın halk oyunlarında yaşamasına mukabil, çalpara da denen çengi çubuğu, köçekçe ve tavşancalarla birlikte tarihe karışmıştır.

Mûsikî aletleri bilimi demek olan “Organoloji”de çalgılar, hangi müzik söz konusu olursa olsun, bu sanatın insanla birlikte doğuşundan bu yana geçirdiği merhaleler gözönüne alınarak, vurmalı çalgılar, nefesli çalgılar ve telli çalgılar sırası içinde incelenmektedir.

Sponsorlu Bağlantılar

“Türk sanat müziği nedir?” için bir yanıt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

RenkliNOT